Mister Pickwick'in Maceraları I. Cilt. Чарльз Диккенс
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Mister Pickwick'in Maceraları I. Cilt - Чарльз Диккенс страница 9
Bu saldırı da başarısızlıkla sonuçlandı. Mr. Snodgrass etkilenmişti ama notun teslimatı görevini sanki üç kuruşa görev alan bir postacıymış gibi kabul etti.
“Ölürsem ya da Doktor ölürse sevgili dostum, işbirlikçi sayılacaksınız. Arkadaşımı hüküm giymeye itebilir miyim, muhtemelen ömür boyu!” dedi Mr. Winkle. Mr. Snodgrass bunun karşısında biraz yüzünü buruşturdu ama kahramanlık kaçınılmazdı. “Dostluk söz konusu olunca…” diye bağırdı tutkuyla. “Bütün tehlikelere göğüs gererim.”
İkisi de kendi düşüncelerine gömülmüş hâlde yan yana birkaç dakika boyunca yavaş yavaş yürürlerken, sabah sona ermeye başlamıştı. Winkle gittikçe çaresizleşti.
“Snodgrass.” dedi Mr. Winkle, aniden durarak. “Bu işten vazgeçmeme izin vermeyin. Yerel yetkilileri bilgilendirmeyin. Bu düelloyu engelleyebilmek için beni ya da şu anda Chatham Kışla’sında konuşlanmış 97. Alay’dan Doktor Slammer’ı tutuklamaları için birkaç barış memurundan fikir almayın! Yapmayın diyorum.”
Mr. Snodgrass arkadaşının elini içtenlikle kavradı ve coşkuyla yanıtladı: “Hayatta yapmam!”
Arkadaşının korkularından ona fayda gelmeyeceğini anladığında ve kaderinde hareket eden bir hedef tahtası olmak olduğu kafasına şiddetle dank edince Mr. Winkle’ın içi ürperdi.
Olayın hâlini resmiyetle Mr. Snodgrass’a anlattıktan, bir kasa dolusu işe yarar tabancayla ona eşlik eden, işe yarar yancılar olan barut, kurşun ve patlayıcıların Rocherster’daki bir üreticiden alındığını açıkladıktan sonra iki dost hana döndüler. Mr. Winkle yaklaşmakta olan mücadeleyle ilgili düşünüp taşınırken Mr. Snodgrass da savaş silahlarını hazırlayacak ve onları hemen kullanıma uygun şekilde dizecekti.
Zor görevleri için yeniden yola koyulduklarında kasvetli ve ağır bir akşam yaşanmaktaydı. Mr. Winkle göze çarpmamak için kocaman pelerinin altına gizlenmişti ve Mr. Snodgrass da imha gereçlerinin yükünü taşıyordu.
“Her şeyi aldın mı?” diye sordu Mr. Winkle, tedirgin bir üslupla.
“Her şeyi.” diye yanıtladı Mr. Snodgrass. “Kurşunlar etki etmez diye epey cephanelik aldım. Her ihtimale karşın yüz gram barut tozu ve doldurabilelim diye cebimde iki tane gazete var.”
Bunlar herhangi bir erkeğin en içten biçimde minnettar olabileceği arkadaşlık örnekleriydi. Farz edilense Mr. Winkle’ın minnettarlığı kelimelere sığmayacak kadar güçlü olduğuydu. Çünkü hiçbir şey söylememişti ama yürümeye devam ediyordu. Epey yavaşça.
“Muhteşem zamanlarda yaşıyoruz.” dedi Mr. Snodgrass, ilk arazinin çitlerini aşarlarken. “Güneş henüz yeni batıyor.” Mr. Winkle batmakta olan küreye göz attı ve acıyla, fazla uzakta olmayan kendi “batış” olasılığını düşündü.
“İşte subay.” diye bağırdı Mr. Winkle, birkaç dakikalık yürüyüşten sonra. “Nerede?” dedi Mr. Snodgrass.
“İşte, mavi pelerinli beyefendi.” Mr. Snodgrass arkadaşının işaret parmağıyla belirttiği yöne baktı ve tarif ettiği gibi pelerinlere sarınmış şekli gördü. Subay onların varlığının farkında olduğunu elinin hafif bir hareketiyle belli etti ve subay yürümeye başlayınca iki arkadaş onu arada biraz mesafe bırakacak şekilde takip etmeye başladılar.
