Çırpınan Sular, Uyuyan Hatıralar. Mükerrem Kâmil Su
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Çırpınan Sular, Uyuyan Hatıralar - Mükerrem Kâmil Su страница 21
Memleket memleket dolaşmanın sıhhatim üzerinde aksülamel yaptığını gören babam, evimize dönmeye mecbur oldu. Onu sık sık görüyordum. Kendisi ile konuşmadığım, hususiyetine vâkıf olmadığım için ona olan düşkünlüğüm artıyordu. Çünkü o, hayalimde şekillendirdiğim, konuşturduğum, güldürüp ağlattığım bir şahsiyetti. Onu süfli hayat işleri içinde tasavvur etmediğim için harikulade buluyor, dünyada onun üstünde bir adam olabileceğine ihtimal veremiyordum. Karısını deli gibi kıskandığım zamanlar olurdu. Kim bilir kaç yıllık evli idiler. Elbet sevişiyorlar, belki ara sıra kavga ediyorlar, birbirlerini kıskanıyorlar, kısaca bir çatı altında baş başa yaşıyorlardı.
Türlü planlar, manevralarla kendimi ona sevdirecek yaradılışta değildim. Zaten belki bir gün hislerimin farkına varıp bana ilanıaşk etseydi o anda gözümden düşecekti, boş yere yıllarca ızdırap çekmeyecektim.
Çocukluğumdan beri bana türlü oyunlar eden kalbimin intikamını yine kendim almak istedim. Beni beğendiğini her hâli ile açığa vuran orta yaşlı bir adamın evlenme teklifini derhâl kabul ettim. Kararımı babama bildirdiğim zaman ölecek hâle geldi. Ah, niçin babam bana karşı bu kadar zayıftı? Beni saçlarımdan yakalayarak yerden yere vurmuyor, tahkir etmiyordu? Çocukluğumdan beri her istediğimi ona yaptırmaya o kadar alışmıştım ki, benim yüzümden bazen o kadar sevdiği annemin bile hatırını kırardı. Annem ara sıra arzularımı baltalamaya kalkışırdı. Benim inadım artar, günlerce yemez, içmez, konuşmaz, uyumaz, hayatı yakınımdakilere zehir ederdim. O zaman zavallı babacığım karısı ile kızı arasında bir uzlaştırma çaresi araştırmaya koyulur; ne kadar ama ne kadar üzülürdü. Ben ne fena yaradılışta bir insandım. Yumuşak davranmayıp beni azarlasa, dövse, hatta evinden kovsa bile yine ben yapacağımı yapardım. Önüme kimse geçemezdi. En mühim kararımda da bu böyle oldu. Hayatımın dönüm noktasını geçerken de yine kendi kafamın doğrusuna gitmiştim.
Evlendim. Ama belki yeryüzünde bu derece garip evlenme görülmemiştir. Düğün, davet, tel, duvak, bir şey istemedim. Kendi intikam arzularıma alet ettiğim adamcağız, beni o kadar seviyordu ki, kaprislerime daima boyun eğdi. O, Şişli’de oturuyordu. Ben babamdan ayrılamayacağımı ileri sürerek onu kendi evimize getirdim. İlk gece babam eski bir dostunu ziyaret etmek mecburiyetinde olduğunu söyleyerek evde bulunmadı. Hislerimin tamamıyla yabancısı olan adamla yalnız kalınca sinirlerim altüst oldu. “Biraz sokağa çıkmak istiyorum.” dedim. “Hava almaya ihtiyacım var.” İçinden bu hâle şaşsa bile arzumu memnuniyetle kabul etmiş göründü. Önce adamcağızı bir sinemaya sürükledim. Sonra bir pastacıya girdik. Daha sonra uzun bir otomobil gezintisi yaptık. Sabaha karşı, içimi bürüyen hiddetten harap olmuş olarak eve döndüm. Rengim pek fena bozulmuş olmalıydı ki “Yorgunsun yavrum.” dedi. Baş ucumda oturarak uyumamı bekledi. Gözlerimi kapadım. İtirafı da yaşandığı an gibi acı olmakla beraber yazayım ki, ötekini düşünmeye başladım. Onu harikulade bir kuvvetle mazisinden, hatıralarından, gönül ve hayat bağlarından ayırıyor, tamamıyla serbest tahayyül ediyordum. Kendimi tacı ile, teli ve duvağı ile hakiki bir gelin olarak onun kolunda görüyor; bütün lambaları yanmış, süslü bir odada bu tarihî geceyi şiir, hayal, aşk, heyecan ve ihtiras içinde geçiriyordum. Eskiden aramızda sadece bir kadın vardı. Bizi ayıran kuvvet yalnız ondan geliyordu. Hâlbuki şimdi ben de aramıza yabancı bir erkek koymuş, imkânsızlık zincirine bir halka da ben eklemiştim.
