Define Adası. Роберт Льюис Стивенсон

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Define Adası - Роберт Льюис Стивенсон страница 11

Define Adası - Роберт Льюис Стивенсон

Скачать книгу

her şeyi tamir ettirmişti. Odalar ve tabela yeniden boyanmıştı. Birkaç da mobilya eklenmişti. Hepsinden önemlisi de annem için bara güzel bir koltuk yerleştirilmişti. Anneme bir de çırak bulmuştu. Böylece ben yokken bir yardımcısı olacaktı.

      Tam da o çocuğu gördüğüm anda anladım içinde bulunduğum durumu. O ana kadar hep önümdeki maceraları düşünmüştüm. Geride bıraktığım evimi değil. O alık yabancının annemin yanında olup benim yerimi alacağını bilmek gözyaşlarına boğulmama sebep olmuştu. O çocuğa gününü gösterecektim çünkü bu işte yeniydi. Ona birkaç kez haddini bildirmekte gecikmedim.

      Gece bitti ve ertesi gün yemekten sonra Redruth’la beraber tekrar yola koyulduk. Anneme, doğduğumdan beri yaşadığım koya ve Amiral Benbow’a veda ettim. Han boyandığı için eskisi kadar sevimli gelmiyordu bana. Son düşündüğüm şey üç köşeli şapkasıyla sık sık sahilde gezinen, yanağında kılıç yarası, kolunun altında pirinç dürbünü olan Kaptan’dı. Bir an sonra köşeyi döndük ve evim artık görebileceğim mesafede değildi.

      Posta arabası gün doğumunda bizi Royal George’dan aldı. Redruth’la iri yarı yaşlı bir adamın arasında kalmıştım. Soğuk havaya ve aracın hızlı ilerlemesine rağmen hemen uyudum. Yamaçlardan yukarı çıkıp vadilerden aşağı inerken de kütük gibi uyumuş olmalıyım. Çünkü sonunda kaburgalarıma aldığım bir darbe ile uyanmıştım ve gözlerimi günün çoktan aydınlanmaya başladığı bir şehir caddesindeki kocaman bir binanın önünde açtım.

      “Neredeyiz?” diye sordum.

      “Bristol.” dedi Tom. “İn.”

      Bay Trelawney yelkenlinin işlerini halletmek için Bristol’da bulunduğu süre boyunca rıhtımların aşağısındaki bir handa kalmayı tercih etmişti. Oraya kadar yürümemiz gerekiyordu. Yürüyüşümüz sırasında farklı boyutta, donanımda, değişik ülkelere ait çeşit çeşit gemi görmek benim için çok keyifliydi. Bu gemilerden birinde denizciler çalışırken şarkı söylüyorlardı. Bir başkasında adamlar yükseklerde, bir örümcek ağından daha kalın gibi görünmeyen ağlarda duruyorlardı. Her ne kadar hayatım boyunca sahilde yaşamış olsam da o zamana kadar hiç denize yakın olmadığımı hissettim. Katranın ve tuzun kokusu yeniydi benim için. Gemi başlarını süsleyen muhteşem figürler gördüm. Hepsi de okyanusun uzak kısımlarında bulunmuşlardı. Ayrıca bıyıkları lüle, kulakları küpeli, katran kaplı örgü saçları olan ve denize açılmışçasına sarsak yürüyen çok sayıda ihtiyar denizci gördüm. Eğer o gün gördüğüm denizcilerin sayısı kadar kral ya da başpiskopos görmüş olsaydım bundan daha mutlu olamazdım.

      Ayrıca kendim de bir yelkenliyle denize açılacaktım. Flüt çalan marinel başı ve at kuyruğu saçlı şarkı söyleyen denizcilerle beraber bilinmeyen bir adaya doğru gömülü defineyi bulmak için sefere çıkacaktım.

      Ben hâlâ bu tatlı hayallerin etkisi altındayken aniden büyük han karşımıza çıktı ve Squire Trelawney’i bulduk. Lacivert kumaştan denizci kıyafetine benzer giysiler giymişti. Yüzünde bir gülümseme vardı ve denizci yürüyüşünü taklit ederek yaklaşıyordu.

      “İşte buradasınız.” diye bağırdı. “Doktor da dün gece Londra’dan geldi. Bravo! Geminin mürettebatı hazır.

      “Peki ne zaman denize açılacağız efendim?” diye sordum haykırırcasına.

      “Yarın, denize açılacağız!” dedi Bay Trelawney.

