Kızıl Odanın Rüyası II. Cilt. Сюэцинь Цао
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Kızıl Odanın Rüyası II. Cilt - Сюэцинь Цао страница 17
“Tam tersi.” dedi Büyükanne Jia. “Asıl sen beni reddettin. Ama merak etme. Nanking’e döndüğüm zaman, burada sana engel olacak kimse kalmayacak. O zaman istediğin kişiyi dövebilirsin.” Sonra refakatçilerine döndü.
“Hadi, çabuk toplanın! Arabayı ve atları hazırlayın da bir an önce yola çıkalım!”
Jia Zheng kendini yerlere atıp secde ederek af diledi. Ama oğlunu azarlarken yaşlı kadının aklı torunundaydı; bu yüzden de oğluna hiç aldırmadan içeri girdi.
Gördüğü manzaradan bunun hiç de sıradan bir dayak olmadığını anladı. Mağdura karşı büyük bir acı, bunu yapana karşı da yeniden korkunç bir öfke duydu. Uzunca bir süre çocuğu sımsıkı kucaklayıp ağladı, sonra Wang Hanım, Xifeng ve Li Wan’in beraber teselli etme çabalarıyla biraz toparlandı. O sırada birkaç hizmetçi ve yaşlı kadın gelip Baoyu’yü ayağa kaldırmaya çalıştılar.
“Aptallar!” dedi Xifeng. “Gözünüz kör mü? Yürüyecek hâlde olmadığını görmüyor musunuz? Gidip içeriden yazlık, hasır yatağı getirin, onunla taşıyın.”
Dediği gibi yaptılar ve Hint kamışından örülmüş, uzun ve dar bir yatağı getirip Baoyu’yü üzerine yerleştirdiler. Sonra Büyükanne Jia, Wang Hanım ve diğerleri önden giderek, delikanlıyı Büyükanne Jia’nın dairesine taşıdılar. Annesinin kendisine çok öfkelendiğini iyi bilen Jia Zheng bir türlü yatışmamıştı ve her şeyi olduğu gibi bırakmak istemediğinden, grubun peşinden içeri gitti. Gözleri, şimdi gerçekten çok korkunç dövüldüğünü gördüğü Baoyu’den Wang Hanım’a yöneldi. Kadıncağız acı acı ağlıyordu, hıçkırıklarının arasına, “Ah çocuğum benim!”, “Oğlum!” nidaları karışıyordu. Sonra bu sözleri kesip, üzüntüsünün kaynağına çıkışmaya başladı.
“Neden Zhu yerine sen ölmedin? Zhu senin gibi babasını kızdırmazdı, ben de bu bitmeyen endişeden kurtulmuş olurdum. Sen de beni bırakıp gidersen, ne hâle gelirim ben?” Ardından “Ah zavallı çocuğum!” çığlığı atarak tekrar ağlamaya başladı.
Jia Zheng bunu duyunca yüreği yumuşadı, çocuğu bu kadar vahşice dövdüğüne pişman oldu. Yaşlı annesini teselli edecek sözler bulmaya çalıştı ama kadın gözünde yaşlarla ona saldırdı.
“Bir baba yanlış bir şey yapan oğlunu cezalandırabilir ama böyle değil! Neden gitmiyorsun? Öldüğünü gözünle görmeden için rahat etmeyecek mi?”
Jia Zheng saygıyla çekilmek zorunda kaldı.
O zamana kadar Xue teyze, Baochai, Xiren, Xiangling ve Xiangyun de gelmişlerdi. Xiren o kadar üzgündü ki herkesin içinde duygularını ifade edemiyordu. Herkes Baoyu’nün etrafına toplanmış, kimisi yelpaze sallıyor, kimisi su içmeye zorluyordu; onun yapabileceği bir şey yoktu. Kendisini gereksiz hissedip oradan ayrıldı, iç kapıdan çıkınca, hizmetkârlardan Mingyan’i bulmalarını istedi; neler olduğunu soracaktı ona.
“Beyefendi onu neden böyle dövdü?” dedi delikanlı gelince. “Kötü bir şey yapmıyordu ki. Neden zamanında bizi uyarmadın?”
Mingyan içerledi.
“Bu olurken ben orada değildim ki! Duyduğumda zaten dayak yemişti. Nedenini öğrenmek için elimden geleni yaptım. Beyefendiyi sinirlendiren iki konu var gibi görünüyor. Birisi, Qiguan ile ilgili, diğeri de Jinchuan ile.”
