Hatemü'l Enbiya. Celal Nuri İleri
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Hatemü'l Enbiya - Celal Nuri İleri страница 8
Felemenk’te Leiden Üniversitesi öğretim üyelerinden Dozy, kısaltılmış olarak fakat itibarını yükselten bir kitap bırakmıştır. Bu yazar da yüksek bir zekâ sahibi olmadığından, Muhammed’in tarihteki hakiki yerini görememiştir. Kitabımızın ileriki bölümlerinde, yazarın birçok görüşüne yer vereceğiz.
Düşünce ve değerlendirmeler tarihi ile şöhret bulan bilim insanları, teessüfle belirtmeliyim ki Peygamber’in şerefli tarihini anlayamamışlardır. Voltaire’i hiç affedemem. Bu şekilde İslamiyet’i çok iyi bilen Ernest Renan’ın gerek Hazreti Muhammed’in gerek İslamiyet’in tarihteki yerini belirtmeden geçmeleri tarihin unutulacak ihmalkârlıklarından değildir. Dâhiler arasında yalnız Thomas Carlyle risalet zamanını biraz da olsa anlayabilmiştir. Bu tarih yazarı, deha sahiplerinin, tarihte meydana gelen en önemli olağanüstü eylemleri gerçekleştiren şahıslar olduğunu görerek bunlara kahraman diyor. Kahramanlar neyle uğraşırsa uğraşsın, aynı kumaştan biçilir. Bunlar, oldukça eski zamanlarda, yaratıcı olarak kabul edilirdi. İskandinavya ilahlarından Odin gibi. Sonraki zamanlarda “kahramanlar” artık “nebi” şeklinde belirdiler. Hazreti Muhammed gibi. İlerleyen zamanlarda kahramanlar, Dante gibi şair, Napolyon gibi hükümdar olmak üzere göründüler.23
Arap Peygamber’i, yalancı değildir. Milyonlarca halk, bir yalancıya “nebi” demez. Muhammed, gönül tabiatından ilham edilmiş hak peygamberdir. İşte Thomas Carlyle, böyle söylüyor. Şu kadar ki, Hazreti Muhammed’i en büyük peygamber olmak üzere tanımıyor.
Bartheloémy-St. Hilaire ise İnsanların Yüce Efendisi’ni, Hazreti Musa ile karşılaştırıyor ve onu, İsrailoğullarının peygamberinden küçük görüyor. İşte, değerlendirme, hep bu karşılaştırma merkezindedir.
Sözün sonunda, Batı ve Doğu Hazreti Muhammed’e tarihteki yerini verememiştir.
Genel tarih işleyişinde büyük bir boşluk vardır. İşte bunun içindir ki, değerlendirmelerde zincirleme bir gidiş görülemiyor. Avrupa’nın miras aldığı düşmanlık, İslam dünyasının şiddetli sevgisi, akıl dışı anlaşılabilecek bu hâli doğurmuştur. Birbirine tamamen zıt olan iki uç arasında kâinatın övgüyü hak ettiği tarihi kaybediyor.
Bu eserin, yazılmasındaki ilk amaç hak edilen bu yeri düzenlemektir. Kitabımızın tamamlanmasında söylenmesi gereken genel fikri ön sözde uygun bir şekilde söyleyelim. Değerlendirme tarihimize atıfla, iddia ederiz ki, Hazreti Muhammed bin Abdullah tarihin en büyük insanıdır. Yaradılıştan beri tarih bu kadar büyük bir sima görmemiştir. Şurası unutulmasın ki burada belirtilen fikirleri, İslami karakterimize atfen oluşan hislerimize dayanarak iddia etmiyoruz. Bizi asla, eski siyer yazıcılarının tarzında kabul etmeyiniz. Eğer ortaya çıkaracaklarımız, Veysiler24 gibi övgü yazıcılığı olsaydı, biz de oldukça tumturaklı ve hoş sözlerle bir siyer yazabilirdik. Hâlbuki amacımız, Muhammed döneminin hakkını, hem Batı’nın dikkatli araştırıcıları ve tarih yazarlarına hem de özellikle, yanlışları seven, koruyan Müslümanlara karşı savunmadır.
