Kerim Usta'nın Oğlu. Halide Edib Adıvar
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Kerim Usta'nın Oğlu - Halide Edib Adıvar страница 2
Kasım Derman, meşhur doktorlarla dolu İstanbul şehrinde âdeta bir nevi18 Lokman Hekim gibi telakki19 edilir, herkes peşine düşerdi. Herhangi hastanede resmî bir vazifesi olmamakla beraber konsültasyonlarda çok aranırdı.
Doktor Kasım Derman, sadece İstanbul’da değil Anadolulular arasında da yakası bırakılmayan bir adamdı. Bazan iki aydan evvel gün vermemesine rağmen yine de Anadolu’dan gelen hastalar, icap ederse20 tarlalarını satıp İstanbul’da han köşelerinde onun tarafından muayene edilmek için nöbet beklerlerdi. Muayenehane ücreti elli lira idi; evlere yüz liraya gider, konsültasyonlardan da iki yüz lira alırdı. Rağbet o kadar artmıştı ki, doktor tellalları21 bazan Anadolu’dan gelen, okumak bilmeyenleri, başka doktora Kasım Derman diye götürürdü.
Yalnız, cumartesi günleri üçten beşe kadar ücretsiz muayene eder, bunların fakir insan rolü alan hastalar olup olmadığını Nuriye Hanım kontrol ederdi.
Tabiî bu fevkâlade22 rağbet çok çene yoruyor, yerli yersiz dedikodulara yol açıyordu. Bu rağbetin sebepleri arasında, evvelâ hakikaten birinci derecede bir iç hastalıkları mütehassısı23 olması gelir. Memlekette bir mucize diyarı halini almaya başlayan Amerika’da yetişmiş olması da bu rağbeti arttırıyordu. Fakat en mühim âmilin24, hiç şüphesiz, ele güç geçmesi olduğunu da kabul etmek gerekir.
Gün almanın zorluğu arttıkça ona karşı inhimâk25 da şiddetle artıyordu. Malûm ya, canlı, cansız nadir elde edilen şeye insanlar çok düşkündür. Nazlı sevgililerin şarkılarımızda en fazla ah ve vah ile anıldığını unutmamak lâzımdır. Nuriye Hanım içinden, “Bir gün olur çağın geçer,” derse de doktorla hiçbir zaman münasebette26 ciddiyeti ve resmiyeti kaybetmezdi.
Kasım Derman, elini yanı başındaki zile uzatmak istedi fakat daha evvel, biraz sersemliğini gidermek için ellerini kaldırdı, gerindi. Evet, yeryüzüne sıcağın ateş saldığı bugünlerde en kuvvetli iradeler de felce uğruyor, kimse parmağını kımıldatmak istemiyordu.
Hangi şeytan onu, dün gece Florya sahilindeki dalgaların ahengiyle tatlı tatlı uyuduğu deniz odasından çıkarken geceyi burada geçirmeye sevk etmişti? Doktor Kasım Derman, bunu aptalca bir hareket diye vasıflandırıyordu. Fakat bu hareketin sâiki27 de yok değildi. Hatta onun şuur28 üstü kabul ettiği sâikin altında şuurunun sonsuz katlarında gizlenen hayli tesirler de canlanmıştı.
Kasım Derman’ın annesi Memduha Hanım’a göre, Kasım, 1 Ağustos’ta doğmuştu. Kadıncağız mutlaka o günü parlak bir surette kutlamayı âdet edinmişti. Evvelâ sadece kendi eski bildiklerine inhisâr eden29 bu doğum günü (Kasım Günü) aptalca bir gürültüden ibaretti. Çünkü yıllar geçip de Kasım’ın İstanbul sosyetesinde nâmı yükseldikçe bu kutlamalar, karmakarışık bir ziyafet, her sınıftan insanların katıldığı acayip bir gümbürtü halini almıştı.
Kasım, doğum gününün 1 Ağustos olduğuna da pek emin değildi. Herhalde kırk beş küsur yıl önce Eskişehir’de Kasım’ı doğurduğu zaman bu doğum, herhalde Arabî aylarının biriyle tespit edilmiştir. Fakat Memduha Hanım’ın bu şeylerden pek haberi yoktu. Kadıncağız, doğum günü kutlamaları, millî bir âdet hükmüne girmeye30 başladığı zaman, bunu nedense “1 Ağustos” diye tespit etmişti.
Daha evvel dediğimiz gibi, evvelâ kendi muhitine31 inhisâr eden bu toplantı şimdi her sınıftan kalabalığı hatta Kasım’ın doktor arkadaşlarını da içine alıyordu. İşte bu günün davetiyelerini hazırlamak, Taksim Gazinosu’nda tertibat almak32 için temmuzun son günlerinde harekete geçmek lâzımdı.
