Sefiller II. Cilt. Виктор Мари Гюго

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Sefiller II. Cilt - Виктор Мари Гюго страница 8

Жанр:
Серия:
Издательство:
Sefiller II. Cilt - Виктор Мари Гюго

Скачать книгу

yok. Pére-Lachaise mezarlığına bak; zenginlerin mezarlarında ne güzel çiçekler bulunur, onların mezarlarına giderken mis gibi temiz yollardan geçilir. Parasızlar, alçaklar, sefiller ise kendi hayatları kadar kötü yerlerdedir. İnsanlar onların mezarına gidebilmek için dizlerine kadar çamura batmak zorunda kalır; hayatları boyunca çürümeye mahkûm olan bu insanların, muhtemelen gömüldükleri yerde de hızlıca çürümeleri istenmektedir herhâlde.” Sustu, yumruğunu masaya indirdi ve diş gıcırdatıp: “Lanet olsun bu sefil dünyaya!” dedi. Kırkında olmasına rağmen yaşadığı sefaletten dolayı belki de yüz yaşında gibi görünen kadın, ocağın önüne çömelmiş duruyordu. Onun da üzerinde sefaletin resmi olan paçavralar vardı. Kadın çömelmiş olmasına rağmen uzun boylu olduğunu belli ediyordu. O kara kuru eşinin yanında, kesinlikle iri yarı görünüyordu aslında. Gri tellerle karışık tiksindirici kırmızı saçları vardı, arada bir kürek gibi elleriyle bu saçları alnından geriye atıyordu. Kadının hemen yanındaki masada o romanın aynısı olan bir roman daha vardı, muhtemelen iki ciltten oluşan bir roman olmalıydı. Şiltelerden birinde, Marius neredeyse çıplak denecek kadar giyimli ince uzun bir kıza rastladı, kız sanki bitkisel hayata girmiş gibi etrafında olan biteni ne görüyor ne de duyuyordu. Odasına gelen kızın kız kardeşi olabileceğini düşündü Marius. Kız ayaklarını uzatarak oturmuş, ne işitiyor ne görüyor ne de yaşıyordu sanki.

      Kız, on ikisinde bir çocuk kadar zayıftı ama dikkatle bakınca neredeyse on beşinde olduğu fark ediliyordu. Bir gün önce caddede “Kaçtım.” diyen kız da buydu işte. Sefalet bu insan bitkilerini, böyle sıskalaştırırdı işte. Bu zavallı yaratıkların ne çocuklukları olurdu ne de gençlik dönemleri, onlar on beşinde olsalar da hastalık onları yaşlarının iki katı gibi gösterirdi. Bu zavallı çocuklar daha çocukluklarını yaşayamadan bir günde kadına dönüşür ve sanki hayatlarını çok daha hızlı nihayetlendirmek için acele ederlerdi.

      Bu odada, kimsenin herhangi bir iş yapmadığı görülüyordu. Ne bir gergef vardı ne bir çıkrık ne de bir tezgâh. Gereçler bile görünmüyor, sadece bir köşede tuhaf görünümlü paslı zincirler olduğunu seçebiliyordu. Marius, uzun uzun bir mezardan bile daha kasvetli görünen bu odaya baktı. Bazı yoksulların varlıklarını sürdürmek için barındıkları nemli mahzen, aslında sefaletin dip noktasıdır ve bir mezar olmasa bile mezara çok yakın bir karanlık hâkimdir orada. Zenginlerin sarayların önlerine servetlerini dökmeleri gibi, bu odada da sefaletin en karanlık yoksulluğu sergileniyordu. Adam artık konuşmayı bırakmıştı, kadın konuşmuyordu, genç kızda ise hayat belirtisi bile yoktu. Kâğıt üzerindeki kalemin sesinden başka ses yoktu. Adam yazmayı sürdürüp sürekli olarak, “Lanet olsun bu sefil dünyaya!” diye tekrarlayıp duruyordu. Hayat boyunca çaresiz insanların dillerinden zaten hep benzer sözler dökülmemiş midir? Kadın yine de kocasını biraz olsun teselli etmek istermiş gibi: “Sakin ol, benim küçük dostum.” dedi. “Kendine zarar verme kıymetlim. Bütün o insanlara yazarak iyi iş çıkarıyorsun, kocam!”

