Alice Harikalar Diyarında. Льюис Кэрролл
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Alice Harikalar Diyarında - Льюис Кэрролл страница 2
Bir süre daha bekledikten sonra başka bir değişiklik olmadığını görünce bir an evvel bahçeye çıkmaya karar verdi ama zavallı Alice kapının yanına geldiğinde küçük altın anahtarı unuttuğunu fark etti. Anahtarı almak için hemen masanın yanına geri döndü ama ne yazık ki ona uzanamayacak kadar küçülmüş olduğunu fark etti. Camdan anahtarı çok net olarak görebiliyordu. Masanın ayaklarından birine tırmanabilmek için elinden gelen her şeyi yaptı ama ne yazık ki sandalyenin ayağı çok kaygandı. Deneye deneye bir hâl oldu ve başaramayacağını görünce zavallı kız oturup ağlamaya başladı.
Birden ayağa kalktı ve sert bir şekilde kendi kendine “Kes şu ağlamayı! Vazgeç şu sevdadan!” diye çıkıştı. Pek uygulamasa da arada kendine tavsiyede bulunurdu. Bazen de kendini öyle bir azarlardı ki en sonunda gözlerinden yaşlar gelirdi. Bir keresinde de tek başına kriket oynarken hile yaptığı için yüzüne okkalı bir tokat attığını hatırladı çünkü bu tuhaf kız, iki farklı kişi gibi hareket etmekten zevk alıyordu. İyi de şimdi iki farklı kişi gibi davranmak bir işe yaramaz ki! Hem benden ancak bir tane düzgün insan olur, diye düşündü zavallı Alice.
Daha sonra gözü masanın altında duran küçük cam bir kutuya takıldı. Kutuyu açtı. İçinden, üzerinde kuş üzümleriyle BENİ YE yazan küçük bir kek çıktı. Peki, yiyeyim. Eğer beni büyütürse anahtara ulaşabilirim ama eğer küçültürse de kapının altından sürünerek geçebilirim. Böylece her iki şekilde de bahçeye girebilirim. Bu durumda ne olacağının çok da bir önemi yok! diye geçirdi aklından.
Kekten bir parça ısırdı ve endişeyle kendi kendine Acaba hangisi olacak? Acaba hangisi olacak?.. diye sorarken bir yandan da ne olacağını görmek için elini başının üzerine koyup beklemeye başladı ama hiçbir değişiklik olmadığını görünce çok şaşırdı. Elbette ki bir kişi kek yedi diye böyle bir şey zaten olamazdı ama bugün Alice’in başına öyle umulmadık şeyler geliyordu ki kendini bir değişiklik olacağına inandırmıştı.
Kekin kalan kısmını da yemeye koyuldu ve hemencecik orada bitiriverdi.
2. BÖLÜM
Gözyaşı Havuzu
Alice, “Garip gurup!” diye haykırırken konuştuğu dili bile unutmaya başladığını fark edip şaşkınlık içinde “Şimdi gelmiş geçmiş en büyük teleskop gibi uzuyorum! Hoşça kalın ayaklarım!” diye bağırdı. Ayaklarına baktığında onlardan öyle uzaklaşmıştı ki neredeyse görünmüyorlardı. Alice, Benim zavallı ayaklarım, sizin ayakkabılarınızı ve çoraplarınızı artık kimin giydireceğini çok merak ediyorum canlarım. Eminim ki bundan böyle ben giydiremem. Bu konuda kendimi suçlayamam. Siz elinizden geleni yapın… Ama ben onlara karşı nazik olmalıyım. Belki de benim istediğim şekilde bile yürümezler artık. Bir düşüneyim, onlara her Noel’de yeni bir çift bot vereyim, diye geçirdi aklından.
Bunu nasıl yapacağını planlamaya devam etti. Ulak ile gitmeli. Bir insanın kendi ayaklarına hediye göndermesi ne kadar da komik olur! Hediyenin gönderileceği adres de tuhaf olurdu:
Alice’in sağ ayağı,
şömine parmaklığının
önündeki halıda.
(Alice’ten sevgilerle)
Aman Tanrı’m, ne saçmalıyorum ben! diye düşündü.
