Sefiller II. Cilt. Виктор Мари Гюго

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Sefiller II. Cilt - Виктор Мари Гюго страница 41

Жанр:
Серия:
Издательство:
Sefiller II. Cilt - Виктор Мари Гюго

Скачать книгу

kendince farklı bir hayata uyarlayarak, onun kaderiyle oynayarak böylece Tanrı’yı gücendireceğini düşünüyordu. Belki de Cosette hiç istemediği hâlde gönülsüzce rahibe olacak, günün birinde vazgeçtiği mutlulukları düşündüğünde kendisinden nefret edecekti! Bu son düşünce, onu diğer düşüncelerinden çok daha fazla altüst etti çünkü Cosette’in kendisini sevmekten vazgeçmesine kesinlikle katlanamazdı. Manastırdan ayrılmaya karar verdi.

      Kararlıydı, kendi kendine üzülerek de olsa bunun zorunlu olduğunu söyledi. Buna karşı koyacak hiçbir şey bulamadı. Bu manastırda insanlardan uzak, gizli saklı geçirmiş olduğu beş yılın ardından, artık kimse tarafından tanınmayacağına ya da birilerinin onu yakalama girişiminde bulunmayacağına inanıyordu. Artık rahat rahat diğer insanların arasına çıkabilirdi. Bütün bu yıllar içinde çok yaşlanmıştı, onu bu hâliyle artık kim tanıyabilirdi ki? En kötüsünü dahi aklına getirip plan yapsa da her şeyin sadece kendi başına geleceğini biliyordu çünkü Cosette artık yeterince büyümüş ve kendisini kurtarmıştı, kimse ona karışamazdı. O bir zamanlar bir kürek mahkûmuysa kızın da manastırda kapalı kalarak yargılanmaya hakkı yoktu. Hem görevin karşısında, tehlikenin ne önemi vardı ki? Fakat yine de tedbiri elden bırakmayacak, ilgi çekmemek için önlemler almaktan elbette ki geri kalmayacaktı. Cosette’in eğitimine gelince neredeyse bitmiş sayılırdı. Jean Valjean bir kez karar verdikten sonra, bunu uygulamak için uygun bir fırsat kolladı ve beklediği fırsat da Fauchelevent Baba’nın ölmesiyle çok geçmeden ayağına geldi. Jean Valjean, Başrahibe’yle bir görüşme talebinde bulundu ve kardeşinin ölümünden sonra ona kalan önemsiz bir mirastan dolayı artık çalışmak istemediğini bildirdi. Manastırdan ayrılacak ve kızını da götürecekti ama Cosette kararlaştırdıkları gibi rahibe olmayacağı ve karşılıksız eğitilmiş olduğundan, manastıra yapacağı beş yılın karşılığı olan beş bin franklık bir bağışın kabul edilmesini rica etti. İşte böylece Jean Valjean oradan ayrıldı. Manastırdan ayrılırken hiç kimseye emanet edemediği o küçük bavulu da kolunun altında tutuyordu. Anahtarını üzerinde taşıyordu. Cosette onun içindekileri çok merak ediyor, bavuldan yayılan o naftalin kokusu kızın çok hoşuna gidiyordu. Bu noktada kısa bir bilgi daha vermek isteriz, Jean Valjean o valizinden ölünceye kadar hiç ayrılmadı ve nereye giderse gitsin her zaman odasının bir köşesinde muhafaza etti. Taşındığında yanında götürdüğü tek şey bu oldu. Cosette onunla bu konuda şakalaşır ve bu bavula “vazgeçilmeyen” ismini vererek “Baba, onu gerçekten çok kıskanıyorum.” derdi. Elbette Jean Valjean ilk dışarı çıktığı anda çok endişelendi; Plumet Sokağı’ndaki evi, Ultime Fauchelevent adıyla tutarak hemen buraya taşındı ama önlem amacıyla Paris’te farklı yerlerde iki daire daha kiraladı. Böylece uzun zaman aynı yerde kalmasına gerek kalmıyor, gerekli gördüğü zamanlarda yer değişikliği yapabiliyordu. Yıllar önce Javert’in elinden mucizevi biçimde kurtulduğu o geceki gibi dikkatsiz davranmak istemedi, her zaman o kadar talihli olamazdı. Bu birbirlerinden oldukça uzak iki ayrı mahallede bulunan iki daire aslında çok sade ve yoksul döşenmiş evlerdi. Biri Ouest Sokağı’nda, diğeri daha da sefil görünümlü olan l’Homme-Armé Sokağı’ndaydı. Buralarda bir ya da bir buçuk ay kalır, Cosette’i yanında götürür, hizmetçi kadını yanına almazdı. Orada işlerini kapıcılara gördürür, kendisine bir emekli havası verirdi. İşte bu sayede, iyi yürekli bu yaşlı adamın polisten kaçmak için Paris’te üç ayrı evi vardı.

