Hatemü'l Enbiya. Celal Nuri İleri

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Hatemü'l Enbiya - Celal Nuri İleri страница 9

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Hatemü'l Enbiya - Celal Nuri İleri

Скачать книгу

Muallim Naci Efendi merhum şiirine ferman etmiş, ayniyle gözyaşı ile akmaya başlamış ve doğruca karnı ile başı arasında ortaya çıkan Farsça lisanında sine, Türkçede ‘göğüs’ denilen bölgede vücudundaki cehenneme gitmiş.”28

      Ondan sonra daha da saf bir şekilde duran ve eğretiliklere nesnel şekiller vermek yarışında daha becerikli olan, ileri gelen yazarlar yetişmiş ve Naci Efendi merhumun göğüs boşluğundaki müthiş cehennemi hayal güçlerinin yettiğince somutlaştırmışlardır.

      Zannederim ki artık bu fikirleri terk etmenin zamanı geldi. Peygamberlik sözlerindeki benzetmelerin hakkını vermek lazım. Zira bu benzetmeler ve hikâyeler için, genel olarak övünülecek vasıfları içeren ve İsrail toplumlarına ait eserlere niye başvuruldu? Bu yönleri de bilmeye ihtiyacımız var. İnsanların Efendisi, din kurallarını yaymak için Hanif geleneklerini olduğu gibi koruma ve bu siyaseti sürdürmeyi tercih etmiştir. Kurduğu devrim binasının temelini geçmişten almayı uygun bulmuş. Kişisel fikrime göre burası incelenecek olursa Hazreti Peygamber’in ruh bilgisi, siyaseti bir kat daha parlayacaktır.

      Ömer Nesefi diyor ki:

      “Ululuk sahibi Allah, müjdecilerin ve uyarılarda bulunanların ve dünya insanlarına ve ahiret işlerinde muhtaç oldukları şeyleri gösterdiği hâlde birtakım peygamberler ilk emirle şereflenmiş, gönderilmeleri ve onları harikulade mucizelerle desteklendiklerini buyurmuş olduğu muhakkaktır.”

      Şu cümlelerin tarzı ileride anlaşılmalıdır:

      İnsan, birtakım emir ve yasaklar karşısında kalbini rahatlatmak, şüphe ve sezgilerini yatıştırmaya muhtaçtır. Bu ihtiyacı atlatmış olmak için, hakikat ve sebeplerle tesellisi bazı şeref sahibi kişilerin saf kalbine yansır. Bunlar da yüce ifadelerdir ki saf bir haktan ibarettir. Derin bir genel ihtiyacı sonuca getirir. Bu esrarın anlaşılmasında ve milletler ile toplulukları hidayet yoluna davette başarılar nebilerin mucizelerindendir.

      Tarih, nebi ve mucizeyi böyle anlar. Bir insan ne derecede saygın olursa, nebiler ve mucizeler hakkındaki düşüncesi de o derecede saf ve nezih, doğru ve ince olur. Kabalığı, cehaleti ne kadar fazla ise düşüncelerinin karışıklığı ve soyut ifadeleri tarif eden kelimeleri birtakım nesnel şekillerde tasvir eder. Onlar için mucize mutlaka matematiksel kanunlara ve doğa olaylarına zıt şeylerdir.

      Hazreti Muhammed, “insanların anlayacağı sözlerle, akılları ve anlayışları” gereğince davranan ileri görüşlü kişiler ise bu hakikati anlayıp kavrayış ve zekâ derecelerine göre insanlardan daha kazançlı kimselerden olmalıdır.

      Saf hakikat, bilinemezdir. Kâinatın başlangıcı ancak Hak zat tarafından bilinir. Bütün İsrailoğulları nebileri, Muhammediye görüşlerinde, aynı esrarda incelemede bulunmuşlardır. Bunlar ne İsraili ne de Nasrani topluluklardandır, hepsi Müslüman ve Allah’ın birliğine inananlardandır.

      Doğaya ait sırları yansıtabilmek, genel ihtiyaçlara bir yansıtma yeri bulmak için olağanüstü -doğa kanunlarına aykırılık değil- yaratılmış ruhlar arar. Bunların hepsi aynı cinstendir. Bu karakterde olan kimse, nebiler döneminde yetişmişse nebi olurdu. Bunun içindedir ki Hazreti Peygamber, nebiler arasında fark görmüyor. Bu şekilde, tarih, önceki peygamberleri de böyle anlar. Bulunduğumuz çevrelerde, çağımızın aklı, atalarımızın düşünceleri ile bizim peygamberliğe akıl erdirmemiz zordur. Onun için tarihin yardımıyla geçmişi canlandırarak, eski dönem ihtiyaç derecesini değerlendirirsek, peygamberliğin marifetini görmekte zorluk çekmeyiz. Aynı şekilde, günümüz his dünyası ve dinî düşüncelerin önemini, ancak, tarihin yardımıyla kökenlere müracaat ederek öğrenebiliriz.

      Peygamberlik hakkındaki tarihsel incelemeler, aktarılan birçok hikâyeyi altüst edeceği gibi acemi tarihlere karışmış birtakım nâpuhte (çiğ, tecrübesiz) fikirleri de yıkar. Ancak yeni yöntemlerle yazılmış tarih, zaman ve çevresel koşulların, ırk ve diğer etkenlerin önemini düzelterek her şeye hak ettiği değer ve itibarını verme olanağı sağlayabilir.

