Define Adası. Роберт Льюис Стивенсон
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Define Adası - Роберт Льюис Стивенсон страница
İlk basılı çalışması Roads adını taşıyan denemesi oldu. Çocuk edebiyatına da Define Adası (Treasure Island) gibi klasikleşen eserler kazandırdı. Aralarında öykülerin, romanların, denemelerin yer aldığı pek çok eser kaleme aldı.
Stevenson’ın ilk önemli eseri olan Yeni Arap Geceleri, 1882 yılında yayımlandı. 1877-1880 yılları arasında kaleme aldığı kısa öykülerin bir toplaması olan bu kitabın devamı olan Yeni Arap Geceleri; The Dynamiter adlı eserini 1885 yılında, karısı Fanny Vandegrift’in yardımıyla tamamladı. Define Adası (Treasure Island) ise ilk basımını 1883 yılında yaptı; roman kısa sürede ünlendi ve defalarca sinemaya aktarıldı.
Ardından 1883 yılında Kara Ok adlı romantik tarihi macera romanını kaleme aldı. 1886 yılında yayımladığı üçüncü romanı Dr Jekyll ve Mr Hyde’ın Garip Dosyası ise, yazarı erken dönem bilim kurgu yazarları arasına taşıdı.
Son romanı olan St. Lves; Fransız bir Tutsağın İngiltere Maceraları 1897 yılında arkadaşı Arthur Quiller Couch tarafından tamamlandı.
3 Aralık 1894’te yaşamını yitirdi.
Dünyada kitapları en fazla dile çevrilen isimlerden olan Louise Stevenson, sayısız sinema ve televizyon uyarlamasına ve edebî atıfa konu oldu, kitapları psikologlar ve tarihçiler tarafından ayrıntılı incelemelere tabi tutuldu. Yirminci yüzyılın son çeyreğinde akademik çalışmalara ve yazar antolojilerine alınmaya başlandı ve yirmi birinci yüzyılda adı en fazla anılan klasik edebiyat romancılarından birisi oldu.
Hatice Vildan Topaloğlu, Kilis’te doğdu. İlköğretimine Hasan Ali Yücel İlköğretim Okulunda başlayıp Teğmen Kalmaz İlköğretim Okulunda tamamladı. Özel Sevgi Kolejini birincilikle bitirdi. Hacettepe Üniversitesinde bir yıl işletme okudu. ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümünden mezun oldu. Anadolu Ajansının İngilizce bölümünde 4 yıla yakın çalıştı.
Çevirmenin yayımlanmış tercüme kitapları:
Binbir Gece Masalları, Alâeddin’in Sihirli Lambası, Denizci Sinbad, Ali Baba ve Kırk Haramiler, Yeşilin Kızı Anne / Lucy Maud Montgomery, Avonlea Günlükleri / Lucy Maud Montgomery, Avonleali Anne / Lucy Maud Montgomery, Adanın Kızı Anne / Lucy Maud Montgomery, Rüzgârın Kızı Anne / Lucy Maud Montgomery, Beyaz Diş / Jack London, Kadınlar Alayı / Jack London, Üç Silahşorler / Alexander Dumas, On Beş Yaşında Bir Kaptan / Jules Verne, Sokrates’in Savunması / Platon, Mutlu Prens / Oscar Wilde, Nar Evi / Oscar Wilde, Tavşan Peter / Beatrix Potter.
BİRİNCİ KISIM: İHTİYAR KORSAN
BİRİNCİ BÖLÜM
“AMİRAL BENBOW’DAKİ” İHTİYAR DENİZ KURDU
Bay Trelawney, Doktor Livesey ve diğer beyefendiler Define Adası’yla ilgili her şeyi baştan sona, adanın bulunduğu yer hariç tüm detaylarıyla yazmamı istediler. Adanın konumundan bahsetmemi istememe sebepleri ise definenin bir kısmının hâlâ orada olmasıydı. Ben de kalemi elime alıyorum ve babamın Amiral Benbow Hanı’nı işlettiği, yüzünde kılıç yarası olan esmer tenli ihtiyar denizcinin handa kalmaya başladığı o tarihe dönüyorum.
İhtiyar denizcinin ağır adımlarla han kapısından içeri girişini, deniz sandığını taşıyan el arabasını çeken adamla beraber gelişini dün gibi hatırlıyorum. Uzun boylu, güçlü, iri yarı esmer bir adamdı. Örülmüş saçları kirli mavi ceketinin omuzlarından dökülüyordu. Yara bereyle dolu yıpranmış elleri, siyah ve kırık tırnakları vardı. Yanağının birini boydan boya kaplayan kılıç yarasının morumsu, pis bir beyazlığı vardı. Koya bakarken kendi kendine ıslık çalışını ve sonrasında sık sık söylediğine şahit olduğum eski denizci şarkısını patlatıverdiğini hatırlıyorum:
Ölü adamın sandığında on beş kişi,
Yo-ho-ho ve bir şişe rom!