      II

      Jean Valjean Muhafız Alayında

      Zamanının büyük bir bölümünü Plumet Sokağı’ndaki o evde geçirirdi ve orada kendisine aşağıda anlatacağımız düzende bir hayat ayarlamıştı: Cosette ve hizmetçi köşkte kalırlardı. Cosette pencere ve kapıları yağlı boyalı güzel yatak odasında yatar, yaldızlı mobilyalarla döşeli oturma odasında oyalanır, duvarları antika halılarla kaplı ve geniş koltukları olan kocaman salonda kalırdı. Bahçe de ona aitti. Jean Valjean, genç kızın odasına kareli perdelerle süslü, ayaklı bir somya satın almış ve antikacı Gaucher Ana’dan aldığı bir İran halısını ayak ucuna serdirmişti. Bu eski zaman mobilyalarının sadeliğine bir renk, bir ifade katmak için Cosette’in salonunu çeşitli biblolarla süsletmişti: küçük bir dolap, bir kitaplık, ciltli kitaplar, yazı takımı, kurutma kâğıdı, sedef kakmalı dikiş masası, Japon porseleninden yapılma güzel bir tuvalet takımı… Yatak perdeleri gibi kırmızı fon üzerine üç renkli kareli perdeler, birinci katın pencerelerinden sarkıyordu. Giriş katının perdeleri ise çiçek desenli, kalın dokuma kumaştandı. Her odaya birer ocak da yerleştirdiğinden böylece kış ayları geldiğinde ev gayet güzel ısıtılabiliyordu. Jean Valjean ise dipteki avluda dehlize açılan o iki odada yaşardı. Taşınabilir bir karyola, ince bir yatak, tahta bir masa, iki hasır iskemle, bir sürahi, bir tahta rafta birkaç kitap; bütün eşyaları bundan ibaretti. Ah, elbette bir de o asla yanından ayırmadığı bavulunu unutmayalım. Odada şömine olmadığından içerisi hiç ısıtılmazdı. Yemeklerini Cosette’le yerdi ve kendi tabağına sadece bir dilim kara ekmek koydurturdu. Eve taşınıp hizmetçi kadını işe aldığında onunla şöyle konuşmuştu: “Genç bayan evin hanımıdır.” Hizmetçi şaşkınca “Peki ama siz efendim?” diye sorduğunda şu yanıtı almıştı: “Ben efendiden daha öteyim, ben babayım.” Manastırda ev işleri yapmayı öğrenen Cosette, evin yönetimini severek üstlenmişti. Neredeyse her gün Jean Valjean, Cosette’i dışarı çıkarıp onunla yürüyüşler yapmayı âdet edinmişti. Onu Lüksemburg Bahçesi’ne götürür, en tenha yollardaki banklarda otururlar, her pazar Saint-Jacques-du-Haut-Pas Kilisesi’ndeki sabah duasına giderlerdi; kilise oldukça uzak olduğundan bu onlar açısından güzel bir gezinti sayılıyordu. Ayrıca kilise SaintJacques-du-Haut-Pas Mahallesi’nde bulunduğundan ve çok fakir bir mahalle olduğundan, Jean Valjean orada zavallılara gönlünce sadaka dağıtma olanağı bulmuş; Thénardier, mektubunda işte bundan dolayı kendisine “Saint-Jacques Kilisesi’nin Hayırsever Beyefendisi’ne” diye yazmıştı! Baba, çoğu zaman Cosette’i de yoksulları ziyarete götürürdü. Hiçbir ziyaretçi Plumet Sokağı’ndaki eve girmezdi; hizmetçi pazara çıkar, alışverişi yaparak eve dönerdi. Jean Valjean çevredeki bir çeşmeden içecek sularını taşırdı. Odun ve şarabı Babylone Sokağı’na yakın kapının iç kısmındaki kaya kaplı bir oyukta korurlardı. Bir zamanlar bu oyuk, Yargıç için bir mağara işlevi görmüştü. Aynı sokağın dış duvarında gazeteler ve mektuplar için bir posta kutusu asılıydı. Fakat Plumet Sokağı’nda yaşayan o üç kişi dışarıdan gazete ve mektup almadıkları için bu kutu sürekli boş kalırdı. Bir zamanların çapkın adamına sevgililerinden gelen mektupları taşıyan ve koruyan o posta kutusuna artık sadece vergi tahsildarlarının tebligatları ve muhafız alayının bildirileri atılıyordu çünkü evin sahibi Mösyö Fauchelevent, muhafız alayında bir nöbetçiydi. 1831 yılında yapılan sayım sonrasında hakkında yapılan araştırma neticesinde Picpus Sokağı’ndaki manastırdan alınan o iyi referans, valiliğe yeterli görünmüş ve Jean Valjean’ın bu nedenle ulusal bir görev almasını sağlamıştı. Bu nedenle, yılda üç-dört kez Jean Valjean bu ulusal üniformasını üzerine giyer ve görevinin başına geçerdi. Böylece en azından insan içine çıkma fırsatı yakalayabiliyor ve az da olsa yalnızlığını paylaşma imkânı buluyordu. Jean Valjean artık altmış yaşını doldurmuştu ve yasal olarak emekli olabilirdi. Ancak hâlâ dış görünüşüyle daha genç gösteriyor ve görevinden de ayrılmayı hiç düşünmüyordu. Aslında onun başçavuşa açıklamalar yapmaya, Lobau Kontu’yla tartışmaya niyeti yoktu. O kimliğini herkesten gizliyor; adını, yaşını, her şeyi saklıyordu. Ayrıca yukarıda belirttiğimiz gibi o, gönüllü bir nöbetçiydi. Vergilerini ödeyen herhangi bir vatandaşa benzemek, onlardan biri olmak, bundan böyle onun tek gayesiydi. Tek bir amacı vardı, o da içten içe bir melek gibi yaşamını

Скачать книгу