Kasım Derman, annesinin gönlünü almak için hazırladığı bu günün akşamını hatırladıkça daima kendi kendine gülüyordu. Allahım, nasıl bir insan ve sınıflar hulâsası33 idi bu! Evvelâ, şimdi Topkapı ve civarında oturan eskiler, sonra Cağaloğlu’ndaki apartmanda münasebete34 giriştiği yeni biçim hanımlar ve erkekler… Daha sonra, Kasım Derman’ın arkadaşları ve kadınları… İşte Kasım’ı en çok güldüren, kadın ve erkek birbirinden devirlerce ayrılan sınıflar ve fertler! Memduha Hanım bu parlak ziyafet, mızıkalar ve danslı saatlerde, daima dirsekleri havada, oğluna hayranlıkla baktıklarını tahayyül ettiği35 zengin ve modern bayanların yüzlerini arar, sonra bütün meşhur doktorların hepsinin oğluna gıpta ile baktıklarını düşünerek kadıncağızın gözleri pırıl pırıl yanardı.
Kasım Derman, bu yıl, bu doğum kutlamasından annesini vazgeçirmek, hiç olmazsa bunu eski ahbaplarına inhisâr ettirmek36 istemiş, fakat bunu yaptırmanın ne kadar müşkül37 olacağını bildiği için bir akşam evvel eve gelmiş, yatakta, sabaha kadar annesini ziyaret edip neler söyleyeceğini zihninde kararlaştırmaya çalışmıştı. Evet, bu defa annesini ikna edebilse işin ötesini tamamen Nuriye Hanım’a bırakacaktı.
Acaba neden bunu kendisi doğrudan doğruya Suadiye’ye gidip annesiyle konuşmamıştı? Esasen her cumartesi oraya gitmiyor muydu? Bunu sabaha kadar bu hamam gibi sıcak odasında düşünmekte ne manâ vardı? İşte asıl mesele bu!
Florya’da bir gün evvel, birdenbire yabancı bulduğu, âdeta yadırgadığı yüksek ve zengin sınıfa, aynı zamanda diğer kalabalık, onda galebe çalamadığı38 birtakım şuuraltı39 hatıraları yükseltmişti. Bu hatıraların en dibinde olanları birdenbire birbirlerini iterek kafasına ve şuuruna hücuma başlamışlardı. İşte asıl [bu] onu bu gece Cağaloğlu’ndaki dairesinin sessiz ve yalnızlık havasına çekmiş getirmişti.
Dün sabah denizden çıkmış, kumları ışık ateşiyle yakan güneşte dolaşıyordu. Kalabalık henüz o kadar bariz değildi, fakat arkasında, aynı kumluktan gelen seslerden başka erken banyo yapmak için gelenlerin mevcut olduğunu hissediyordu. Gözleri, mavi suları yaran, deniz köşküne doğru âdeta güdümlü mermi süratiyle40 gelen küçük bir beyaz römorköre dalmıştı. Arkasından gelen sesler, heyecanlı bir tempo ile yüksel[meye başlayınca] başını çevirdi arkasına baktı.
Mayolu küçük bir kadın grubu. Aralarında göbekli şişman bir erkek. Önlerinde uzun boylu bir memur, ancak dokuz yaşlarında olduğu tahmin edilen başı tıraşlı, zayıf bir erkek çocuğun kolundan sımsıkı yakalamış. Küçük oğlanın elinde fındık fıstık ve nane şekeri dolu bir işporta. Mayolu gruptan yaşlı bir kadın bağırıyor:
– Memur efendi! Yavruyu bırak! Fındık fıstık satmak bir suç mu?
– Buraya satıcı girmesi yasak olduğunu piç kurusu pekâlâ biliyor. Bu saatte memur bulunmaz diye arkadan sızmış gelmiş. Bu işin önüne hemen geçmek lâzım yoksa satıcıdan size duracak yer kalmaz.
– Ama benim canım fındık istiyor. Denizde içim bayıldı.
Çocuk iki eliyle işportaya sımsıkı sarılmış, gözleri etrafı tarıyor, fakat aynı zamanda bir şey söylemeden memurun arkasından gitmeye hazır gibi. Fakat kadının müdahalesi41 onu bir an için durdurmuş gibi.
– İzin verirseniz hanımefendiye biraz fındık fıstık satayım memur efendi. Vallahi başkasına yaklaşmadan çıkar giderim sonra.
Çocuğun ince sesinde utangaçlıkla karışık biraz da isyan vardı.
– Olamaz.