Rikalda yahut Amerika'da Vahşet Âlemi. Ахмет Мидхат
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Rikalda yahut Amerika'da Vahşet Âlemi - Ахмет Мидхат страница 14
“Zavallı kızcağız! Ne diyecek? Kendi hakkındaki ilk suikastınızı anlayamamış ve bilmiyor ki, sizin için kötü bir şey söylesin. Diyor ki, ‘Bu kabile halkı ne kadar merhametli adamlarmış! Ne cömert insanlarmış! Cümlesi beni büyük bir nezaketle karşılıyor. Yedirip içirip karnımı doyurdular. Şimdi de alıp ikametgâhlarına götürüyorlar ki beni orada misafir edecekler.’ İşte, kızcağızın söylediği sözler bunlardır.” diye vahşilerin kız hakkındaki iyi düşüncelerini artıracak yolda sözler söylüyordu. Ama bu söylediklerinden derhâl kızı da haberdar ediyordu. “Ben sizin için şöyle söylüyor idim. Siz de onların yüzlerine tebessümle bakarak kendilerinden vahşi görünmemelisiniz.” talimatını vermekten de geri durmuyordu.
Kervanın bu akşam mağaralara dönüşü hem hususi hem de dikkat çekiciydi. Bütün kervan halkı Miss Johnsonser’i daha yakından görmek için, ileride iseler gerilemek ve geride iseler ilerlemek kaydında bulunuyor, hele Fardiç ile Rikalda kızın yanından bir türlü ayrılamıyorlardı.
Bazıları beyaz derililerin vücudu yumuşak mıdır, katı mıdır anlamak için parmağını kızın eline, ensesine, yanağına filanına bastırıp, hele bazıları beyaz derililerin kendilerine mahsus bir kokusu varsa anlamak için kızın vücuduna bastırdığı parmağı koklamaya kadar cehalet ve vahşet gösteriyorlardı.
Moşamol’un bir sorusuna cevap vermek için kızcağız ne zaman ses çıkaracak olsa, yanında bulunan vahşiler büyük bir ciddiyetle ona kulak verip sesinin nasıl olduğunu öğrenmeye çalışıyorlardı. Bazıları da kızın ağzından kapabildikleri bir kelime Fransızcayı bin defa tekrarla kendi lisanlarına asla benzemeyen bu lisanı mutlaka vahşiler lisanıdır diye küçümsemeye kadar varıyorlardı.
İşte bu suretle üç saat kadar yürüdükten sonra Fardiçar Azteklerinin asıl ikametgâhlarına gelmiş oldular ki vardıklarında artık gece çökmüş olduğundan ve geceleri erken yatmaksa vahşilerin bir alışkanlığı dolayısıyla her ne kadar Rikalda şu beyaz derili kıza biraz şarkılar okutarak danslar ettirmek istediyse de kızın yorgun ve misafir olmasından, asıl vaktin fazlasıyla geçmiş olmasından, uyku zamanının girmiş bulunmasından, kızcağız bu zahmetten kurtulmuş oldu.
Vahşilerde bir aile halkının öyle ayrı ayrı hücrelerde yatma alışkanlığı yoktur. Aile üyelerinin tamamı bir yuvada yatarlar. Bazen birkaç aile bir mağarada yaşar. Ancak böyle birçok adamın bir yerde yatması Avrupa medeniyetince ayıplandığı hâlde işbu vahşilerce böyle bir şeye de lüzum yoktur. Ayıp denilen şey onun içinde ve düşüncesinde olan bir şeydir. Bir şeyde nefrete sebep bir hüküm bulunmadıktan sonra ayıp aramaya gerek kalır mı?
Bizce gayet ayıp olan şeylerden sayılan birçok hâl, Amerikalılar gibi vahşiler nezdinde değil; Arap ve Kürt gibi bazı bedeviler nezdinde bile pek de ayıplardan sayılmaz. Onlarca da birçok adamın yalnız bir çadır altında yatmalarından pek utanılmaz. Zira gerek vahşilerde ve gerek bedevilerde uyku denilen şey insanın kendisinden ayrıldığı öyle fevkalade bir hâldir ki, uyku hâlinde bir düşman o adama kastedemediği gibi, bir hırsız da malına el uzatamaz. Hatta vücudunda bazı hâller meydana gelse bile hiç kimse gözünü kaldırıp bakamaz. Her zamana, her mahalle göre bir edep, bir terbiye vardır ki, o zamanın ve o yerin usulüne göre insanların rahatı neyi gerektiriyorsa her şey onun üzerine inşa edilmiştir.
Tufanın ardından Hz. Nuh’un, uyku esnasında bazı mahrem azalarının açılabilmesi o zamanın giyim kuşam kurallarına göre mümkün imişse de, bakmamak gereken şeye bakmanın Allah katındaki cezası da ebedî bir yüz karalığı ile tayin olunmuştur ki, bu hassas ve hikmetli noktanın şöyle vahşi bir âlemde de görülmesi gerçekten hayret edilecek bir durumdur.
