Bir Yolculuktur Aşk. Betül Ak Örnek

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Bir Yolculuktur Aşk - Betül Ak Örnek страница 4

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Bir Yolculuktur Aşk - Betül Ak Örnek

Скачать книгу

karşılık bulur ve böylece sonsuz bir sevgiyle sarılır. O yüzden kızım, içini daraltan tüm bu olayları bir kenara bırakıp artık tanıman gereken gerçek varlığa yönel.”

      İrkilerek açtığım gözlerimden yaşlar akıyor. “Allah her kulunu çeşitli zamanlarda bazı olaylarla kendisine yönelmesi için uyarır, ona işaret gönderir,” diyen babam az önce karşımda aslında bana yapmam gerekeni anlatmamış mıydı? Anlıyorum ki tüm bu olanlar bana gönderilen uyarı işaretleriydi. Şer gördüğüm yaşadıklarımın sonucu aslında Yaradan’ın gönderdiği mesajı açabilmemi sağlıyordu; hem de bir kelebeğin kanat çırpışı kadar narin ve sessiz bir mesaj ama gelin görün ki bendeki yankısı gök gürültüsü, içimi yerle bir eden fırtına şiddetindeydi.

* * *

      O akşamdan sonra içimdeki gök gürültüsüyle çarpan kalbim sonunda idrak ediyor ki, önce Yaradan’a yönelmem gerek. Hakikate yaklaşmanın ilk adımı beşer içinde yalnız kalıp Yaradan’la kalabalık olmakmış.

      İlerlemek

      İnsanoğlu hayata teşrifinden ölümüne kadar usulünce ve telaşsız bir devinim içinde değişiyor. Bir bebeğin büyürken her hafta, her ay geçmesi gereken aşamalar, çoğunlukla hiçbir etkiye gerek duymadan, doğasına uygun olarak gerçekleşiyor. Önce bebeğin saçları dökülüyor, sonra daha güçlü çıkıyor; ağlama refleksi bilinçli seslere dönüşüyor, çelimsiz gibi görünen bacakları yürümeye-koşmaya başlıyor, hatta ne kadar düşüp yaralansa da yürümekten asla vazgeçmeyecek güçte gelişiyor, dişler, çıkması gereken sırada ve zamanda bitiveriyor. Tüm ilerlemeler tam zamanında, bebek hazır olduğunda o mükemmel yaradılışa uygun hiçbir müdahale gerekmeden gerçekleşiyor.

      Geçen zamanla bebeklik ve çocukluk dönemlerindeki saflığını yitiren insan, büyüdükçe kabına sığamadığı dönemlerden geçiyor. Ben de bu zamanlarda sanki bir yere çakılıp kalmıştım. Öyle ki günler, aylar, yıllar geçerken ben hep yerimdeydim de bir türlü ilerleyemiyordum. Bu yolculuğa çıkmadan önceki arayış zamanlarımın başlarıydı, âna çakılı kaldığım, saatin ilerlediği, lakin benim bir arpa boyu yol alamadığım zamanlar…

      Okumaya başladım. Sayfaların arasında mutlaka beni ileri taşıyacak bir cümle, bir işaret olmalıydı. Günlerce, gecelerce soluksuz okudum. Susamışın suya kanması gibi, bazen bir cümleyi on kez, yirmi kez okudum. İdrak edemiyor, güçlük çekiyordum ki bu normaldi çünkü görmesini bilmiyor, özünü göremiyor, sadece kelimelerin birleşip ortaya çıkardığı anlamı idrak etmeye çalışıyordum. Resim sanatından anlamayan birinin tuvaldeki fırça darbelerine anlamsız çizgiler olarak bakması gibiydi görüşüm. Kaba, tuhaf, yabancı bir bakış…

      Zamanla tüm bunların ilerlemeye başlamak için bir ön hazırlık aşaması olduğunu fark ettim. Kâinattaki her şeyde olduğu gibi… Bir bebeğin de bir ağacın da doğup büyüme yolculuğu nasıl ki fıtratındaki gibi telaşsız ve usulüne uygun ise, benim yolculuğum da öyle olmalıydı. Evrende hiçbir şeyin acelesi yoktu; ağaçlar filiz vermek için baharı, kuşlar göçmek için soğuk havaları bekler; tırtılın kelebek olmak için kozasında olgunlaşmaya ihtiyacı vardır ki uçabilsin.

