Hayaletgören. Schiller Friedrich von

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Hayaletgören - Schiller Friedrich von страница 5

Жанр:
Серия:
Издательство:
Hayaletgören - Schiller Friedrich von

Скачать книгу

style="font-size:15px;">      O anda otelin sahibi geldi ve Sicilyalı parayı derhal ona iletti.

      “Yine de alçağın biri o,” dedi İngiliz kulağıma. “Parayı reddetti, çünkü şimdi onun için önemli olan bizzat Prens’tir.”

      “Ya da otelin sahibi görevini biliyor,” dedi bir başkası.

      “Kimi istiyorsunuz?” diye sordu büyücü, Prens’e.

      Prens bir an düşündü. “Bence büyük adamlardan birini getirtin,” diye seslendi Lord. “Papa Ganganelli’yi6 çağırın. Beyefendiye nasıl olsa ucuza mal olacak.”

      Sicilyalı dudaklarını ısırdı. “Kutsanmış birini çağırmam yasak.”

      “Tüh, bu çok fena,” dedi İngiliz. “Hangi hastalıktan öldüğünü belki kendisinden öğrenebilirdik.”

      “Marki de Lanoy,” diyerek Prens söze girdi, “son savaşta Fransız tuğgeneraliydi ve benim en yakın arkadaşımdı. Hastinbeck çarpışmasında ölümcül bir yara aldı, onu benim çadırıma taşıdılar, orada çok geçmeden kollarımda öldü. Can çekişirken, kendisine yaklaşmam için bana işaret etti. ‘Prens,’ diye konuşmasına başladı, ‘anayurdumu bir daha asla göremeyeceğim, benden başka kimsenin bilmediği bir sırrımı size söylüyorum. Felemenk sınırındaki bir manastırda yaşayan bir…’ O anda can verdi. Ölümün eli son sözlerini yarıda kesti; onu burada görmek ve devamını dinlemek isterdim.”

      “Tanrı biliyor ya, çok şey istiyorsunuz,” diye haykırdı İngiliz. “Bu işin altından kalkarsanız, sizi ikinci bir Süleyman7 ilan edeceğim.”

      Prens’in bu anlamlı seçimine hayran kaldık ve hep birden onu destekledik. O sırada büyücü sert adımlarla bir aşağı bir yukarı yürüyordu, kararsızlık içinde kendisiyle mücadele ediyor gibiydi.

      “Ölenin geride size bıraktıklarının hepsi bu kadardı, öyle mi?”

      “Hepsi bu.”

      “Onun yurdunda bu konuda daha başka soruşturmalar yapmadınız mı?”

      “Hepsi boşunaydı.”

      “Marki de Lanoy kusursuz bir yaşam sürmüştü, değil mi? Her ölüyü çağırmam yasak da.”

      “Ölürken gençliğinde yaşadığı aşırılıklardan pişmanlık duyuyordu.”

      “Yanınızda ondan bir anı taşıyor musunuz?”

      “Evet.” (Prens gerçekten yanında bir enfiye kutusu taşıyordu, üzerinde mineyle işlenmiş Marki’nin minyatür portresi olan bu kutuyu sofrada yanına koymuştu.)

      “Bunun ne olduğunu bilmem gerekmiyor! Beni yalnız bırakın. Ölen kişiyi göreceksiniz.”

      O bizi çağırana kadar, diğer köşke geçmemizi rica etti. Derhal salondaki bütün mobilyaları dışarı çıkarttı, pencereleri söktürdü ve kepenkleri sonuna kadar indirtti. Dostu olduğu belli olan otel sahibine, içinde kor halinde kömür bulunan bir çanak getirmesini ve evde yanan bütün ateşleri suyla dikkatlice söndürmesini emretti. Dışarı çıkmadan önce, her birimizden burada görüp duyduklarımız hakkında sonsuza dek konuşmayacağımıza dair namus sözü vermemizi istedi. Arkamızdan bu köşkteki tüm odaların kapıları sürgülendi.