Soluk alışlarımı dinleyerek uyuduğuma hükmeden yabancı adam, ayaklarının ucuna basarak aradaki kapısı kaldırılmış kendi yatak odasına geçti. Ve ben sabaha kadar, ondan sonra da tam üç ay derin bir nedametin sızısı içinde buhranlar geçirdim. Bütün hüsnüniyetime rağmen kocama yaklaşamıyordum. Uzun bir beraberliğin yaratacağı alışkanlık günün birinde hislerime hükmeder de onu kuvvetle sevmesem bile faziletli bir kadın olarak hayatında kalırım sanıyordum. Olmadı. Hiçbir zaman huylarına alışamayacağım, sevmediğim bir adamla evlenmekle ne büyük hata işlemiştim. Serbestimi kaybetmekle onu unutacağımı tahayyül etmişken hesabım büsbütün yanlış çıkmış, beni büyük bir çıkmaza sürüklemişti. Şimdi bu gayritabii evlenme yükünü üstümden atmak, ne pahasına olursa olsun tekrar serbest kalmak istiyordum.
Bol bol geziyor, bütün eğlence yerlerine girip çıkıyorduk. Herkesin yanında gayet mesut bir kadın rolü oynuyordum. Ama yalnız kaldığımız zaman işin rengi tamamıyla değişiyor; nefretten vücudumun buzlaştığını, tüylerimin diken diken olduğunu hissediyordum. Bir gün “Bu gece Ada’da enfes bir balo var Nahide.” diye geldi. “Sabaha karşı dönersek belki hastalanırsın diye ihtiyatlı davrandım. Otelde iki oda da hazırlattım. Gideriz, değil mi?” dedi. “Yalnız kalmayalım da nereye olursa olsun.” diye içimden düşündüm. Ve o gece bilmem neden, giyinmeme son derece itina ettim. Balo cidden çok güzeldi. Tuvaletler, müzik, büfe, çiçekler mükemmeldi. Beni birçok arkadaşları ile tanıştırdı. Her biri ile dans etmekliğim için rica etti. İçtik, güldük, dans ettik. Kimin kolunda dönsem, gözlerimi yarı örterek onu düşünüyordum. Bir başka adamın ismini taşırken bir başkasını düşünmenin fecaatini, çirkinliğini biliyor; ayrıca bu yüzden de azap çekiyordum. Benimle dans eden arkadaşları birçok şey söylüyor, belki aşırı bir şekilde bana iltifat ediyorlardı. Hep dudaklarımda bir başka hayale ait gülümseme ile dinliyor, rüyada imişim gibi dönüyor, konuşuyor, içiyordum.
Sabaha karşı benim için ayrılan odaya çıktığım zaman bir hayli sarhoştum. Başım dönüyordu. Bir duş yapmak istedim. Kocam, elinde kızıl renkli minimini bir kadehle geldi. Yüzüne baktım. Ne kadar şefkatli ve samimi görünüyordu. Bakışlarında muğlak ruhumu titreten bir sıcaklık vardı. Üç aydır resmen bana sahip olduğu hâlde onun değildim. Aramızda anlaşılmayan bir geçit gün geçtikçe sarplaşıyordu. Gözlerimin içine bakıyordu. Elleri yavaşça titriyor, bakışları bulanmaya başlıyordu. Şimdiye kadar kendisine yaptığım haksızlıkları o anda anladım. Münasebetsizliklerimden utandım. Bundan sonra daha makul bir insan olmaya çalışacak, hiç olmazsa onun maddi haklarına hürmet edecektim.
Kristal kadehi dudaklarıma yaklaştırdı. Garip bir sesle “Bunu içersen açılırsın yavrum.” dedi. “Karışık içki seni sarstı herhâlde! Alışık değilsin ki…”
Bu minimini kadehin, kurulmuş bir tuzağa düşürülmem için dudaklarıma uzatıldığını nereden bilecektim. Hem içimde ona karşı öyle temiz hisler kıpırdamaya başlamıştı ki, ne olursa olsun evimize döndükten sonra gayet uysal, iyi kalpli, vazifesini müdrik bir eş olacaktım.
“Ne iyisiniz.” diye kadehi aldım. “Beni ne kadar çok düşünüyorsunuz. Tıpkı, tıpkı şey…” Cümlenin sonunu getiremedim. O manalı bir şekilde gülümsüyordu. İçkiyi bir yudumda içtim. Boğazım ve göğsümün içi sanki bir avuç eritilmiş maden dökülmüş gibi yandı. Bir an, kadehin içinde zehir bulunması ihtimali kafamda çaktı. Yoksa beni öldürmek, çılgınlıklarımın öcünü mü almak istiyordu?
Konuşmak, daha bir şeyler söylemek istedim. Fakat dilim ağzımın içinde dönmedi. Boğazım kurudu. Gözlerimin önünde yıldızlar, ateş böcekleri uçuşmaya başladı. Başımın arkaya doğru düştüğünü fark ediyor, fakat kıpırdayamıyordum.
Ertesi