Mister Pickwick'in Maceraları I. Cilt. Чарльз Диккенс
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Mister Pickwick'in Maceraları I. Cilt - Чарльз Диккенс страница 24
“Pek çok yorgun senenin bakış açısıyla bakmakta olduğu ve uğruna çok acılar çektiği geri dönüş buydu işte! Ne bir memnun yüz ne bir affedici bakış ne gidilecek bir ev ne yardım için uzanan bir el ki burası eski köyüydü. Ne diye onca sene vahşi, ulaşılmaz ormanlarda, başka kimsesi olmadan acı çekmişti? Bunun için mi?”
“Esaret ve rezalet içinde olduğu uzak diyarlarda memleketini bıraktığı şekilde düşündüğünü ve döndüğünde nasıl olacağının aklına gelmediğini fark etti. Üzücü gerçeklik kalbine bir hançer gibi saplandı ve ruhu âdeta küçüldü. Muhtemelen onu nezaket ve merhametle karşılayacak olan o tek kişiye soru soracak ve kendini tanıtacak cesareti yoktu. Yavaşça yürümeye devam etti, suçlu bir adam gibi yolun en dibine geçerek iyi tanıdığı çalılıklara döndü ve yüzünü elleriyle kapatarak kendini çimenlere attı.”
“Yanında sırtüstü uzanan bir adam olduğunu fark etmemişti. Adam yeni gelene bakış atmak için döndüğünde kıyafetleri hışırdadı ve Edmunds başını kaldırdı.”
“Adam oturur pozisyona geçti. Bedeni çok yıpranmıştı, yüzüyse buruşuk ve sarıydı. Kıyafetlerine bakılırsa sanki ıslahevinden çıkmış gibi görünüyordu: Çok yaşlı bir görüntüsü vardı ancak bunun sebebi daha çok, uzun yıllar sürmüş sefalet ve hastalık gibiydi. Yabancıya dikkatle baktı. Gözleri başta donuk ve yorgun olsa da yabancıya kısa bir bakış attıktan sonra doğal olmayan ışıkla ve endişeli bir ifadeyle parlamaya başlamışlar, neredeyse yuvalarından çıkacak gibi olduklarını fark etti. Edmunds sonunda dizlerinin üstünde doğrulup yaşlı adamın yüzüne gittikçe artan bir ciddiyetle baktı. İkisi de sessizlik içinde birbirlerine bakmaya başladılar.”
“Yaşlı adamın beti benzi atmıştı. Titreyerek doğruldu. Edmunds da ayağa fırladı. Adam birkaç adım geriledi. Edmunds öne bir adım attı.”
“ ‘Konuş bakalım.’ dedi mahkûm, kalın, çatallaşmış bir sesle.
‘Geri bas!’ diye bağırdı yaşlı adam, ürkütücü bir sesle. Mahkûm ona daha da yaklaştı.
‘Geri dur!’ diye ciyakladı yaşlı adam. Korkudan deliye dönmüştü, bastonunu kaldırdı ve Edmunds’un yüzüne sertçe vurdu.
‘Baba, şeytan!’ diye mırıldadı mahkûm, dişlerinin arasından. Delilikle öne atıldı ve yaşlı adamın boğazına yapıştı. Ama bu babasıydı ve kolları çaresizce iki yana düştü.”
“Yaşlı adam, şeytani bir ruhun uluması gibi ıssız tarlalarda yankılanan yüksek bir çığlık attı. Yüzü simsiyah oldu, yalpalayıp düşerken ağzından ve burnundan akan kan çimeni koyu kırmızıya boyadı. Bir damarı patlamıştı ve oğlu onu yerden kaldıramadan ölmüştü. ‘Daha önce sözünü ettiğim kilisenin o köşesinde, bu olaydan sonra üç yıl benim yanımda çalışan, pek çok adamdan daha sağlam, tövbekâr ve alçak gönüllü olan adam gömülüdür.’ dedi yaşlı beyefendi, bir an süren sessizlikten sonra. ‘Yaşadığı sürede benim dışımda kimse kim olduğunu ya da nereden geldiğini bilmedi. O kişi John Edmunds’tu, geri dönen mahkûm.’ ”
Yedinci Bölüm
Mr. Winkle’ın Kaş Yapayım Derken Göz Çıkarması; Dingley Dell Kriket Kulübünün Muggletonlılara Karşı Oynaması ve Muggletonlılara Yemeği Dingley Dell’in Ismarlamasına Ek Olarak Diğer İlginç ve Öğretici Konuların Olduğu Bölüm
Ya günün yorucu maceraları ya da rahibin öyküsünün uyku getirici etkisi Mr. Pickwick’in uykuya yönelik eğilimlerine o kadar güçlü etki etti ki kendisine verilen rahat yatak odasına girdikten sonra beş dakikaya kalmadan derin ve rüyasız bir uykuya daldı ve ancak sabah, güneşin sistematik biçimde odaya dalmasıyla birlikte uyandı. Mr. Pickwick uykucu biri değildi, bu yüzden de çadırından fırlayan ateşli bir savaşçı gibi yataktan kalktı.