Evet! Muhammed el-Mustafa tarihte en büyük simadır. Bunu karşılaştırmalı tarihimiz açık olarak ifade edecektir. Peygamber, Doğu’dan, duyulmuş olan hurafelerden, Batı’da değer gören ortaya çıkmış düşünceler ve eksiltici fikirlerden kurtuluyorsa, tarihteki yüce yerini geri almayı hak edecektir. İşte, önce ve sonrasındaki amaç ve umudumuz budur.25
PEYGAMBERLİK MESELESİ
Her çeşit uzmanlığın, tarihte bir devri vardır. Zamanında nebilere ihtiyaç aşikârdı. O ihtiyaç olmasaydı, nebiler ortaya çıkmazdı. Peygamberlerin gönderilişi, bu mecburiyet ve ihtiyacı gösterir. Bir enbiya dönemi geçtikten sonra dünya başka bir şekil aldı. Artık peygamberliğe lüzum yoktu. Bu hakikati en fazla anlayan ve hakkı gereğince hareket eden Hazreti Muhammed Mustafa’dır. Kendisinden sonra insanlığın nebilik kurumuna muhtaç olmadığını, Son Peygamber parlak bir biçimde ümmetine bildirmiştir.
İnsanların belirli bir dönem nebilere ihtiyaçları olduğunu, sonraki zamanlarda ise, kahramanların nebiden daha farklı bir şekilde ortaya çıktıklarını tarih yazarları içinde Thomas Carlyle oldukça iyi bir biçimde kavramıştır.
Peygamberlik bir görevdir. Bir nebinin elinde olağanüstü mucizeler aramaya gerek yoktur. Çünkü ilk olarak, kâinatta harikuladelik yoktur; ikinci olarak sadık peygamberlik hakikatin varolma derecesinde ispata gerek olmayan hakiki bir açık olma hâlidir. Bundan dolayı iddia edilen sadık ifadesini hazırlayanın, mucizeler ve ilahî olaylar talebi gereksizdir. Nebi zaten bellidir.
Cenabıhak ki halis, katkısız Hak demektir. Her kimin zihnini kaplarsa, onun lisanı ile konuşur. Ve bu kişi de görevini yerine getirirken başarılı olursa o, nebidir. Bu tabiat ile yaratılanlar Hak peygamberidirler. Nebiler bizzat, ilham edilmişlerdir. İlham vasıtası olmak üzere gösterilen seferâ (haberci, yolcu) ile melekler aklın simgelediği şekillerdedir.
Mevcut olan nesnelerin hakikati, gizlilik sırrı, hakikatin saflığı, ulu nebilerin zihninde mevcuttur. Hakk’ın zatı orada yerleşmiştir. Her türlü hakikat nebinin şahsiyetinin aynası olarak yansır. Peygamber her ne söylerse onu şahsiyetinde hâkim olan Hakk’ın zatından kabul etmek üzere iman gereklidir. Nebiler, Hazreti İsa bin Meryem gibi aracı olarak bir hatibe başvurmadan, daha doğrusu düşünmeden bildirme şeklindedir. Kimi zaman da Hazreti Mustafa gibi her ifadeleri derin bir akla ve mantığa uygun düzenlenmiş bir şekildedir. Son peygamber, İlah namına konuşur ve tertemiz, parlak ruhuna yansıyan sözleri düzgün, katkısız lisanıyla ifade ederdi.
Tarihte, nebiler döneminde gördüğümüz kişiler hep bu özellikleri taşırlardı. Bunların nasıl, hangi biçim ve aracı ile vahiyle şereflendiklerini araştırmak gereksizdir. Vahiy, nebilerin kalbindendir. Bir varsayım olarak nebiler birer alettir: Sır, en saf hâliyle, katkısız olarak kendilerine görünmez bir şekilde vazife verir. Onlar da insanların anlayacağı sözlerle, yüce rütbeleri, akılları ve anlayışları gereğince söylerler. İkinci varsayım olarak nebiler “motor” anlamına gelecek şekilde harekettirler: Tabiatları gereği bir söz veya işten gizli bir mana çıkararak emirleri tebliğ ederler. Fakat bu iki varsayım da aynı sonuca götürmüş olur.