      Saat on biri geçiyordu, evin her yanına derin bir sessizlik hâkimdi. Dışarı çıkarken, Rus bana yanımızda dolu silah bulundurup bulundurmadığımızı sordu. “Niçin?” dedim. “Ne olur, ne olmaz,” diye cevapladı. “Bir dakika bekleyin, ben bir bakayım.” Yanımızdan uzaklaştı. Baron von F** ve ben o köşke bakan bir pencereyi açtık, bize sanki iki kişinin aralarında fısıldaştıklarını ve bir yere merdiven dayadıklarını duymuşuz gibi geldi. Tabii ki bu sadece bir tahmindi, bunun doğru olduğunu ileri sürmeye cesaret edemem. Rus yarım saat sonra bir çift tabancayla geri döndü. İçine kurşun yerleştirdiğini gördük. Saat ikiye yaklaşırken büyücü tekrar göründü ve bize vaktin geldiğini haber verdi. İçeri girmeden önce ayakkabılarımızı çıkartmamız, üzerimizde sadece gömlek, çorap ve iç çamaşırımızın kalması emredildi. Arkamızdan, ilk seferinde de olduğu gibi, kapı sürgülendi.

      Salona geri döndüğümüzde, yere kömürle geniş bir daire çizilmiş olduğunu gördük, içine on kişiyi, hepimizi rahatça alacak büyüklükteydi. Odanın dört duvarı boyunca bütün döşeme tahtaları kaldırılmıştı, öyle ki bir adanın üzerinde gibiydik. Dairenin tam ortasına üstü siyah örtüyle kaplı bir altar yerleştirilmiş, altına da kırmızı atlas bir halı serilmişti. Altarın üzerinde bir kurukafanın yanında açık halde bir Keldani İncili durmaktaydı, ayrıca üzerine gümüş bir haç tutturulmuştu. Mum yerine gümüş bir kabın içinde ispirto yanıyordu. Günlükten yayılan yoğun duman salonu kararttığından, ışık adeta boğulmuştu. Büyücü, tıpkı bizler gibi soyunuktu, ama onun ayakları çıplaktı; boynundaki insan saçından yapılma kolyenin ucunda bir muska taşıyordu, kalçasına üzeri gizli şifreler ve sembolik figürlerle bezeli beyaz bir önlük dolamıştı. El ele tutuşmamızı ve derin bir sessizlik içinde kalmamızı emretti; özellikle hayalete hiç soru sormamamızı tembih etti. İngiliz’den ve benden (en çok bizim ikimize karşı güvensizlik besliyor gibiydi) iki çıplak kılıcı hiç kıpırdamadan çapraz olarak onun bir parmak kadar başının üstünde işlem bitinceye kadar tutmamızı rica etti. Çevresinde bir yarımay oluşturduk, Rus subay İngiliz’in hemen yanında altarın bitişiğinde duruyordu. Yüzü doğuya çevrili halde, büyücü şimdi halının üzerindeydi, dört bir yöne kutsanmış su serpiyordu, üç defa İncil’e doğru eğildi. Ruh çağırma seremonisi yedi-sekiz dakika kadar sürdü, biz olanlardan hiçbir şey anlamadık; bittiğinde hemen arkasında duranlara bir işaret vererek şimdi onu saçlarından sıkıca tutmalarını istedi. Şiddetli kasılmalar içinde üç defa ölenin adını haykırdı ve üçüncüsünde elini haça doğru uzattı.

      Birdenbire hepimiz sanki bir şimşek çaktığını hissettik ve ellerimiz birbirinden ayrıldı; ani bir gök gürültüsü evi sarstı, bütün kapı kilitleri çınlamaya, bütün kapılar çarpmaya başladı, ispirto kabının kapağı kapandı, ışık söndü ve karşı duvardaki şöminenin üzerinde bir insan sureti belirdi, gömleği kanlıydı, yüzü ölmekte olan birinin benzi gibi bembeyazdı.

      “Kim çağırıyor beni?” diye boğuk, zar zor duyulan bir ses geldi kulağımıza.

      “Arkadaşın,” diye cevap verdi büyücü, “senin hatırana saygı duyan ve ruhun için dua eden,” diyerek Prens’in adını söyledi.

      Cevaplar hep uzun bir aradan sonra geliyordu.

      “Ne istiyormuş?” diye ses devam etti.

      “Bu dünyada başladığın ama bitiremediğin itirafını sonuna kadar dinlemek istiyor.”

      “Felemenk sınırındaki bir manastırda yaşayan…”

      O anda ev yeniden sarsıldı. Kapılar şiddetli bir gök gürültüsüyle kendi kendine açıldı, bir yıldırım odayı aydınlattı ve ilki gibi kanlar içinde ve bembeyaz suratlı ama ondan daha korkunç başka bir cismani görüntü eşikte belirdi. İspirto kendiliğinden alev aldı

Скачать книгу