Sefiller II. Cilt. Виктор Мари Гюго

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Sefiller II. Cilt - Виктор Мари Гюго страница 39

Жанр:
Серия:
Издательство:
Sefiller II. Cilt - Виктор Мари Гюго

Скачать книгу

Kuşu Çayırı’ndan geçmek için yolunu uzatmıştı. O, gezintinin kendisine çalışma isteği vereceğini düşünüyordu. Aslında artık sürekli böyle oluyordu. Yataktan çıkar çıkmaz genç adam kalemine sarılıyor ve kitabıyla bir beyaz kâğıdın önüne oturarak kendisini çeviri yapmaya hazırlıyordu. Çünkü o sıralarda kendisine gerçek anlamda önemli bir iş verilmişti. Fransızcaya çevirmesi için Alman savaşındaki bir çekişmenin, Gans ve Savigny’nin tartışmasını çevirmesini istemişlerdi. Eline Savigny’yi alıyor, bırakıyor; Gans’ı alıyor, birkaç satır okuduktan ve onu da bir kenara atmadan önce birkaç satır yazmak istiyor ama kâğıtla kendisi arasında bir yıldız görüyordu. Sonra kitabı bir kenara bırakıp yerinden kalkıyor: “Gidip biraz hava alayım, açık hava iyi gelir, dönünce çalışırım.” diyerek çalışmasını yarıda bırakıp doğrudan Tarla Kuşu Çayırı’na gidiyordu. Orada yıldızları görüyor ve geç saatlere kadar oyalanıyordu. Odaya geri geldiğinde yine kitaplarının başına dönüyor ancak tek bir satır dahi yazamıyordu. Beyninde kopan o iplikleri birbirine bağlaması mümkün değildi. Sürekli olarak kendi kendine, “Yarın bir daha çıkmayacağım, kesinlikle çalışmam engelleniyor.” diye söyleniyor ancak ertesi sabah kendisine hâkim olamayarak yine dışarı çıkıyordu. Aslında Courfeyrac’ın evinden çok Tarla Kuşu Çayırı’nda yaşıyordu. Gerçek adresi buydu: Santé Bulvarı, Croulebarbe Sokağı’nı geçince yedinci ağaç. O sabah yedinci ağaçtan inmiş ve Gobelins Çayı’nın korkuluklarına oturmuştu. Neşeli bir güneş ışığı, yeni açılmış ve parlak yapraklara nüfuz ediyordu. “Onun” hayalini kuruyordu. Ve düşünceleri bir siteme dönüşerek kendi üzerine düştü; aylaklığını, üzerine çökmekte olan ruh felcini ve artık güneşi bile göremeyecek kadar önünde her an daha da yoğunlaşan o geceyi hüzünle düşündü. Yine de bir monolog bile olmayan belirsiz fikirlerin bu acı verici kurtuluşunun karşısında, eylem onda çok zayıflamıştı ve artık umutsuzluğa kapılma gücü kalmamıştı. Bu melankolik emilme karşısında, dışarıdan gelen duyumlar ona ulaşıyordu. Arkasında, altında, ırmağın iki kıyısında çamaşırlarını döven Gobelinsli çamaşırcı kadınları ve başının üstündeki karaağaçlarda kuşların cıvıltısını ve şarkısını duyabiliyordu. Bir yanda özgürlüğün sesi, kanatları olan boş zamanın umursamaz mutluluğu; diğer yanda ise çalışmanın sesi kulaklarında çınlıyordu. Derin bir şekilde düşündüğü ve içinde sürekli tekrarladığı şey, iki neşeli sesti. Bir anda karamsarlığının ortasında, tanıdık bir sesin şöyle dediğini duydu:

      “Şuraya bak! İşte burada!”

      Gözlerini kaldırdı ve bir sabah kendisine gelen o sefil çocuğu, Thénardier kızlarının en büyüğü olan Éponine’i tanıdı; artık adını biliyordu. Söylemesi garipti ancak kız gitgide daha da fakirleşip güzelleşmişti. Çıplak ayaklı ve paçavralar içinde, odasına kararlı bir şekilde girdiği günkü gibiydi. Şimdi sadece paçavraları iki ay daha fazla eskimiş, üzerlerindeki delikler daha da büyümüş ve daha iğrenç bir hâle gelmişti: aynı sert ses, bronzlukla solmuş ve kırışmış aynı kaş; aynı özgür, vahşi ve kararsız bakışlar… Ayrıca yüzünde eskisinden daha fazla, tarif edilemez bir şekilde dehşete düşüren ve içler acısı bir şey vardı. Bu da onun görüntüsüne çok daha fazla sefillik katıyordu. Saçında çer çöp ve saman parçaları vardı, Ophelia gibi Hamlet’in çılgınlığının bulaşmasından delirdiği için değil; bir ahırın çatı katında uyuduğu için bu kadar darmadağın hâldeydi. Ve her şeye rağmen yine de çok güzeldi. Sen nasıl bir yıldızsın, ey gençlik! Bu arada, solgun yüzünde bir neşe izi ve gülümsemeyi andıran bir şeyle Marius’ün önünde durmuştu. Birkaç dakika konuşamayacakmış gibi bekledi.