Din ile bilimin arasını bulacak olan ancak tarihtir: Tarih, ruhsal meselelerin içindedir. Bugün yüzeysel bir bakışa sahip bir adam fen ve mantık sayesinde dinde aklın kabul etmeyeceği şeyler görebilir. Özellikle dinsizliğin fanatik taraftarları pek yaman olduğundan dini önemsememeye, küçük görmeye başlar. Bir din seven ise doğaüstü hâllerden doğal bir şey göremez.
Bu iki görüş de boş ve beyhudedir. Dine, özellikle dinlerin kökenlerine, nebilerin siyerlerine tarihsel bir gözle bakılmalıdır. Her şeyin bir psikolojisi olduğu gibi nebiliğin de ruhsal bir tarafı vardır. Üzülerek belirtmeliyim ki birçok tarih yazarı bu nebilik psikolojisini derinleştirmemişlerdir. Nebinin kişiliği ilhamın pınarı demektir. Ruh bilgisine pek uzak bulunan birtakım bilim insanı geçinen cahiller ise nebilere âdeta birçok vasıf ve özelliği yüklemişlerdir. Kimi bilim insanları, aynı hızla, İsrâiliyat’a ait kimi rivayetlerdeki simgesel unsurlar ve benzetmelere dayanarak şaka anlamına gelen eğreti hikâyeleri anlamadan, burada geçen her söze nesnel anlamlar yüklemekten çekinmemişlerdir. Belagat kuralları,26 birçok toplantıda
23
Bu pasajı kendilerine aktardığım zaman, Abdülhak Hamit Bey, “Şimdi de kahramanlar, ‘sarraf’ şeklinde görünüyorlar.” demiştir. (y.n.)
24
25
Doğu’da bilimsel araştırmalar neredeyse yoktur. Her ne biliyorsak Doğu bilimcilerine (oryantalistlere) borçluyuz. İslami bilimler, “menkul” (nakledilmiş) temeline dayanır; akla uygunluk ile alışveriş oldukça düşüktür. Hele tarih, Doğu’da son derece sessizdir. Onun için yukarıda isimleri geçen kişilerin eserlerinin dilimize aktarılması için tercüme edilmesini en temiz niyetimizle hükûmetimizden rica ederim. Doğrusu bunların Türkçeye tercüme edilmemesi kayıptır. Zamanında hükûmet yardım eder ve birçok büyük kitaplar basılırdı. Matbaa-i Amire fikirlerimizin açıklığına oldukça hizmet etmiştir. O zamanın ileri gelenlerinin çabaları, dönemimizin hâlihazırdaki vekilleri tarafından örnek olarak kabul edilmelidir.
Yukarıda bahsettiğimiz dört yazarın eserlerinin tümünün İslam tarihiyle ilişkili birçok Doğu bilimcisinin eserleri vardır ki lisan veya lisanlarımıza tercüme edilerek aktarılması bir görevdir. Bundan sonra biz Müslümanlar da, biraz bilimsel yöntemlerle incelemelerde bulunmaya çalışmalıyız. Bizden de, örneğin Doktor Sprenger çıkabilmelidir.
Bu şekilde, Kur’an’ın mana bakımından izahı bilimsellikten uzaktır. Bir Exégése (Kutsal Kitap Yorumu) çalışmasına şiddetle ihtiyacımız vardır. Şurası da unutulmasın ki, Kur’an’ın anlam itibariyle izahı, bilimde yetersizdir. Halkın yeni tarz imanını güçlendirmek için herkese elverişli olacak şekilde, Kur’an anlamını izah da lazımdır. (y.n.)
26
Belagat: Sözün düzgün, kusursuz, yerinde ve kişisine göre söylenmesini öğreten bilimin adı.