Moşamol ne kadar olsa Avrupalıların yaşantısını bildiği ve bir genç kızın yattığı odada başkasının yatmasının uygun olmadığını biliyordu. Dolayısıyla mağara içinde şöyle ufak ve fırın gibi derince bir yerin beyaz derili kıza tahsisini Âfitâb-zâde Fardiç’ten müsaade etti. Onun izin vermesiyle oraya en yumuşak otlardan naklederek Miss Johnsonser’in nazik vücudu için mümkün mertebe yumuşak bir yatak vücuda getirdi. Kendisi de bu yatakhanenin girişinin önüne uzanıp yatmıştı. Moşamol’un beyaz derili kıza bu suretle yaklaşması vahşİler nezdinde hiçbir kuşkuya sebep olmazdı. Buna rağmen Miss Johnsonser ile Moşamol nazarında bu kadarcık koruma imkânının ne derecelerde önemi olacağını da anlatmaya gerek yoktur.
Bu gece sabaha kadar Azteklerin ikametgâhında pek de kayda değer bir olay olmamıştı. Zavallı Miss Johnsonser, gündüz Moşamol’a da hikâye edip haber verdiği gibi iki gün iki gece koca Missouri Nehri’nin müthiş akıntıları ve korkunç girdapları üzerinde yalnız başına bir sandalın içinde aç karınla seyahat ederek nice bela ve musibetlerle karşılaşarak âdeta canından bezmişti. Bu gece tutulduğu şu Aztekler mağarası da kendisi için güvenli bir liman olmuştu. Yine her ne kadar bu gece altına serilen o yumuşak otlar, alışık olmadığı bir yatak olsa da aşırı yorgunluğundan nasıl uyuduğunu bile fark edememişti. Sabahleyin uykudan uyandığı zaman henüz gece midir, gündüz müdür pek fark edememişti. Çünkü kaldığı mağaranın içi karanlıktı. Dolayısıyla uyandığında pek korkmuş ise de, yorgunluğu az da olsa geçtiği için, Hak Teâlâ hazretlerinin şu inayet ve ihsanından çok müteşekkir kalmıştır.
4
Azteklerden özellikle bu Fardiçar kabilesinin yaşadığı mağaralar bundan önce de görüldüğü üzere Missouri Nehri sahiline yirmi beş kilometreden fazla mesafede ve ormanın gayet latif bir mevkisinde bulunmaktadır ki zemini kumsal ve düz olmasından da anlaşılacağı üzere bir vakitler Missouri Nehri oradan çıkmaktaymış. Hatta böyle düz yerlerde mağaraların bulunabilmesi mümkün değilken oralarda bu mağaraların var olması da Missouri Nehri’nin eski kaynağı olmasındandır. Yani bu mağaraları oluşturan kayaların üzeri kim bilir ne kadar sağlam bir toprak tabakasıyla örtülü ve içi de toprakla dolu iken Missouri Nehri malum toprağı yalaya yalaya alıp götürerek kayaları ortaya çıkarmakla özellikle bu mağaralar da o şekilde vücuda gelmiştir.
Bu mağaraların ya gayet çok eski ve kadim olmaları ya da yeni olmaları gerekir. Eğer eski olarak kabul edilirse buralarda eski medeniyetlerin kurulduğuna dair bazı şekil ve resimlerin olması gerekirdi. Zira Kuzey Amerika’nın bazı böyle büyük mağaralarında Meksika hiyeroglif şekilleriyle birtakım da kaba saba resimler çokça görülürken bu mağaralarda zikredilen resim ve şekillerden hiçbir eser yoktur.
Mağaralar esasen üçtür diye hükmedilir. Zira üç yerden gayet geniş üç mağaraya girilir ki bunlardan birbirine geçmek için yol varsa da her biri birer ufak köyün umumi meydanı hükmünde bulunuyordu. O umumi meydan etrafında da başkaca birkaç küçük mağaralar mevcuttur. Eğer bu küçük mağaraların her biri bir haneye benzemeyip de birer daire yahut oda farz edilecek olursa büyük ve geniş mağaralar da bu odaları kapsayan konağın sofası veyahut divanhanesi hükmünü alır.
Üç büyük mağaradan ikisinin tavan mesabesine bağlı olan kubbesinde tabii birer baca bulunduğundan bu bacalar oldukça aydınlık vermeye hizmet ettikleri gibi havalandırmaya da yardım ederler. Ama bunları “tavan” ve “kubbe” diye tabir etmiş olduğumuza bakıp da büyük mabetlerin muntazam tuğla veya taşlarla örülmüş kubbeleri veyahut büyük binaların tahta veya bağdadi olarak yapılıp boyanmış tavanları zannetmemelidir.