Kızıl Odanın Rüyası II. Cilt. Сюэцинь Цао
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Kızıl Odanın Rüyası II. Cilt - Сюэцинь Цао страница 13
“Kuzen, dur bir dakika! Bir şey söylememe izin ver.”
Daiyu bir eliyle gözlerini silerken, diğeriyle de Baoyu’yü itti.
“Söyleyecek bir şey yok. Ne diyeceğini biliyorum zaten.”
Böyle dedikten sonra hızla dönüp gitti; arkasına bile bakmadı. Baoyu hayretle ona bakarak, olduğu yerde kalakaldı.
Evden aceleyle çıktığı için yelpazesini almayı unutmuştu. Xiren o olmadan çok bunalacağını düşünerek, hemen arkasından fırladı ama biraz ileride Daiyu ile konuştuğunu görünce durdu. Kısa bir süre sonra Daiyu yürüyüp gitti, Baoyu ise olduğu yerde hareketsiz duruyordu. Xiren de yanına gidip konuşmak için o anı seçti.
“Yelpazeni almadan çıkmışsın.” dedi. “İyi ki fark ettim. Al. Sana vermek için koştum, geldim.”
Hâlâ şaşkın bir hâlde orada duran Baoyu, Xiren’in kendisiyle konuştuğunu gördü ama kim olduğunu algılayamadı. Gözlerinde yine aynı bakışla konuşmaya başladı.
“Sevgili kuzen! Sana karşı hislerimi daha önce söylemeye cüret edemedim. Şimdi bütün cesaretimi toplayıp söylüyorum, sonra ne olursa olsun. Senin yüzünden ben de kendimi hasta ettim; kimselere söyleyemedim, sessizce katlanmak zorunda kaldım. Sen iyileştiğin gün ben de iyileşeceğim, buna inanıyorum. Gece gündüz, uyurken ve uyanıkken, hep aklımdasın.”
Xiren bu itirafı şaşkınlık içinde dinledi.
“Merhametli Buda, beni koru!” diye bağırdı. “Bu beni öldürecek!” Baoyu’yü sarstı. “Neler diyorsun sen? Büyü mü yaptılar sana? Acele etsen iyi olur!”
Baoyu kendisine gelince, konuştuğu kişinin Xiren olduğunu gördü. Utançtan kıpkırmızı oldu ve yelpazeyi elinden kapıp kaçtı.
Baoyu gittikten sonra, Xiren az önce söylediklerini düşündü ve Daiyu için olduğunu anladı. Eğer ikisinin arasında olanlar Baoyu’nün sözlerinin ifade ettiği gibiyse, çirkin bir skandal çıkmasının muhtemel olduğunu hissetti ve bunu önlemek için ne yapabileceğini merak etti. Tıpkı Baoyu gibi, o da hiçbir şey görmeden ve kıpırdamadan durmuş düşünüyordu. O anda gelen Baochai onu bu hâlde buldu.
“Bu kızgın güneş altında durmuş ne düşünüyorsun?” diye sordu, gülerek.
Xiren de güldü.
“İki serçe kavga ediyordu. Öyle komiklerdi ki durup onları seyrettim.” dedi.
“Kuzen Bao sokak kıyafetlerini giymiş, hızla nereye gidiyordu?” diye sordu Baochai. “Seslenip soracaktım ama son zamanlarda o kadar aksi ki soramadım.”
“Beyefendi çağırmış.” dedi Xiren.
“Ya! Bu sıcakta neden acaba? Umarım bir şeye sinirlenip onu cezalandırmak için çağırmamıştır.”
“Yok, ondan değil. Sanırım bir misafir gelmiş.”
“Galiba düşüncesiz bir misafir.” dedi Baochai. “Böyle kavurucu bir günde, evinde kalıp serinleyeceğine gelip insanları rahatsız ettiğine göre.”
“Bunu ona söyle bakalım!” dedi Xiren, gülerek.
“Xiangyun senin orada ne yapıyordu?” diye sordu Baochai, konuyu değiştirerek.
“Biraz sohbet ettik.” dedi Xiren. “Benim yaptığım terlikleri biliyorsun, dikip tamamlamasını rica ettim ondan.”