      “Yani sonunda seninle karşılaşabildim!” dedi uzun uzun. “Mabeuf Baba haklıymış, buradasın! Seni arayıp duruyordum! Sadece nerede olduğunu bilmek için sürekli seni aradım. Biliyor musunuz, bir ıslahevinde kaldım. On beş gün! Beni dışarı çıkardılar! Bana karşı hiçbir kanıt olmadığını ve dahası, tutuklanacak yaşta olmadığımı görünce bıraktılar beni. İki ay ortalarda yoktum ama ah, seni bulmak için sürekli oralarda dolandım! Demek artık orada yaşamıyorsun?”

      “Hayır.” dedi Marius.

      “Ah! Anlıyorum. O olaylar yüzünden. Hiç hoş olaylar değildi. Ama artık her yer temiz. Geri dönebilirsin! Neden böyle eski şapkalar takıyorsun? Senin gibi genç bir adamın güzel kıyafetleri olmalı. Biliyor musunuz Mösyö Marius, Mabeuf Baba sana Baron Marius diyor. Baron olduğun doğru, değil mi? Ama baronlar yaşlı adamlardır sanıyordum. Lüksemburg’a, güneşin en çok olduğu yer olan şatonun önüne giderler ve para karşılığı Quotidienne okurlar. Bir keresinde bu türden bir barona mektup taşımıştım. Yüz yaşından büyüktü. Söyle, şimdi nerede yaşıyorsun?”

      Marius cevap vermedi.

      “Ah!” diyerek devam etti kız konuşmasına. “Gömleğinde bir delik var. Senin için dikebilirim.”

      Yavaş yavaş bulutlanan bir ifadeyle devam etti:

      “Beni gördüğüne sevinmemiş gibisin.”

      Marius sakinliğini korudu. Éponine bir an sessiz kaldı, sonra haykırdı:

      “Ama yine de ben seni mutlu edebilirim!”

      “Ne?” dedi Marius. “Ne demek istiyorsunuz?”

      “Ah! Bana sen derdin.” diye karşılık verdi kız.

      “Peki o zaman, ne demek istiyorsun?”

      Dudaklarını ısırdı, sanki bir tür içsel çatışmanın kurbanıymışçasına tereddüt ediyor gibiydi. Sonunda bir karara varmış gibi görünüyordu.

      “Tamam! O kadar hüzünlü görünüyorsunuz ki dayanamayıp söyleyeceğim, sizi mutlu görmek isterim. Ama söylediklerime güleceğinize ve mutlu olacağınıza söz verin. Ah, mutsuz Mösyö Marius, bana her istediğimi vereceğinizi söylemiştiniz!”

      “Evet, sadece konuş!”

      Genç kız gözlerini onun gözlerine çevirip:

      “Adresi buldum.”dedi.

      Marius sapsarı oldu, bütün kanı çekilmiş gibiydi: “Ne adresi?” dedi.

      “Benden istediğiniz adresi!” Kız, kendisini konuşmaya zorlar gibi ekledi: “Adres. Ne olduğunu biliyorsunuz.”

      “Evet.” diye kekeledi Marius.

      “Şu genç bayanın.”

      Bu kelime ağzından çıktı, derin bir iç çekti. Marius oturduğu korkuluktan fırladı ve dikkati dağılmış bir şekilde onun elini tuttu.

      “Ah! Pekâlâ! Beni oraya götür! Söyle bana! Ne istersen sor! Nerede o?”

      “Benimle gel.” diye karşılık verdi. “Sokağı ya da numarayı çok iyi bilmiyorum, buradan oldukça uzak ama evi iyi biliyorum, seni oraya götüreceğim.”

      Elini geri çekti, bir gözlemcinin kalbini kırabilecek ama sarhoş ve kendinden geçmiş hâlde Marius’ü bile umursamayan bir tonda devam etti:

      “Ah! Ne kadar da mutlusun!”

      Marius’ün alnından bir bulut geçti.

Скачать книгу