Tam bu sırada kafasını koridorun tavanına çarptı. Şu anda boyu üç metreden uzundu. Hemen küçük altın anahtarı alıp bahçe kapısına koştu.
Zavallı Alice! Yapabileceği tek şey buydu; bir kenara oturup tek gözüyle bahçeye doğru bakmak; ama geri dönmesi şimdi daha da zordu. Ne yapsın, oturup ağlamaya başladı.
Önce, “Kendinden utanmalısın. Senin gibi kocaman bir kız bu şekilde nasıl ağlar!” dedi kendi kendine. Sonra da “Kes şu ağlamayı dedim!” diye bağırdı ama değişen bir şey olmadı. Etrafında yaklaşık on metre derinliğinde, koridorun yarısını dolduracak kadar büyük bir havuz oluşana dek gözyaşları sel olup aktı.
Bir süre sonra, çıkardığı takır tukur ayak sesleriyle birinin yaklaştığını duydu. Yaklaşan şeyin ne olduğunu görmek için aceleyle gözyaşlarını sildi. Gelen Beyaz Tavşan’dı. Oldukça şık giyinmişti; bir elinde yumuşacık beyaz bir çift eldiven, diğer elinde de yelpaze tutuyordu. Aceleyle koşarak geliyor, gelirken de kendi kendine “Oh Düşes, Düşes!” diye mırıldanıyordu. “Eğer onu bekletirsem bana karşı zalim davranmaz değil mi?” diye sordu kendi kendine. Alice kendini o kadar umutsuz hissetmişti ki o an herkesten yardım istemeye hazırdı. Bu yüzden de Tavşan yanına gelince utangaç ve kısık bir sesle “Bayım, eğer isterseniz…” diye konuşmaya başladı. Daha sözünü tam bitirmeden Tavşan bir hışımla elindeki eldivenleri ve yelpazeyi atıp karanlığa doğru koşabildiği kadar hızla koşup kaçıverdi.
Alice yelpazeyi ve eldivenleri yerden aldı. Koridor oldukça sıcak olduğu için bir yandan kendini yelpazeliyor bir yandan da kendi kendine konuşuyordu. “Bugün her şey ne kadar garip! Dün her şey normaldi. Acaba gece uyurken falan mı değiştim ben? Bir düşüneyim. Bu sabah uyandığımda ben, ben miydim? Biraz farklılık olduğunu hatırlayabiliyorum. Peki eğer aynı ben değilsem diğer soruya geçelim: Ben kimim o zaman? Hah işte asıl soru bu!” Değişip değişmediğini anlayabilmek için kendisiyle aynı yaşta olan tanıdığı bütün çocukları tek tek düşünmeye başladı.
“Eminim ki ben Ada değilim çünkü onun saçı lüle lüle ama benimki değil. Ayrıca Mabel da olamam çünkü ben o kadar çok şey bilirken o benden çok daha azını biliyor! Hem o Mabel, ben ise benim. Of ne kadar da kafa karıştırıcı bir şey bu! Şu ana kadar bildiklerimi hâlâ bilip bilmediğime bir bakayım. Dört kere beş on iki eder; dört kere altı on üç eder; dört kere yedi de… Aman Tanrı’m! Bu gidişle yirmiye hiç ulaşamam ki! Gerçi ‘Çarpım Tablosu’ bir şey ifade etmiyor. Bir de ‘Coğrafya’yı deneyelim. Londra, Paris’in başkentidir. Paris de Roma’nın başkentidir. Roma da… Yok yanlış oldu. Eminim! Ben Mabel ile değişmiş olmalıyım. Küçük timsah şiirini okumayı deneyeyim bakalım: Nasıl olur da…’ ” Sanki ders anlatıyormuş gibi kollarını birleştirdi ve tekrar başladı ama sesi boğuk ve tuhaf geliyordu. Kelimeler de asıl anlamlarını taşımıyordu.
“Nasıl olur da küçük timsah,
parlar kuyruğu fersah fersah!
Durmadan çırpınır,
Nil Nehri’nin sularını fışkırtır!
Nasıl da keyifle sırıtır,
nasıl da düzgünce pençelerini uzatır!
Nazikçe gülümseyen koca ağzıyla,
hoş geldiniz der küçük balıklara!”