Sefiller II. Cilt. Виктор Мари Гюго

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Sefiller II. Cilt - Виктор Мари Гюго страница 4

Жанр:
Серия:
Издательство:
Sefiller II. Cilt - Виктор Мари Гюго

Скачать книгу

ihtiyar bir adama rastladı. Adamın yüzünün yarısını kapatan kasketi, o bembeyaz saçlarının birazını açıkta bırakıyordu. Marius derin düşünceler içinde, uyurgezer gibi giden bu adamı görünce kalbi duracak gibi oldu. “Çok tuhaf…” diye düşündü kendi kendine; sanki parktaki adamı, ihtiyarı, sevgilisinin babasını tam karşısında görür gibi olduğunu sanmıştı. Aynı ak saçlar, aynı yüz, aynı yürüyüş ama bu sefer sanki adam çok daha kederli gibi görünüyordu. Yine de o işçi giyimine bir anlam veremedi. Neden böyle kıyafet değiştirmeye gerek duymuş olabilirdi ki? Bu duruma gerçekten çok şaşırmıştı Marius. Nihayet kendini toparlayabildiğinde ilk yaptığı, adamın ardından gidip adresini öğrenmek oldu. Kim bilir, belki de haftalar ve aylardır aradığı şeyi bulmuş olabilirdi. Artık kesinlikle bu ihtiyar adamı daha yakından görüp bu sırrı aydınlatması gerekiyordu. Adamı izlemeye karar verdi ancak bu kararı alıncaya kadar oldukça fazla vakit kaybetmiş, adam da bu yüzden ortadan kaybolmuştu. Herhâlde, yan sokaklardan birine girmiş olmalıydı. Marius birkaç gün bunun etkisinde kaldı ama sonra, yanılmış olduğunu düşünerek “Bu sadece benzerlikten başka bir şey değildi.” diye umutsuzca hayıflanmıştı.

      II

      Sahibi Meçhul Hazine

      Marius, Gorbeau Evi’nde yaşamaya devam ediyordu fakat binada kalan diğer kiracıların farkında değildi.

      O dönemlerde bu döküntüde Marius dışında, bir ara kirasını verdiği Jondrette ailesinden başka kiracı yoktu. Bazıları ölmüş, bazıları başka yere taşınmış ya da kira veremediklerinden atılmışlardı. O kış, 2 Şubat günü, akşamüstü güneşi biraz yüzünü göstermeye başlamıştı. Aslında Chandeleur Yortusu’nun son gününde güneşin sürekli kar topladığına inanılırdı. Hatta bir halk ozanı olan Mathieu Laensberg şunları yazmıştı:

      Güneş ister parlak olsun isterse loş,

      Ayı mağarasına döner.

      Marius de kendi ininden yeni çıkmıştı, karanlık bastırmak üzereydi ve yemek vakti gelmişti. Ah, ne yazık ki aç yaşanmıyordu; insan acıkınca ah işte, tıpkı böyle en tutkulu aşklar bile bitiyordu!

      Marius, ortalığı süpüren kapıcının kendi kendine söylendiğini işitti: “Şu dünyada ucuz ne kaldı ki? Her şey ateş pahası. Şu dünyada insan sadece acıları ve belaları ucuza alır, hatta onları bedavaya bile verirler.”

      Marius lokantanın bulunduğu Saint-Jacques Sokağı’na varmak için yokuşu çıkmaya başladığı sırada, sisler arasında birilerinin kendisine çarptığını fark edip başını çevirdi. Biri uzun ve ince, diğeri biraz daha kısa, paçavralara bürünmüş, nefes nefese, dehşet içinde ve kaçar gibi hızla geçmekte olan iki genç kız gördü. Kendisini görmemiş ve çarpmışlardı. Gün batımında Marius onların solgun yüzlerini, karışık saçlarını seçti. Başlarında pis ve eski başlıklar vardı. Yamalı, parçalanmış etekliklerinin altından çıplak ayakları görünüyordu.

      Uzun boylu kız, kısık sesle şöyle diyordu: “Aynasızlar geldiler, beni az daha yakalayacaklardı.”

      Diğeri de ona şöyle karşılık veriyordu: “Gördüm onları. Sonrasında da koştum, koştum, koştum!”