Şarkıyı, tiz, titrek ve yaşlı sesiyle söylüyordu. Daha sonra manivelaya benzeyen bir sopayla kapıya vurup karşısına çıkan babamdan kaba bir şekilde bir bardak rom istedi. Kendisine getirilen romu yavaşça, bir gurme edasıyla tadını çıkararak içti. Bir taraftan da etraftaki kayalıklara ve hanın adının yazılı olduğu tabelaya bakıyordu.
“Bu koy güzel.” dedi en sonunda. “Hanın yeri de çok hoş. Çok misafir olur mu?”
Babamdan maalesef çok az misafir olduğu cevabını aldı.
“İyi madem.” dedi. “Bu benim için en iyisi. Hey sen, ahbap!” diye bağırdı el arabasını çeken adama. “Gel de sandığı taşımama yardım et. Bir süre burada kalacağım.” diye devam etti. “Ben basit bir adamım. Rom, domuz pastırması ve yumurtayla gemilerin gidişini izleyebileceğim yukarıdaki kayalık dışında bir şey istemem. Bana nasıl mı hitap edeceksiniz? ‘Kaptan’ diyebilirsiniz. Ah, şimdi anladım ne demek istediğinizi, buyurun.” dedi ve üç ya da dört tane altın sikkeyi eşikten attı. “Yeniden ödeme zamanı geldiğinde bana söylersiniz.” dedi. Bir komutan misali sert bir görünüşü vardı.
Giyimi kötü, konuşması kabaydı ve dış görünüşü alelade bir denizci olduğunu düşündürüyordu ancak yine de tavırlarında itaat edilmeye ve hükmetmeye alışkın bir kaptan havası vardı. El arabasını çeken adam, yaşlı denizcinin Royal George’da bir önceki sabah posta arabasından indiğini söyledi. Kıyı şeridindeki hanları sorup soruşturmuş ve anladığım kadarıyla bizimkinin hizmetinin iyi konumunun tenhada olduğunu duyunca da buraya gelmeye karar vermiş. Ona dair öğrenebildiklerimiz işte bunlardan ibaretti.
Çok sessiz bir adamdı. Tüm gün koyda gezinir ya da yamaçların üzerinde dürbünüyle oyalanırdı. Akşam olduğundaysa salonun bir köşesine, ateşin yakınlarına oturur ve romla su içerdi. Kendisine hitap edildiğinde çoğunlukla cevap vermez, kafasını kaldırıp bakar, ani ve şiddetli bir şekilde sis sireni misali burnundan üflerdi. Bizler ve misafirlerimiz kısa süre sonra onu kendi hâline bırakmayı öğrendik. Her gün yürüyüşten dönünce yoldan denizcilerin geçip geçmediğini sorardı. İlk zamanlar bunun sebebini kendisi gibi insanlarla vakit geçirmek isteyişine bağladık. Ancak sonraları asıl amacının denizcilerden kaçınmak olduğunu fark ettik. Olur da bir denizci Amiral Benbow’da kalacak olursa (Han, Bristol’a çıkan kıyı yolunda olduğundan zaman zaman denizcileri ağırlardık.) salın kapısının önündeki perdeden denizciye bakardı ve bu sırada bir fare kadar sessiz olurdu. Bana göre bu duruma dair bir gizem söz konusu değildi çünkü ben de bir bakıma onun endişelerini paylaşıyordum. Bir gün beni kenara çekti ve “tek bacaklı bir denizci” için gözümü dört açar, onu görür görmez kendisine haber verirsem her ay bana dört peni vereceğini söyledi. Ayın ilk günü geldiğinde sık sık yanına gider ve paramı isterdim. Ancak o burnundan üfleyerek bana dik dik bakardı. Yine de bana para vermenin daha akıllıca olacağına hükmedip parayı hafta sona ermeden verir, “tek bacaklı denizci” için gözümü dört açma emrini tekrar ederdi.
Bahsettiği bu karakterin rüyalarıma nasıl musallat olduğunu size anlatamam. Rüzgârın evin dört bir tarafını sarstığı ve dalgaların koy sahili boyunca kükreyip kayalıklara hunharca çarptığı fırtınalı gecelerde bu adamı binbir farklı şekilde binbir farklı şeytani yüz ifadesiyle görürdüm. Bazen adamın bacağı dizinden, bazen kalçasından kesilmiş olurdu. Bazen de vücudunun yarısı bacaktan oluşan canavar gibi korkunç bir yaratık olurdu. Yol kenarından zıplayarak beni kovalamaya başlaması ise gördüğüm