“Beyefendi bunları nasıl öğrendi?” diye sordu Xiren.
“Qiguan meselesinin arkasında Bay Xue var herhâlde.” dedi Mingyan. “Bay Xue onu öyle kıskanıyordu ki başka birini araya sokup beyefendiye anlatılmasını sağlamış olabilir. İşte o zaman kıyamet koptu! Jinchuan meselesine gelince, onu da Efendi Huan’dan duydu; en azından beyefendinin kendi hizmetkârları bana öyle söylediler.”
Mingyan’in ileri sürdüğü iki neden Xiren’in kendi gözlemleriyle uyuşuyordu. Dolayısıyla aklı yattı. Olanların böyle meydana geldiği konusunda kendinden emin bir şekilde tekrar içeri döndü. Herkes Baoyu için bir şeyler yapmaya çalışıyordu. Yapılacak fazla bir şey kalmayınca, Büyükanne Jia onu itinayla kendi odasına götürmelerini emretti. Bir bağırtı ve telaş içinde bütün eller yatağını taşımak için uzandı. Sonra önceki gibi Büyükanne Jia, Wang Hanım ve diğerlerinin öncülüğünde onu Bahçe’ye, Kızıl Neşe Avlusu’na götürüp yatağına yatırdılar. Biraz daha telaştan sonra yavaş yavaş herkes çekildi; sonunda Xiren, Baoyu ile yalnız kaldı.
Baoyu’nün onun sorularına ne cevaplar verdiği gelecek bölümde.
34. BÖLÜM
Daiyu’nün Baoyu’ye duyduğu büyük sevgi diğer kuzenini öfkelendirir.
Asılsız bir suçlama hak edilmemiş bir paylamaya yol açar.
Herkes çıkınca, Xiren, Baoyu’nün yatağının kenarına oturdu ve gözyaşları içinde neden böyle dayak yediğini sordu. Baoyu içini çekti
“Her zamanki şeyler. Soruyor musun? Vücudumun aşağısı çok acıyor, kırık falan var mı, bir baksana.” dedi.
Xiren nazikçe pantolonunu çıkarmaya çalıştı ama en ufak bir hareket bile Baoyu’nün dişlerini sıkıp inlemesine neden oluyordu; bu yüzden Xiren hemen vazgeçmek zorunda kaldı. Üç dört denemeden sonra çıkarmayı başardı. Gördüğü manzara karşısında kendisi de dişlerini sıktı. Kalçaları dört parmak genişliğinde siyahlık ve morluklarla doluydu.
“Ah anneciğim!” diye bağırdı Xiren. “Nasıl bu kadar acımasız olabildi? Çok fena vurmuş! Beni birazcık dinlemiş olsaydın, başına bunlar gelmeyecekti. Ömür boyu sakat kalabilirdin! Düşüncesi bile korkunç!”
Tam o sırada Baochai’in geldiğini haber verdiler. Baoyu’ye tekrar pantolonunu giydirecek zaman olmadığından, Xiren hafif bir örtü kapıp üzerine örttü. Baochai elinde büyükçe bir hapla içeri girdi.
“Bu akşam bu hapı şarapta eritip yaralarına sür.” dedi Xiren’e. “Çürüklerin kötü kanını dağıtıp iltihabı keser. Ondan sonra da hızla iyileşir.”
Sonra Baoyu’ye döndü.
“Şimdi biraz daha iyi misin?” diye sordu.
Baoyu teşekkür etti. Biraz daha iyi hissettiğini söyleyip yanına oturmasını istedi. Baochai onu gözleri açık ve yeniden konuşurken görünce çok rahatladı. Üzüntüyle başını salladı.
“Dediklerimize kulak verseydin, bunlar olmayacaktı.” diyerek içini çekti. “Yalnızca Büyükanne Jia ve Wang Hanım değil, herkes çok üzüldü, biliyorsun. Hatta…”
Duygularına kapıldığına pişman olup birden sustu, kızararak başını önüne eğdi. Baoyu onun içten ses tonundaki gizli duyguları hissetti; birden şaşkınlık içinde bocalayıp kızarınca ve başını eğip kuşağıyla oynayınca öyle dokunaklı göründü ki delikanlı sevinçten acısını bile unuttu.
“Birkaç bambu darbesi aldıysam ne olmuş?” diye düşündü. “Ama