      Sefalet içinde yaşayan insanlar üşüdüklerinde birbirlerine sokulurlardı ancak yürekleri birbirlerinden çok uzaklaşırdı. Anlaşıldığı kadarıyla yıllar önce bu iri yarı kadın, bu zayıf adamı çok sevmişti. Ama kendilerini kuşatan o korkunç sefalete beraber dayanmak, onları birbirlerinden uzaklaştırmıştı işte. Onca sefaletin ve acının ardından kadında kocasına karşı sadece yılgın bir soğukluk kalmıştı, ona güzel sözler sarf ederken bile bunları sadece alışkanlıktan söylüyordu. İfade ettiği kelimeler ise sadece “sevgilim, küçük dostum, iyi yürekli adamım” gibi sözlerdi. Bunları ise sadece dudakları sarf ediyordu ama yüreği bir zamanlar sevmiş olduğu bu adama karşı çoktan lal olmuştu. Adam yazı yazmaya devam etti.

      VII

      Strateji ve Taktikler

      Marius, göğsünde bir yük ile gözlemevinden aşağı inmek üzereyken bir ses dikkatini çekerek görev yerinde kalmasına neden oldu. Tavan arasının kapısı aniden açıldı. En büyük kız eşikte göründü. Ayaklarında ayak bileklerine bile sıçrayan kırmızı çamura bulanmış, büyük, kaba erkek ayakkabıları vardı ve yırtık pırtık, asılı eski bir mantoya sarılıydı. Marius onu bir saat önce üzerinde görmemişti ama muhtemelen kendisini daha fazla acındırmak için onu kapısına bırakmış ve ortaya çıkar çıkmaz tekrar almıştı. İçeri girdi, kapıyı arkasına itti, nefes almak için durakladı. Çünkü tamamen nefes nefeseydi, sonra bir zafer ve sevinç ifadesiyle haykırdı:

      “O geliyor!”

      Baba gözlerini ona çevirdi, kadın başını çevirdi, küçük kız kardeş yine kıpırdamadı bile.

      “Kim?” diye sordu babası.

      “Mösyö!”

      “Hayırsever mi?”

      “Evet.”

      “Saint-Jacques Kilisesi’nden mi?”

      “Evet.”

      “O yaşlı adam mı?”

      “Evet.”

      “Ve o gerçekten geliyor mu?”

      “Hemen arkamdan gelecek.”

      “Emin misin?”

      “Eminim.”

      “O, gerçekten geliyor mu?”

      “Bir arabayla geliyor.”

      “Bir arabayla mı?”

      Baba ayağa kalktı.

      “Nasıl, gerçekten emin misin? Eğer o bir arabayla geliyorsa sen nasıl oluyor da ondan önce buraya vardın? Ona adresimizi verdin mi? Koridorun sonunda, sağdaki son kapı olduğunu ona söyledin mi? Sadece hata olmasın istiyorum! Yani onu kilisede mi buldun? Mektubumu okudu mu? Sana ne söyledi?”

      “Ta, ta, ta!..” dedi kız. “Nasıl da dörtnala gidiyorsun dostum! Buraya bakın: Kiliseye girdim, her zamanki yerindeydi, ona selam verdim ve mektubu uzattım. Okudu ve bana, ‘Nerede yaşıyorsun çocuğum?’ dedi. ‘Mösyö, size göstereceğim.’ dedim. ‘Hayır, bana adresini ver, kızımın yapması gereken bazı işler var, ben bir arabaya atlayıp seninle aynı anda evine ulaşacağım.’ dedi. Ona adresi verdim. Evden bahsettiğimde şaşırmış göründü ve bir an tereddüt etti, sonra dedi ki: ‘Her neyse, geleceğim.’ Ayin bittiğinde kızıyla birlikte kiliseden çıkışını izledim ve bir arabaya bindiklerini gördüm. Ona kesinlikle koridordaki son kapı olduğunu söyledim, sağdaki diye belirttim.”

      “Peki geleceğini sana düşündüren ne?”

      “Az önce arabanın Petit-Banquier Sokağı’na döndüğünü gördüm. Beni böyle koşturan da buydu.”

      “Aynı araba olduğunu nereden biliyorsun?”

      “Çünkü numarayı fark ettim, yani ezberledim!”

      “Numara neydi?”

      “440.”

      “İyi, sen akıllı bir kızsın.”

      Kız, babasına cesurca baktı ve ayağındaki ayakkabıları gösterdi:

      “Akıllı

Скачать книгу