      Kızların bu konuşmalarından Marius onların polislerden ya da jandarmalardan söz ettiklerini ve yakalanmamak için kaçtıklarını anlamıştı. Hemen sonra onları gözden kaybetti. Herhâlde arka taraftaki sokağa dalmışlardı. Uzaklarda silinen bir beyazlık seçti Marius, bir anda olduğu yerde donup kaldı. Yoluna devam etmek üzereyken gözü ayaklarının dibinde, yerde duran grimsi küçük bir pakete ilişti. Eğilip onu aldı. İçinde kâğıtlar varmış gibi görünen bir tür zarftı.

      “Tanrı’m.” dedi kendi kendine. “O zavallı kızlar düşürmüş olmalı.” Sonrasında onların gittiği yöne doğru ilerledi, onlara seslendi, karşılık alamayınca uzaklaşmış olduklarını düşünerek zarfı cebine attı ve yemeğe gitti.

      Yolda siyah bezle örtülü bir çocuk tabutu gördü. Üç sandalye üstüne yerleştirilmiş tabutun yanında, tek bir mum vardı. Az önce gördüğü o yoksul kızları hatırladı: “Zavallı anneler!” diye düşündü. “Çocuklarının öldüğünü görmelerinden daha acı başka ne olabilir, onların sefil bir yaşam sürdüklerini görmek dışında!”

      Daha sonra o gölgeler de aklından silindi, kendi düşüncesine daldı. Yaz aylarını, o mutlu, altı aylık aşkını düşündü. Lüksemburg Bahçesi’nin o güzel ağaçlarının sahne oldukları o aşk ve mutluluk sahnelerini büyük bir keder içerisinde yâd etti. “Tanrı’m, yaşantım ne kadar da sıkıcı bir hâle geldi.” dedi kendi kendine. “Kızlara rastlıyorum gerçi ama eskiden melekleri görürdüm, şimdi sadece hayaletleri görebiliyorum.”

      III

      Dört Mektup

      O akşam Marius yatmaya hazırlandığı sırada eli, sokağa düşürülen ve almış olduğu cebindeki pakete değdi; unutmuştu onu. Açmayı düşündü; belki içinde kaybedenin adı ve her hâlükârda onu kaybeden kişiye geri verilmesi için gerekli bilgileri bulabilirdi.

      Zarfı açtı. Mühürsüzdü ve içinde dört mektup vardı. Mektuplarda adresler yazılıydı. Kâğıtlardan ağır bir tütün kokusu yükseliyordu.

      İlk mektupta, şunlar yazılıydı:

      Madam Markiz de Grucheray, Bakanlar Odası karşısındaki alan, No:…

      Marius, mektupta gereken bilgiyi alacağını düşündü. Mühürlenmemiş olduğuna göre okumasında sakınca yoktu. Mektup şöyle devam ediyordu:

      Madam Markiz,

      İyilik ve merhamet duygusu, toplumdakileri birbirlerine bağlayan en asil şeylerdir. Dindar bir hanımefendi olduğunuzu bildiğimden gururumu ayaklar altına almak pahasına size başvurmaktan başka çare bulamadım. Kutsal meşruiyet davasına sadakat ve bağlılığının kurbanı olan; kanıyla servetini, her şeyini bu davayı savunmak için adamış ve bugün kendisini en büyük sefaletin içinde bulmuş biriyim. İnandığım dava yolunda her şeyimi, servetimi yitirmiş durumdayım.

      Madam Markiz,

      Gönlünüzde bu konuda sahip olduğunuz yüksek duygulardan emin olduğumdan size yazma cüretini kendimde buldum. Evine dönecek parası bile olmayan, bir İspanyol Kralcıya yardımcı olmaktan çekinmeyeceğinizi biliyorum. Fransa’ya sığınmış bir Kralcı olan ve kendisini ülkesi adına seyahatlerde bulan ve seyahatlerine devam etmek için kaynakları yetersiz kalan İspanyol Süvari Kaptanı Don Alvarez.

      Marius okuduklarından hiçbir şey anlayamadı çünkü adam adresini de vermemişti. Belki daha şanslı olacağını düşünerek ikinciyi aldı: Bu mektubun üzerinde: Madam La Kontes de Montvernet, Cassette Sokağı, No. 9 yazıyordu. Marius onu da okumaya başladı:

      Sayın Kontes,

      Altı çocuk annesi olan zavallı bir kadın olarak size bu satırları yazıyorum. Çocuklarımın en küçüğü, sekiz aylık. Lohusalığımdan beri hasta yatağımdan çıkamıyorum. Hain kocam altı ay önce bizi terk etti. Dünyada hiçbir kaynağa

Скачать книгу