602. Gece. Gülsoy Murat

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу 602. Gece - Gülsoy Murat страница 7

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
602. Gece - Gülsoy Murat

Скачать книгу

merkezine yaklaştığını söylemek çok da fazla indirgemeci olmaz. Birçoklarına göre modernist sanatın bitiş tarihi26 Holocaust’un gün ışığına çıktığı zamana denk gelir. Auschwitz toplama kamplarının ortaya çıkarılmasıyla birlikte insanlık vicdanının aldığı yarayı en güzel Adorno’nun sorusu anlatır: “Auschwitz’den sonra şiir yazmak mümkün mü?” Üstelik Auschwitz’de yaşananlar dünya üzerinde ne ilkti ne de son oldu. Ancak bu soykırımın sistematik yapısı ve modern dünyanın araçlarının ve kurumlarının eliyle yürütülmesi bir kez daha endüstrileşme sonrası modernleşme projelerine duyulan güvenin sarsılmasına neden oldu. İki dünya savaşı ve soykırımın yarattığı hayal kırıklığı öylesine büyüktü ki modernliğe duyulan öfke modernizmi mahkûm ederek modernist sanatın da gözden düşmesine neden oldu. Sonuçta nazizm de, Sovyet deneyimi de modernliğin aldığı farklı biçimlerden başka bir şey değildi. Modern sanat tüm bunlar karşısında yenik düşmüştü. Yaşanan travmanın etkisi elbette sanatla sınırlı kalmadı. Modernizm ilerlemeyle barbarlıktan kurtulunacağını vaat ediyordu. Oysa tam tersi olmuştu, barbarlık steril ve organize bir hal almıştı. İşte modernliğin ürünleri olan nazizm ve dünya savaşları ortadaydı. İnsanlar şu sorunun yanıtını bulamıyorlardı: Böylesine gelişkin bir uygarlık, böylesine incelmiş bir kültür nasıl olur da böylesine büyük bir barbarlık üretebilmişti? Üstelik bilimcilerin bu süreçteki rolü hiç de azımsanmayacak kadar önemliydi. Birçoğu gönüllü olarak bu süreçte rol almış, savaş endüstrisinin kilit noktalarında görev yapmış; insanlar üzerinde yapılan korkunç deneyleri tasarlayıp gerçekleştirmişti. Ayrıca kapitalizm de mutluluk değil dünyanın her yerinde yıkım getiriyordu. Dolayısıyla modernizmin sert eleştirisi bu dünya görüşünün arkasında yatan bilim motifini de hedefliyor, bilimin hakikati bulmakta yetersiz (hatta çoğu zaman yanlış) bir araç olduğunu söylüyordu. Hatta bu eleştiri (elbette başka birçok felsefi akımla birleşerek) yüzyıl sonunda yukarıda Sokal’ın eleştirisini yaptığı hale gelecekti. Bilimin gerçeklik konusunda itibar kaybı saldırgan muhafazakârlık ve dincilikle sonuçlanacaktı.

      Zirvesini yirmilerde yaşayan modernist sanat isim olarak 1945’ten sonra etkisini tamamen yitirdi. Benzer yöntemleri uygulasa da artık bu tarihten sonra üreten sanatçıların işleri için modernist terimi kullanılmamaya başlandı. Hatta günümüzde aynı yöntemleri (yapıtın kendi üzerine düşünmesi, bilinçakışı, farklı kurgu ve anlatım biçimleri) kullanan sanatçılara postmodern deniliyor. Aslında modernistlerin günümüzdeki devamı olan bu yazarlar için modernist terimini kullanamayışımızın bir nedeni dönemsel farkı işaret etmek olabilir ki bu kabul edilebilir bir yaklaşım olurdu ama asıl neden terimin gözden düşmüş olması. Oysa modernist yazarların ansiklopedik bir listesini çıkarmaya kalkıştığınızda dünya çağdaş edebiyatına bugünkü şeklini vermiş şu isimleri saymazlık edemezsiniz: Virginia Woolf, T. S. Eliot, Gertrude Stein, Ezra Pound, James Joyce, William Faulkner, J. L. Borges, Franz Kafka, Robert Musil, Joseph Conrad, W. B. Yeats, F. Scott Fitzgerald, Luigi Pirandello, D. H. Lawrence, Katherine Mansfield, Jaroslav Hašek, Samuel Beckett, Marcel Proust, Mihail Bulgakov, Robert Frost, Thomas Bernhard… Tabii bu listeleri kimlerin hazırladığı da çok şeyi değiştirebiliyor. Örneğin Proust’tan Borges’e modernist yazarların bilimle ilişkilerini irdelediği kitabının son bölümünde Thiher, postmodern edebiyat diye bir şeyin olup olmadığına son derece kuşkuyla yaklaştığını; çünkü akademik yapıtlarda bu konuda bir tutarlılık olmadığını söylüyor.27 Verdiği örnek de çok çarpıcı: 1996’da yayımlanan The Oxford Guide to Contemporary Writing adlı akademik çalışmaya bakılacak olursa, çağdaş Amerikan edebiyatı Truman Capote’nin 1965’te yayımlanan Soğukkanlılıkla adlı romanıyla başlıyor ve sadece suç işleyen zihinlerle ilgileniyor; bu akademik başvuru kaynağı; Joyce, Kafka ve Beckett’in izinden giden birçok Amerikan yazarını yok sayıyor.

