Sefiller II. Cilt. Виктор Мари Гюго

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Sefiller II. Cilt - Виктор Мари Гюго страница 34

Жанр:
Серия:
Издательство:
Sefiller II. Cilt - Виктор Мари Гюго

Скачать книгу

“Özgürlük Ağacı” dikiliyordu; bunlar aslında kırmızı başlıkları olan fenerlerdi. İşte durum böyleydi.

      Konuyu anlatmaya başlarken söylediğimiz gibi, Saint-Antoine Mahallesi, içlerinde bu ayaklanmaya sabırsızlananların başında geliyordu; diğerlerine kılavuzluk edebilecek konumdaydı. Bir arı kovanı gibi kalabalık, karıncalar gibi çalışkan, cesur ve öfkeli bu mahalle, bir deprem heyecanıyla bekliyordu. Fakat bütün bu karmaşanın içerisinde bile herkes çalışmaya devam ediyordu. Evlerin çatı katlarında saklanan öyle acılar, öyle mahrumiyetler vardı ki bunları kelimelerle ifade etmek mümkün değildi. Bu tavan aralarında, aslında zekâ ile mahrumiyetin birbirlerine yaklaşmalarından felaketlerin doğabileceği nitelikte nadiren görülen dâhiler de yaşıyordu. Saint-Antoine Mahallesi’nin, ihtilallerin doğal olarak ortaya çıkardığı şekilde ticari krizin, iflasların, grevlerin ve işsizliklerin sonuçlarının hedefi olmasından dolayı başka sorunları da vardı.

      Kalkışmalarda vurduğu darbenin dönüp kendisine gelebilme olasılığı olduğundan yoksulluk gerekçe ve etkiler oluştururdu. Gururlandıran özelliklerle dolu, içten içe kaynayan, hep çarpışmayı bekleyen, patlamalara hazır, daima öfkeli bir halk; parlamak için bir kıvılcım bekliyordu. Saint-Antoine Mahallesi, Paris kapılarındaki sıkıntıların ve düşüncelerin cephaneliğidir aslında. Daha önce okuduğumuz satırlarda da belirttiğimiz gibi, Saint-Antoine Mahallesi’nin meyhaneleri, tarihî bakımdan çok tanınan yerlerdir. Bu isyan günlerinde, sözler insanı şaraptan daha fazla sarhoş eder. Orada sanki geleceği gören ruhlar ve gelecek sezilir. Saint-Antoine Mahallesi’ndeki meyhaneler, tıpkı Roma’nın yedi tepesinden biri olan Mont-Aventin’de, büyücü kadının ini üzerinde yükselen ve gelenlere o derin nefesleri saçan meyhanelere benzer. Orada Ennius’un bahsettiği büyücünün meyinden içilir, yani Saint-Antoine Mahallesi aslında halkın bir nevi deposu gibidir. Devrimci sarsıntının açtığı çatlaklardan halkın egemenliği sızar. Belki bu egemenlik de arada bir hatalı davranır, herhangi bir kuruluş gibi yanılabilir ama bunlara karşın yüceliğinden hiçbir şey kaybetmez. Halkın egemenliği için Yunan mitolojisindeki o tek gözlü devden söz ederken kullanılan “lngens” adı da kullanılabilirdi. 93 yılında bile düşünülen tek şey vardı, o da Saint-Antoine Mahallesi’nden ya yabancı lejyonlar ya da cesur bir ordunun çıkmasıydı. Yabancı derken aslında bu kelimenin özünü de açıklamak gerekir. İhtilal kargaşasının ilk günlerinde, perişan olan o eski Paris’in üstüne yürüyen, öfkeli, vahşi, bağıran halk, elinde bir topuz ya da bir mızrakla her tarafa saldırıyordu; bu insanlar sadece baskının ve zulmün sona ermesini, kılıçların kınlarına sokulmasını, erkek için iş, çocuk için eğitim, kadın için sosyal anlayış, özgürlük, eşitlik, kardeşlik, herkese ekmek, herkese düşünme hakkı tanınmasını, dünyanın cennete dönüşmesini ve gelişmesini, insanlığın yükselmesini istiyorlardı. Bu kutsal kavramı, iyi ve güzeli, ilerlemeyi, gelişmeyi yürekten istiyorlardı. Ellerinde balta, yarı çıplak, paçavralar içerisinde darmadağın adamlar; resmen kükreyerek isteklerini dile getiriyorlardı. İşte onlara yabancı, belki de yadsınamaz biçimde vahşiler diyebilirdiniz. Barbarlara benzeseler de kurtarıcı olan bu kişiler; bu hakkı saldırarak, şiddetle insanoğlunun gözünü korkutarak, şiddetle tehdit ederek elde etmeye çalışıyorlardı. Yüzlerinde gecelerin maskesi vardı fakat ışıkla dileniyorlardı. Bir de onların karşılarında duran başka bir grup daha vardı: Saten işlemeli ve dantelli elbiseler içinde, beyaz tüylerle süslü, ellerinde sarı eldivenler, ipek çorap ve rugan pabuçlar giyinmiş bu kişiler mermer bir ocağın korunması için uysal bir sesle direnirlerdi. Bunlar Orta Çağ prensiplerinin, ilahi hakkın, cehaletin, tutsaklığın, idam cezalarının sürmesi için üsteliyorlardı ve kılıçtan, insanların diri diri yakılmalarından ve darağacından yanaydılar. Bize gelince seçme hakkımız olsa bu uygarlık vahşileriyle, barbarların uygarları arasında, muhtemelen bu barbar olan grubu tercih ederdik. Neyse ki insanoğlunun ne ileri ne de geri dönüşü mecburi olmadığından ne zorbalığı ne de şiddeti içerir, Tanrı’ya başka bir alternatif daha bulunmaktadır. Bizler elbette ki ilerlemeye taraftarız ancak bunu sükûnetle yapmayı istiyoruz. Ve düşünülecek olursa Tanrı da bunu sağlamaktadır zaten… Ne zorbalık ne de şiddet.