Akşam gittikçe daha kasvetli hâle geliyordu ve ıssız arazilerden esen melankolik rüzgârın sesi, uzaklardaki bir devin evcil köpeğini çağırmak için ıslık çalışına benziyordu. Manzaranın hüznü, Mr. Winkle’ın hislerine bir kasvet katıyordu. Hendeğin yanından geçerlerken ürktü, toplu mezara benziyordu.
Subay aniden patikadan ayrıldı ve bir çiti tırmandıktan ve bir engelin üstünden atladıktan sonra tenha bir araziye girdi. İçeride bekleyen iki beyefendi vardı, biri siyah saçlı ufak tefek, şişman bir adam; diğeri ise yapılı, örgülü saçlı bir şahsiyet. Bu ikincisi müthiş bir ağırbaşlılıkla kamp taburesinde oturuyordu.
“Yardımcı şahıs ve Doktor, sanırım.” dedi Mr. Snodgras: “Bir yudum brendi iç.” Mr. Winkle arkadaşının teklif ettiği hasırla kaplı şişeyi kaptı ve canlandırıcı sıvıdan büyükçe bir yudum aldı.
“Arkadaşım, efendim. Mr. Snodgrass.” dedi Mr. Winkle, subay yaklaşırken. Doktor Slammer’ın arkadaşı başıyla selam verdi ve Mr. Snodgrass’ın taşımakta olduğu kasaya benzer bir kasayı açık etti.
“Fazla söze gerek yok, sanırım, efendim.” diye belirtti adam, soğukkanlılıkla kasayı açarken: “Bir özür kesin olarak reddedilmiştir.”
“Gerek yok, efendim.” dedi Mr. Snodgrass, kendi de yavaş yavaş rahatsız hissetmeye başlarken.
“Bir adım öne çıkar mısınız?” dedi subay.
“Elbette.” diye yanıtladı Mr. Snodgrass. Yer ölçümü yapılmıştı, ön hazırlıklar hâlledilmişti. “Bunların sizinkilerden daha iyi olduğuna sizi temin ederim.” dedi karşı tarafın yoldaşı, tabancaları göstererek. “İçine kurşun dizdiğimi gördünüz. Bunları kullanmaya itirazınız var mı?”
“Kesinlikle hayır.” diye yanıtladı Mr. Snodgras. Bu teklif onu ciddi bir utançtan kurtarmıştı çünkü daha önceki tabanca doldurma bilgisi epey muğlak ve belirsizdi.
“Öyleyse adamlarımızı yerleştirebiliriz, bence.” diye yorumda bulundu subay, sanki failler satranç taşı, yandaşlar ise hamlelermiş gibi bir umursamazlıkla.
“Bence yerleştirebiliriz.” diye yanıtladı Mr. Snodgrass; her pozisyonu kabul ederdi çünkü konu hakkında hiçbir bilgisi yoktu. Subay, Doktor Slammer’a gitti ve Mr. Snodgrass da Mr. Winkle’a.
“Her şey hazır.” dedi subay, tabancayı uzatarak. “Bana pelerininizi verin.”
“Emanet sizde, canım dostum.” dedi zavallı Winkle.
“Pekâlâ.” dedi Mr. Snodgrass. “Hazır olun ve vurun onu.”
Mr. Winkle anladı ki bu öneri seyirci kalanların sokak kavgasındaki en küçük çocuğa her zaman verdikleri tavsiye gibiydi. Örnek vermek gerekirse: “Git oraya ve kazan.” Takdir edilesi bir öneri, yalnızca nasıl yapılacağını biliyorsan. Pelerinini çıkardı, ancak sessizce. Her zaman pelerini çıkarmak uzun sürerdi ve tabancayı kabul etti. Yandaşlar kenara çekildiler, kamp taburesinde oturan beyefendi de aynı şeyi yaptı ve muharipler birbirlerine yaklaştılar.
Mr. Winkle her zaman aşırı insaniyete sahipti. Hep sanılırdı ki ölümcül bir ana yaklaştığında gözlerini kapatmasının sebebi kendisi gibi bir insanı incitmeye dair isteksizliğiydi ve gözlerinin kapalı olması, Doktor Slammer’ın olağan dışı ve açıklanamaz davranışını izlemesine engel oluyordu. O beyefendi öne atıldı, baktı, geri çekildi, gözlerini ovuşturdu, tekrar baktı ve en sonunda: “Dur, dur!” diye bağırdı.
“Tüm bunlar ne demek oluyor?”