      Hazreti Muhammed el-Mustafa, Hak peygamberidir. Ve en büyük nebidir. O çağda, peygamberlik, neden kendisine nasip oldu da başkası bu yüce rütbeye sahip olamadı? Bu şekilde, niçin son peygamber kendisidir? Birtakım saf akıllarda yer bulan bu sorular, gerçekte cevaptan kurtulmuş sorular olsa da bu konuda bir iki söz söylemeyi fazla bulmadık.

      Peygamberlik, kendisine tayin olundu, çağdaşlarından başkasına değil; çünkü herkes nebi olamaz. Herkes doğanın gizli sırlarını barındıramaz, hak etmiş olan kişinin akıl bütünlüğü, sinirsel yapısı diğer bireylerden farklıdır. Nebinin karakteri, doğal olarak yaradılışı başkadır. Muhammed el-Mustafa’nın çağında hatta bütün çağlarda, yüksek akıl derecesi ve gücünde kimse yoktu. Eğer ondan daha fazla doğal bir kuvvete ve ruhsallığa sahip biri olsaydı, nebi, o olurdu. Mademki öyle biri çıkmadı, Hazreti Ebu el-Kasım, Hak peygamberidir. Profesör Dozy, “Muhammed zamanının en yüksek akıllısı değildi.” diyor. Ve Ömer bin Hattab ile Ebu Bekir es-Sıddık’ı, sahip oldukları güç ve fikirlerini karşılaştırdığında onları, Nebi’nin zatının üstünde görüyor. Endülüs tarih yazarı iyice bilmeliydi ki, bu iki dost kişi, peygamberlikten daha becerikli olsalardı yüce elçilik vazifesi onlara tayin olunurdu.

      Muhammed el-Emin, peygamberliğin sonuncusudur. Bunun en büyük tarihsel kanıtı ve akli ispatı kendisinden sonra peygamber gelmemiş olmasıdır. İnsanların Efendisi, devirlerin değişimini, çağların yenilenmesini oldukça iyi anladığından ve insanlığa kesinlik kazanmış bir din fikrini verdikten sonra bir daha nebi gelmeyeceğini, zamanın elçilere muhtaç olmayacağı kavrayışını verdikten sonra, peygamberlik kapısını kapamıştı. Carlyle sağ olsaydı bu yazdığım bölüme imzasını atardı.

      MADDESEL ÇEVRE

      Bir kişinin içinde bulunduğu maddesel, ırksal, millî, sosyal, ailevi, dinsel, fikirsel, duygusal ve siyasal çevreleriyle birlikte, velev zihnen de olsa soyutlandığı diğer muhitlerle, özellikle başka çevrelerde meydana gelen tarihsel olayları değerlendirmek oldukça zor bir iştir. Örneğin geleneklerine tutkun ve rivayetlere gönül vermiş bir Müslüman’a, âlemlerin en erdemlisinden bahsedildiğinde, bütün bu çevresel etkileri kaybolur; düşünmeden, istemeden birtakım olağanüstü çevreler, kişiler, olaylar zihnini ele geçirir. Yüzlerce yıldır, Muhammed’in bir tek sözünün işitilmesiyle öne eğilen atalarının Allah’tan korkan ve hatta kendi inançlarına aşırı tutkun kişilikleri, kendi kişisel derinliğinde uyanır. Ve doğal olarak değerlendirme kabiliyetleri tarihsel tabloları anlama kabiliyetini kaybeder.

      Mekke’nin toprağı başka topraklara benzemez. Kureyşliler herhangi bir insanın üzerinde yaratılmışlardandır. Arapça lisanını da, mevcut lisanlardan hiçbiriyle karşılaştırmak mümkün değildir. Hele Muhammed çağını diğer dönemlerin tarihlerine benzetmek haram değilse de dinen hoş görülemez.

      İşte böyle bir his ve değerin, aktarılabilir ve kişisel cazibe unsurlarının etken olduğu kimseler, bin üç yüz sene önce yaşanan Muhammed çağını tarihsel kavrayıştan uzaktır.

      Bunun gibi, birbirinden farklı etkileşimler ve ruhsal anlamdaki etkenler altında bulunan Batılılar diğer bir görüşten Ahmedî dünyayı, hak ettiği şekilde, düşünsel dünyalarında inşa edemezler.

      Nebi’nin doğduğu yer, doğal coğrafyası itibariyle dünyanın en zorlu kıtalarından biri olan Arap

Скачать книгу


<p>28</p>

Yazar burada, edebiyat ve söz söyleme sanatları, dil bilgisi hakkında dahi bilgisi olmadığı hâlde söz sahibi olan kişilerin yaklaşımlarına eleştiri getirmektedir. “Ayn” kelimesi, hem göz hem de aynı anda anlamlarında kullanılmıştır. Gözyaşı ve sine kelimelerindeki söz sanatlarından hareketle, şiir ve söz sanatlarına göndermede bulunmaktadır. Alıntılamış gibi yaparak, söz konusu şiirle ya da edebiyat alanında herhangi bir anlam içermeyen cümlelerle eleştiri yapılmasıdır. (ç.n.)