Rikalda yahut Amerika'da Vahşet Âlemi. Ахмет Мидхат
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Rikalda yahut Amerika'da Vahşet Âlemi - Ахмет Мидхат страница 10
Çıka çıka sandaldan gayet genç ve güzel bir kız çıkmasın mı?
Evet, bir kız! Sandalın içinde kızdan başka kimse yok! Hatta bu kızcağız o kadar perişan bir hâl ve tavırla çıkmıştı. O derecelerde hâlinden bezmişti etrafına bile bakamıyordu. Bundan da anlaşılıyordu ki kız buraya kendi isteğiyle değil; kazara gelmişti.
Kız, şöyle etrafına yüzeysel bir göz gezdirdikten sonra sandala dönüp onu tekrar nehre sürükleyip yüzdürmek için iki güzel elleriyle küpeştesine yapışarak ve nahif vücudunun ağırlığından da istifade için minimini ayaklarını kumlar üzerine basıp vücudunu nehirden tarafa çevirerek sandalı kımıldatmaya çalıştıysa da kendi güzel kollarındaki kuvvetin ve nahif vücudundaki ağırlığın yetersizliğinden sandal yerinden bile kımıldamamıştı.
Birkaç defa tekrar ettiği bu boş hareket biçare kızı ümitsizliğe düşürdü. Sandalı tekrar terk ederek yine etrafına bakınmaya başladı. Bu defa hem etrafına bakıyor hem de güya basacağı yerler ateş imişler de ayaklarını yakacaklarmış gibi bir korku ve endişeyle adımlar atıyordu. Atacağı adımları istikametle atabilmesi için buraları bilmesi gerekir. Oysa böyle bir durum söz konusu değildi. Bu kız, hangi tarafa üç beş adım atacak olsa, güya daha ilerisi daha korkunçmuş gibi bu defa da başka tarafa yöneliyordu.
Dikkat edilecek durumlardandır ki zaman gündüz olduğu hâlde kızcağız sanki bir karanlık gecedeymiş de bir adım ilerleyecek olursa kim bilir ne gibi korkunç şeylerle karşılaşacak. Dolaysıyla her adım attıkça kollarını ön veyahut yan taraflara doğru atarak tehlikeli bir şeyin bulunup bulunmadığını yokluyormuşçasına birtakım garip hareketler de gösteriyordu.
Öyle bir an oldu ki kızcağız yorgun ve perişan hâliyle korku ve endişeyle bulunduğu yerde âdeta buz kesilerek donakaldı. Eğer saçları düzgün bir şekilde taranıp büklüm büklüm bağlanmamış ve doğal hâllerine bırakılmış olsalardı, kızcağızın ürpermiş bulunduğu anda ihtimal ki başındaki saçlar kamış gibi dimdik dikileceklerdi.
Bu donmuş hâlde birkaç saniye kaldıktan sonra, avcıdan korkuyla ürküp kaçan bir ceylan gibi, kızcağız gerisin geriye ani bir hareketle koştu. Fakat nereye kadar kaçacak? İçinden çıktığı sandal nihayet otuz adım kadar bir mesafede bulunduğundan sandala kadar kaçtıysa da sandal kendisine bir sığınak değildir ki firarından istifade edebilsin.
Sandalı tekrar muayeneye başladı. Henüz su içinde bulunan kuyruk tarafına gidip vücudunun ağırlığını oraya verdi. Kuyruğun suya batmasıyla kumlar üzerindeki başın kalkabilip kalkamayacağını yokladı.
Heyhat! O nazik vücudun ağırlığından ne olur ki sandalın kuyruğu batıp da başı kumdan kurtulabilsin?
Bundan da ümidini kestikten sonra sandalın baş tarafından oturmuş bulunduğu kumları güzel elleriyle eşelemeye başladı. Sanki aklınca kumu defedip yerine su getirerek oluşturacağı minimini bir gölle sandalı yüzdürmede başarılı mı olacak? Heyhat! Elleri kazmalı kürekli üç dört kuvvetli adamın birkaç saatte yapamayacakları şeyi aciz kızcağız tırnaklarıyla mı yapabilecek?
Bundan da ümidi kırılınca genç kız ağlamaya başladı. Hem ağlıyor, hem de tekrar ormandan tarafa yürüyordu. Evvelce gelmiş bulunduğu noktaya kadar oldukça cüretle geldi. Ondan öteye yine cüret ve cesareti kendisini bırakarak, evvelki korku ve endişeyle ilerlemeye devam ediyordu.