“Çok hoş bir arazi.” diye iç çekti coşkulu beyefendi, demir kafesli pencereyi açarken. “Bir kez böylesi bir manzaranın etkisinde kalmış biri bir daha nasıl her gün tuğlalı damlara bakabilir ki? Kim etrafta hiç kümes olmamasına ve kümese en yakın şeyin baca teli olmasına dayanabilir? Çiçek kokusu yerine duman kokusuna, tarlalar dolusu yeşillik yerine tek yeşilliğin saksıda olmasına nasıl dayanabilir? Kim öylesi bir yerde hayatını sürdürmeye dayanabilir? Kim, sorarım size, kim buna katlanabilir?” ve yalnızlığı uzun bir süre boyunca en kabul görmüş emsallerle çapraz sorguya çektikten sonra, Mr. Pickwick başını pencereden çıkardı ve etrafına baktı.
Otların zengin, tatlı kokusu odasının penceresine kadar geliyordu; alttaki minik çiçek bahçesinin yüzlerce parfümü havayı tazeliyordu; koyu yeşil çayırdaki her bir yaprak hafif rüzgârda titreşirken üzerlerinde sabah çiyi parlıyordu; kuşlar, sanki her parlak damla onlar için yapılmış bir ilham çeşmesiymiş gibi şakıyorlardı. Mr. Pickwick büyüleyici ve lezzetli bir dalgınlığa kapıldı.
“Merhaba!” Onu kendine getiren ses oldu.
Sağına baktı ama kimseyi göremedi; gözleri sola kaydı ve her yeri inceledi; gökyüzüne baktı, orasıyla işi yoktu ve sıradan bir zihnin ilk anda yapacağı şeyi yaptı, bahçeye baktı ve bakmasıyla orada Mr. Wardle’ı buldu. “Nasılsınız?” dedi iyi niyetle kendi keyif verici düşünceleriyle nefes nefese kalmış adam. “Çok güzel bir sabah, değil mi? Sizi bu kadar erkenden gördüğüme sevindim. Hemen aşağı inin ve dışarı çıkın. Sizi burada bekleyeceğim.” Mr. Pickwick’in bu daveti ikiletmesine gerek yoktu. On dakika hazırlanması için yeterliydi ve bu süre dolduğu anda beyefendinin yanında buldu kendini.
“Merhaba!” dedi Mr. Pickwick aşağı inince. Arkadaşının elinde bir silah olduğunu ve bir diğerinin de çimende hazır beklediğini görünce, “Neler oluyor?” diye sordu.
“Arkadaşınız ve ben.” diye yanıtladı ev sahibi. “Kahvaltıdan önce ekin kargası vurmaya gideceğiz. İyi nişancıdır, değil mi?”
“Çok iyi bir nişancı olduğunu söylediğini işittim.” diye yanıtladı Mr. Pickwick. “Ancak onu hiçbir zaman bir şeye nişan almış hâlde görmedim.”
“Peki madem.” dedi ev sahibi. “Gelmesini çok isterim. Joe! Joe!”
Şişman çocuk, sabahın heyecan verici etkisiyle çok da uykulu görünmeyerek evden fırladı.
“Yukarı çık ve beyefendiyi çağır ve ona, ben ve Mr. Pickwick’in kendisini karga yuvalarının orada bekleyeceğimizi söyle. Beyefendiye yolu göster, anladın mı?”
Çocuk görevini yerine getirmek için fırladı ve efendisi de bir tür Robinson Crusoe gibi iki silahı taşıyarak bahçede ilerlemeye başladı.
“Dediğim yer burası.” dedi yaşlı beyefendi, birkaç dakikalık bir yürüyüşün ardından ağaçlık bir alanda duraksayarak. Bu bilgilendirme