      SEKİZİNCİ BÖLÜM

      DÜRBÜN SİMGESİ

      Kahvaltımı bitirince Bay Trelawney, John Silver’a hitaben yazılmış bir not verdi bana. Kapısında dürbün simgesi olan küçük hanı rıhtım hizasında yürürsem kolayca bulacağımı söyledi. Denizcileri ve gemileri görecek olmanın heyecanıyla yola koyuldum. Limanın en yoğun olduğu zamandı. İnsan kalabalığının, el arabalarının ve yüklerin arasından yürüyüp söylediği yeri buldum.

      Neşeli küçük bir eğlence yeriydi burası. Dürbün simgesi yeni boyanmıştı. Pencerelere kırmızı perdeler çekilmişti ve zemin tertemiz zımparalanmıştı. Hanın iki kapısı iki farklı sokağa açılıyordu. Bu da geniş ve basık salonun, yoğun tütün dumanına rağmen net bir şekilde görünmesini sağlıyordu.

      Müşteriler çoğunlukla denizciydi. O kadar yüksek sesle konuşuyorlardı ki içeri girmekten korktuğumdan kapıda bekliyordum.

      Ben beklemeye devam ederken yan kapıdan bir adam girdi. Bu adamın Uzun John olduğunu görür görmez anladım. Sol ayağı kalçasından itibaren yoktu ve sol omzunun altında bir değnek vardı. Koltuk değneğini hayran olunası bir ustalıkla kullanıyor, âdeta bir kuş gibi sıçrayabiliyordu. Çok uzun ve güçlüydü. Sade ve solgun bir yüzü vardı. Ancak akıllı birine benziyordu ve gülümsüyordu. Gerçekten de çok neşeliydi. Masaların arasında gezinirken ıslık çalıyor, keyifle konuşuyor, bazen de sevdiği müşterilerinin omzuna vuruyordu.

      Bay Trelawney, mektubunda tek bacaklı bir adamdan bahsettiğinde bu adamın Benbow Hanı’nda yaşarken ölümüne korktuğum korsan olduğunu düşünmüştüm. Ancak bu adama bir kez bakmak yeterli olmuştu. Kaptan’ı, Kara Köpek’i, kör adam Pew’ü görmüştüm ve bir korsanın neye benzediğine dair kendimce bir fikir edinmiştim ve bu adam onlardan çok farklıydı. Temiz ve iyi huylu biri gibi görünüyordu.

      Bir anda cesaretimi toplayıp eşikten geçtim ve doğruca adamın durduğu yere yürüdüm. O sırada değneğine yaslanmış, müşterilerden biriyle konuşuyordu.

      “Bay Silver siz misiniz efendim?” diye sordum notu uzatarak.

      “Evet, delikanlı.” dedi. “Benim ismim bu. Peki sen kimsin acaba?” Sonra Squire’ın mektubunu gördü, neredeyse irkilir gibi olmuştu.

      “Anladım…” dedi oldukça yüksek bir sesle ve elini uzattı. “Şimdi anladım. Sen bizim yeni miçomuzsun. Seni gördüğüme sevindim.”

      Sağlam bir şekilde elimi sıktı.

      Bunun üzerine uzak masalardan birinde oturan bir müşteri derhâl ayağa kalkıp kapıya yöneldi. Ben adama yakın duruyordum ve adam bir anda dışarı çıktı. Adamın bu telaşı dikkatimi çekmişti ve onu tek görüşte tanıdım. Bu Amiral Benbow’a gelen ilk adamdı, iki parmağı eksikti.

      “Durdurun şu adamı! Kara Köpek bu!”

      “Kim olduğu umurumda değil.” diye bağırdı Silver. “Ama ücretini ödemedi. Harry, koş ve şu adamı yakala.”

      Adamlardan biri kapıya çok yakın duruyordu ve derhâl fırlayıp adamın peşinden koştu.

      “Bu adam Amiral Hawke4 bile olsa hesabı ödemeden gidemez.” diye bağırdı Silver ve sonra elimi bırakıp “Kimdi demiştin?” diye sordu. “Kara ne?”

      “Köpek, efendim.” dedim ben. “Bay Trelawney size korsanlardan bahsetmedi mi? Bu onlardan biri.”

      “Öyle mi?” diye bağırdı Silver. “Benim mekânımda! Ben koş ve Harry’e yardım et. Demek o alçaklardan biri ha! Onunla içen sen miydin Morgan? Gel bakalım buraya.”

      Morgan

Скачать книгу


<p>4</p>

Ünlü İngiliz amirali. (ç.n.)