“Sen akıllı bir kadınsın.” dedi Baochai, sağına soluna bakıp kimse olmadığından emin olunca. “Birkaç dakika onu rahat bırakacak kadar düşünceli olmanı beklerdim. Son zamanlarda Yun’ün hâline ve etraftan duyduklarıma bakılırsa, evde artık bir hanım gibi değilmiş. Ailesi masrafları kısmak için terzi çalıştırmıyormuş, bütün dikiş işlerini kendileri yapıyorlarmış. Eminim bu yüzden, son ziyaretlerinde benimle yalnız kaldığında, evde ne kadar yorulduğundan söz edip duruyordu. Onu konuşturmak için sıkıştırdığımda, gözleri yaşarıyor, kaçamak cevaplar veriyordu; söylemek istiyor ama cesaret edemiyordu. Bu kadar genç yaşta anne ve babasını kaybetmek çok zor olmalı. Bu kadar sömürülmesine çok üzülüyorum.”
“Anlıyorum!” dedi Xiren ellerini kavuşturarak. “Geçen ay on tane kelebek fiyongu yapmasını istediğim zaman, neden o kadar geç gönderdiği şimdi anlaşılıyor. Sadece şöyle bir tutturduğunu, işe yarayacağını umduğunu, yoksa kalmaya geldiğinde daha iyisini yapacağını söylemişti. Demek bundanmış. Ben rica edince reddedemedi ama sanırım zavallıcık onları yapmak için gece geç saatlere kadar uğraşmak zorunda kaldı. Ah, ne aptalım! Bilseydim hiç istemezdim.”
“Geçen sefer geldiğinde, gece yarılarına kadar oturup dikiş dikmesinin normal olduğunu söyledi.” dedi Baochai. “Eğer evdeki kadınlar onun başkaları için dikiş diktiğini görürlerse kızıyorlarmış.”
“Ama öyle aksi ve inatçı bir küçük beyimiz var ki kendi dikişlerinin evdeki terziler tarafından yapılmasını istemiyor. Büyük ya da küçük, her türlü iş illa ki kendi odasında yapılacak, ben hepsiyle başa çıkamıyorum.”
Baochai güldü.
“Neden onu dikkate alıyorsun ki? Ona söylemeden terzilere yaptırabilirsin, senin yaptığını söylersin.”
“Onu kandırmak o kadar kolay mı?” dedi Xiren. “Farkı hemen anlar. Hiç kaçış yok. Kendim yavaş yavaş yapmaya devam edeceğim.”
“Bir dakika!” dedi Baochai. “Bu konuda bir çare düşünelim. Ben sana yardım edeyim.”
“Gerçekten mi?” dedi Xiren. “Yaparsan çok memnun olurum. O zaman bu akşam getiririm.”
Onlar konuşurken yaşlı bir hizmetçi büyük bir heyecan içinde koşarak geldi.
“Korkunç bir şey!” dedi. “Jinchuan durduk yere kuyuya atlayıp boğulmuş!”
“Hangi Jinchuan?” dedi Xiren, irkilerek.
“Burada kaç tane Jinchuan var ki? Hanımefendiye hizmet eden Jinchuan tabii ki; önceki gün işten kovulmuştu. Evde ağlayıp durmuş ama kimse umursamamıştı. Sonra birden ortadan kaybolmuş. Şimdi birisi güneydoğudaki kuyudan su çekmeye gidince, kuyuda birini görmüş, hemen yardım çağırmış; çıkardıklarında Jinchuan olduğunu görmüşler. Onu kurtarmak için çok uğraşmışlar ama çok geçmiş. Ölmüş!”
“Ne tuhaf!” dedi Baochai.
Xiren başını sallayıp içini çekti. Yanaklarından yaşlar süzüldü. Jinchuan’la ikisi kardeş gibiydiler. O Kızıl Neşe Avlusu’na dönerken, Baochai de Wang Hanım’a başsağlığı dilemeye gitti.
Wang Hanım’ın dairesi tuhaf derecede sessizdi; hanımefendi de kendi odasında yalnız başına