      Bir balon nasıl ki fazla nefes verildiğinde patlarsa, kapasitesinden fazla dolan kap nasıl ki dolup taşarsa, Yaradan biliyordu ki benim henüz derinlikten uzak gönül kabım da bir anda haddinden fazla ilimle dolarsa yüreğim bunu kaldıramaz, infilak ederdi. Belki isyana düşer, anlamlandıramaz, algılayamazdım çünkü şu an içinde bulunduğum hâl henüz Allah’ın merhametli ve zarif yolundan uzaktı. Çok şükAllah kendi yoluna yaklaştırırken şok etkisiyle değil, tüm bu ufak nazik işaretlerle beni uyarıyor, adeta, “acele etmeden devam et kulum,” diyordu.

      Oku

      Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla…

      İlk emir, ilk söz, ilk ayet…

      “Oku!” dedi, Allah okuma yazması olmayan bir kula önce okumayı öğrenmesini söyledi. “Kâinatı, gökyüzünü, gaybı, insanları anla; hayvanları, bitkileri, canlı-cansız tüm varlıkları bil; karıncanın sesinde ismimi duy, varlığımı oku,” dedi. “Dilinle değil, kalbinle oku,” diye emrolundu da Peygamber’in bedeni tir tir titredi. Okuduklarını hazmetmek için günlerce evden çıkmadı.

      Varlığımıza hiçbir delil yokken bizi bir kan pıhtısından yaratan kudret, ömür yolculuğunun bir yerinde kalbimize dokunuyor; tıpkı Cebrail’in Peygamber’i sarsması gibi sarsıyor. Bazen bir hastalıkla, kazayla ya da belayla, evlatla, belki de mutlulukla, zenginlikle kendimize gelmemiz için sarsıyor. Kimi bu emri anlıyor da idrak başlıyor. Kâinatı artık O’nun izleriyle okuyor. Kimi ise başına gelenler karşısında daha çok asileşip, “Ben okumayı zaten bilirim,” diyerek devam ettiği yolda karşılaştığı güzellikleri kendi hikmeti sanıyor, fenalıklarda ise isyan ediyor.

      Oysa hiç bilenle bilmeyen aynı olur mu?

      Bu dünya yolculuğunda da okuyanla okumayan ayrılmıştır. Bu yolda en çok gezen değil, en çok anlayan kazanır.

      Tefekkür için oturduğumuz çınar ağacının altında ben defterime düşündüklerimi yazarken Kısmet çoktan peşinden koşturacak bir kelebek bulmuş. O kelebeği kovalarken görüyorum ki kendi fıtratına uygun davranıyor, ya biz?

      Bu sefer derin bir idrakle yazmaya devam ediyorum.

      Birlikte bugünü hem yaşamaya hem de okumaya var mısınız dostlar?

      Bu yolculukta berabersek haydi gelin bugünü okuyalım. Güneşin selamıyla ağaran bir günde pencereyi açıp temiz havanın ciğerlerimize dolmasını hissedelim; hani o ufacık serçe var ya, onun kar kış demeden taşıdığı dallarla yuvasını kurmasını izleyelim. Bugün uzakta bir yerde kırmızı ve yeşil ışıklarla aydınlanan karanlık bir gökyüzü var, aynı anda mavi bir bulutun altında yemyeşil bir bahçe ve yıldırımların çaktığı bir gökyüzünün altında korkarak annesine sarılan bir çocuk ve şefkatle onu sarmalayan bir anne. “Aynı atmosferin altında aynı anda ne kadar şey hissedebiliriz?” demeyelim, ki kâinatta tüm hislerin bir karşılığı var.

      Pencereden baktığımızda bunu anlamaya niyet edelim.

      Tüm uzuvlarımız yerindeyken şükretmenin güzelliğini, bu satırları okuyabilen gözlerimizin muhteşemliğini, bizi çok seven insanların gönlündeki sevdayı, içimizdeki merhamet duygusunu, karşımıza çıkan şerlerin altındaki hayrı, sahip olduklarımızın ne kadar kıymetli olduğunu okuyalım. Okuyalım ki delalet aradan çekilsin, idrak güneşi doğsun.

      “Oku!” diye seslenen Rabbe, “Okuyorum Rabbim, artık anlamaya çalışıyorum,” diyebilmek için okuyalım.

      Uyan

      Hani rüyanın en güzel yerinde uyanırsın da içini bir hüzün kaplar; devam etmek istersin, hatta hiç uyanmamak, hep o rüyayı yaşamak, o kadar sahidir. Uyandığında kendini yatağında bulunca derin bir nefes vererek rüyanın lezzeti damağında kalsa da şükredersin.

      Bazen de kâbuslarla boğuşursun da bir an önce uyanmak istersin. Kalbin yerinden çıkacak gibi atar, korkuyu ve acıyı tüm bedeninde hissedersin. Kaçmak istersin, koşarsın. Tam uçurumdan düşüp yere çakılacakken uyanırsın; derin bir nefes verip, “Sadece bir

Скачать книгу