Gele gele evvelce vahşilerin kurban edilen Patariç cesedini sırığa takılmış olduğu hâlde bırakmış bulundukları yere geldi. Bu naaşı görür görmez iki kollarını kaldırıp iki ellerinin beşer parmaklarını açarak ve gözleri yerlerinden fırlayarak kızcağızın tutulduğu korkuyu tarife gerçekten imkân kalmadı. Bu hâl o kadar müthiş bir zemin teşkil etti ki onu olsa olsa maharetli bir ressamın fırçası tasvir edebilir.
Genç kız bu korkunç naaştan ürküp kaçmak istiyor idiyse de nereye kaçacağını bilemediği gibi, böyle kafası, kolları, bacakları kesilmiş, göğsü yarılmış olan bir naaşın ne olabileceğine de akıl erdirmek merakını defedemediğinden kâh geri ve kâh ileri hareketlerle merakını gidermeye çalışıyordu. Bu gayret ve cesaretle naaşın yanına gereği gibi yaklaşarak naaşın henüz taze olduğunu fark edince, asıl o zaman korkmaya başladı. Yerden bir değnek alıp o cesedin şurasına burasına dokunmakla beraber, bunu bu hâle kimler koymuş olduğunu da keşfetmek için etrafa büyük bir dikkat ve özenle göz gezdiriyordu.
Naaşla beş dakika kadar meşgul olduktan sonra ne olduysa kendisine umulmadık bir cesaret geldi. Hem de gittikçe artan cesaretiyle etrafı keşif ve incelemeye koyuldu. Gele gele ta mezbahaya kadar geldi. Yarım saat evvel orada kesilmiş bulunan kurbanın kanları her ne kadar pıhtılaşmış idilerse de henüz kurumamış bulunduğundan, burada pek yakın bir zamanda insanın kesildiğini kızcağız hemen anladı.
Anlamaması nasıl mümkün olur ki! Gözü önünde bulunan kanlı mezbahanın ne hizmet için yapıldığını, yolu buralara düşen Avrupalıların tamamı bilecekleri gibi malum kurbanın yanında bir de büyük put bulunduğundan orasının bir vahşilerin mabedi olduğunu da anlamış oldu!
Hele kızcağız etrafındaki ağaçlara gözünü kaldırıp bakınca daha da dehşete düştü. Bazıları bembeyaz kemikten ve bazılarının etleri, derileri kuruyup yapışmış etlerden olmak üzere birçok insan uzvunu görünce ve hele yeni kesilmiş bulunan adamın taze ciğeriyle kalbi bir ağaçta sallanmakta olduğunu; başı, kolları ve ayakları diğer ağaçlarda mıhlı bulunduklarını görünce yavaş yavaş artan cüret ve cesareti birdenbire kendisini terk etmişti. Bütün bunlara şahit olan zavallı kızcağız, yine bir buz kesildi kaldı.
İşte sandaldan çıkıp gelen kızın buraya kadarki durumunu gayet kısa tasvir ettik. Peki, bunları kısaca tasvir ederken ağaçların arkalarında gizli bulunan vahşilerin tamamı ne yapıyordu? Evet, bunlar da bütün bu olup bitenleri izliyorlardı. Onlar izledikleri gibi hikâyenin yazarı olmak sebebiyle bunların hâl ve vaziyetleri de bize malum olduğundan okuyucularımıza haber verebiliriz ki işin başında vahşilerin de uğradıkları korku ve endişe kızdan aşağı değildi. Bunlar bu kızın oraya kadar tek başına gelmediğini ve bu sandalın büyük bir gemiye bağlı olduğuna emin oldukları için Maradangal ve Fardiç tarafından edilen işaret üzerine, birkaçı nehrin yukarı ve aşağı taraflarına doğru sahil boyunca giderek ve muhtemelen o taraflarda olacağı belli Avrupa gemisini keşfe gayret etmişlerdi. İşbu keşif hizmetine giden vahşiler dönünce, görebildikleri yerlere kadar Avrupa gemilerinden eser olmadığı haberini getirinceye değin vahşiler kendilerini kıza asla göstermediler. Kızcağızın o korku ve endişe içindeki korkunç hâlini uzaktan uzağa ağaçlar arkasından seyrediyorlardı. Hem bu seyirleri uzun süre de devam etti. Zira kızın sandaldan çıkıp mezbaha önüne gelmesine kadar bir çeyrek saat geçtiği gibi mezbaha önünde ve Huyi Çilopoştli heykelinin karşısında ve insan uzuvları asılı bulunan ağaçlar dibinde kâh korkuyla ve kâh cesurca inceleme ve gözlemlerle geçirdiği zaman da yarım saati bulmuştu.
O civarlarda Avrupalı gemisi bulunmadığına vahşiler kanaat getirince,