      Modernist edebiyat elbette sadece Avrupa’da değil tüm dünyada etkili oldu. Latin Amerika büyülü gerçekçiliğinde de izlerini bulmak mümkün, Türk edebiyatında da… Gerçi Türk edebiyatında modernist eğilimlerin ne ölçüde belirleyici olduğunu anlamak da çok kolay değil çünkü Türk edebiyatı henüz kendi tarihi üzerine çok da bütünlüklü ve kapsamlı bir bilgi üretmiş değil.28 Ancak ben kendi okuma çizgimdeki yazarlara ve eserlere baktığımda Türk edebiyatında modernist çizgilerin hiç de azımsanmayacak bir ağırlığı olduğunu söyleyebilirim. Nâzım Hikmet’ten başlayarak, Garip şiiri, İkinci Yeni, Sait Faik, Yusuf Atılgan, Haldun Taner, Leyla Erbil, Feyyaz Kayacan, Nazlı Eray, Bilge Karasu, Sevim Burak, Oğuz Atay ve daha birçoklarının adı sayılabilir. Tabii burada farklı görüşler de öne sürülebilir. Bu yazarlara modernist denemeyeceği çünkü “modernist” kavramının bir farkındalık içerdiğini, yani o yazarların modernist edebiyat tekniklerini kullanmanın ötesinde bir dünya görüşü olarak da modernizmi savunmuş olmaları ya da en azından kendilerini modernist edebiyat içinde tanımlamış olmalarının gerekliliği savunulabilir. Bunun en açık örneği Nâzım Hikmet’tir. Bir dönem fütürizmden etkilenen şairin kullandığı biçimler ve yaptığı edebî deneyler tam da dönemin ruhuna uygun modernist çizgiler içeriyordu. Ama Nâzım Hikmet’in algılanışında vurgu hep siyasi kimliğinde oldu. Ondan söz edilirken elbette modern Türk şairi denildi ama modern terimi çağdaş anlamında kullanıldı. Gerçi bu terimin kullanımında çeşitli tutarsızlıklar olduğunu da söylemeli: Uzunca bir dönem hem Türkiye’de hem dünyada modernist sanat yerine modern sanat denildi, modern olan modernist olanla özdeş tutuldu. Çağdaş olan moderndi, dolayısıyla modernistti. Tabii bu özdeşlik belli bir dönem için geçerliydi. Ama o dönemlerden kalan bir alışkanlıkla, insanlar yeni ve anlamakta güçlük çektikleri her şeye modern demeye başladılar, şimdi de bu görevi postmodern sıfatı üstlenmiş görünüyor. Kestirmeden bir sonuca ulaşmak çok mümkün değil tabii. Belki de kim modernist kim değil diye sınıflandırmaya çalışmak yerine modernist edebiyatçıları birleştiren temel çizgilerin neler olduğuna bakmak daha anlamlı olacaktır.

      Modernist yazma biçiminin en önemli tekniklerinden biri bilinçakışıdır.29 Bu anlatım biçiminde yazar, doğrudan doğruya hikâye kişisinin zihninin içinden anlatır. Çoğu zaman amaç hikâye kişisinin aklından geçenleri gerçeğine en yakın şekilde anlatabilmektir. Tabii bu yine, “Nasıl düşünüyoruz?”, “Aklımız nasıl çalışıyor?” gibi bilişsel psikolojinin ve felsefenin uğraştığı akıl/zihin meselelerini gündeme getirir. Daha önce de değindiğim gibi, modernist sanatın temel meselelerinden biri insan aklının nasıl çalıştığını çözmektir. Ânındalık, otomatik yazı gibi deneysel arayışlardan bilinçakışı tekniği, çok etkili olmuş, yaygın kullanılan anlatım biçimleri arasında yerini almıştır. Çünkü sadece hikâye kişisinin gerçekliğini artırmakla kalmaz, kişisel deneyime okurun çok daha doğrudan katılabilmesine olanak tanır, belirli bir bakış açısından dünyanın nasıl göründüğünü çok daha derinden ifade edebildiği için okurun kendi bakış açısını sorgulamasına yol açar. O nedenle de yazarların hemen ilgisini çekmiş ve çeşitlemeleri üzerine çalışılmıştır. Örneğin noktalama işaretlerini kullanmaksızın üretilen bilinçakışı metinleri bazen okunması biraz güç ama başka türlü ifadesi mümkün olmayan duygu ve düşüncelerin anlatımına aracılık etmiştir. Tabii bilinçakışının radikal hallerinin okunması oldukça güçtür. Bu güçlük anlatımı zedeleyebilir. Böyle durumlarda yazarların stratejisi yarı-bilinçakışı diyebileceğimiz bir tür iç monolog kullanmaktır. İç monolog aslında tiyatrodan bildiğimiz bir kavramdır, oyuncunun sahnede düşüncelerini izleyicinin duyabileceği şekilde seslendirmesidir. Cümleler düzgün ve anlaşılırdır. Ama düşüncelerin ve duyguların akışı gerçekte olduğu gibi kimi zaman çağrışımsal kimi zaman doğrudan kimi zaman kesintilidir. Bizde bunun en güzel örneklerini Oğuz Atay, Sevim Burak, Leyla Erbil

Скачать книгу