      İlerleme yanlısıyız ama uysalca.

      VI

      Enjolras ve Teğmenleri

      Enjolras, o günlerde muhtemel bir isyanı dikkate alarak gizlice bir araştırma girişiminde bulundu ve Kafe Musain’e gitti. Enjolras, konuşmasına gizemli bazı metaforlar yerleştirerek konuştu:

      “Nerede durduğumuzu ve kime güvenebileceğimizi bilmemiz yerindedir. Savaşçılar gerekliyse sağlanmalıdır. Vuracak bir şeye sahip olmamız kimseye zarar veremez. Yolda boğalar varken yoldan geçenlerin boynuzlanma olasılığı, boğaların olmadığı zamana göre her zaman daha fazladır. Bu nedenle, sürü üzerinde biraz düşünelim. Kaç kişiyiz? Bu görevi yarına ertelemek söz konusu değil. Devrimciler her zaman acele etmelidir, ilerlemenin kaybedecek zamanı yoktur. Beklenmedik şeylere güvenmeyelim. Hazırlıksız yakalanmayalım. Yaptığımız tüm dikişlerin üzerinden geçmeli ve sağlam olup olmadıklarına bakmalıyız. Bu iş, bugün sonuçlanmalı. Courfeyrac, Politeknik Okulu öğrencilerini göreceksin. Dışarı çıkmak için onların günüdür. Bugün çarşamba. Feuilly; sen de Glacière’dekileri göreceksin, değil mi? Combeferre bana Picpus’a gideceğine söz verdi. Orada mükemmel birçok grup olacak. Bahorel, Estrapade’ı ziyaret edecek. Prouvaire, duvarcılarla konuşacak; bize Grenelle-Saint-Honoré Caddesi locasından haberler getireceksin. Joly, Dupuytren’in klinik dersine gidecek ve tıp fakültesinin nabzını tutacak. Bossuet mahkemede biraz dolaşacak ve genç hukukçularla konuşacak. Cougourde’un sorumluluğunu kendim alacağım.”

      Courfeyrac: “Her şey tamam o zaman.” dedi.

      “Hayır.”

      “Başka ne var?”

      “Çok önemli bir şey.”

      “Nedir?” Courfeyrac sordu.

      “Maine Kapısı.” diye yanıtladı Enjolras. Enjolras bir an derin düşüncelere dalmış gibi kaldı, sonra devam etti:

      “Maine Kapısı’nda heykeltıraşların atölyelerinde mermerciler, ressamlar ve kalfalar var. Hevesli bir ailedir ancak soğumaya da eğilimlilerdir. Bir süredir onlara ne olduğunu bilmiyorum. Başka bir şey düşünüyorlar. Azimlerini kaybetmiş gibiler. Zamanlarını domino oynayarak geçiriyorlar. Birinin gidip onlarla biraz konuşmasına acilen ihtiyaç var ama kararlılıkla. Richefeu’de buluşuyorlar. Saat on iki ile bir arasında orada bulunacaklar. Bu küller bir parıltıya dönüşmelidir. Bu iş için genel olarak iyi bir adam olan o dalgın Marius’e güvenmiştim ama artık bize gelmiyor. Maine Kapısı için birine ihtiyacım var. Hiç kimsem yok.”

      “Ya ben?” dedi Grantaire. “Ben varım.”

      “Sen mi?”

      “Ben.”

      “Sen cumhuriyetçileri bilinçlendireceksin! İlke adına soğuyan yürekleri ısıtacaksın!”

      “Neden?”

      “Bunu yapabilir misin?”

      Grantaire, “Bu yönde de becerilerim var.” dedi.

      “Hiçbir şeye inanmıyorsun.”

      “Sana inanıyorum.”

      “Grantaire,

Скачать книгу