Tom Amca'nın Kulübesi. Stowe Harriet Beecher
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Tom Amca'nın Kulübesi - Stowe Harriet Beecher страница 19
Bir adam kıyıdan yukarı tırmanmasına yardım etti.
“Her kimsen, yürekli bir kızsın,” dedi adam bir küfür sallayarak.
Eliza eski evinden pek uzakta olmayan bir çiftliği olan adamın sesini ve yüzünü tanıdı.
“Ah Mr. Symmes! Kurtarın beni, lütfen beni kurtarın, lütfen beni saklayın!”
“Neden, neler oluyor? Bu Shelby’nin kızı değilse n’olayım!”
“Çocuğumu, bu oğlanı, sattı o! İşte o da efendisi,” diyerek Kentucky kıyısını gösterdi. “Ah Mr. Symmes, sizin de küçük bir oğlunuz var!”
“Evet var,” dedi adam ve sert ama iyi yürekli bir tavırla kadının dik kıyıdan tırmanmasına yardım ederek. “Ayrıca da sen yürekli bir kızsın. Yiğitliği nerede görsem hoşuma gider.”
Eliza tırmanmasını bitirince adam durdu.
“Senin için bir şey yapmak hoşuma giderdi ama seni götürebileceğim bir yer yok. Senin için yapabileceğim en iyi şey oraya gitmeni söylemek,” diyerek köyün anayolunun yanında tek başına göze çarpan büyük, beyaz bir evi işaret etti.
“Oraya git, onlar iyi insanlardır. Orada bir tehlike yoktur, hem yardım da ederler, bu tür şeylere de alışkındırlar.”
“Tanrı sizden razı olsun,” dedi Eliza.
“Hiçbir durumda, dünyadaki hiçbir durumda, senin için yaptığımın önemi yok,” dedi adam.
“Bir de… elbet kimseye söylemezsiniz değil mi efendim!”
“Ağzından yel alsın! Sen beni ne sanıyorsun? Asla! Hadi şimdi aklı başında iyi bir kız gibi git. Özgürlüğünü hak ettin ve bana göre almalısın da, tıpkı benim gibi.”
Kadın çocuğunu göğsüne bastırdı, sağlam adımlarla kayarcasına uzaklaştı. Adam durup ardından baktı.
“Shelby, bunun dünyanın en iyi komşuluğu olmadığını düşünebilirsin ama bir insan başka ne yapabilir ki? O da benim kızlardan birini aynı durumda yakalarsa böyle yapar. Peşinde köpekler olan, canını dişine takmış, soluk soluğa kendini kurtarmaya çalışan hiç kimseyi görmeye dayanamam. Hem, avcı olup da öbür insanları yakalamam için bir neden görmüyorum.”
Temel insan ilişkileri konusunda hiç eğitilmemiş, bunun sonucunda da Hıristiyanca davranışlara sırtını dönmüş, daha okumuş, daha aydınlanmış olsa farklı davranacak olan bu garip barbar tavırlı Kentucky’li işte böyle biriydi.
Haley olup bitenlere nutku tutulmuş bir izleyici olarak bakakalmıştı, Eliza kıyıya tırmanıp gözden yitince anlamsız, soran bakışlarını Sam ile Andy’ye çevirdi.
“Bu katlanılabilir hakça bir iş darbesi,” dedi Sam.
Haley, “Bu kızın inanıyorum ki yedi tane şeytanı var! Nasıl da yabankedisi gibi sıçradı!” dedi.
“Şimdi,” dedi Sam kafasını kaşıyarak, “umarım efendi o yolu seçtiğimiz için kusurumuza bakmaz. Öyle bir yolculuktan sonra pek yoruldum!” Ve boğuk bir sesle kıkır kıkır güldü.
Tüccar, “Sen gül bakalım,” diye homurdandı.
“Tanrı sizi korusun efendim ama kendimi tutamıyorum,” dedi Sam. Ruhundaki baskı altında kalmış sevinci dışa vurmuştu. “Atlayıp sıçrarken, buz da bir yandan çatırdarken öyle garip görünüyordu ki, tek duyduğumuz onun sesi bir de plof, çank, floşş, atla gibi seslerdi. Tanrı’m! Nasıl da gitti ama!”
Sam ile Andy yaşlar yanaklarından süzülünceye kadar güldüler.
Tüccar, “Ağızınızın tersiyle güldüreceğim sizi!” diyerek başlarına doğru kamçısını savurdu.
İkisi de başlarını çabucak eğerek kıyıdaki bayırdan yukarı koştular, adam atına bininceye kadar onlar atlarına yerleşmişlerdi bile.
“İyi akşamlar efendi!” dedi Sam müthiş bir ciddiyetle. “Sanırım artık hanımım, Jerry için kaygılanmaya başlamıştır. Efendi Haley’in de bize gereksinimi kalmadı zaten. Hanımım hayvanları tüm gece Lizzy’nin peşinden koşturduğumuzu duymak istemezdi,” diyerek Andy’nin böğrünü şakacıktan dürttü ve atını mahmuzladı, Andy son hızla Sam’i izlerken kahkahaları rüzgârda boğuldu.
8
Eliza’nın kaçışı
Eliza son bir umutla nehrin öte yanına kaçtığında tam akşamın loş alacakaranlığıydı. Nehirden yavaş yavaş yükselen, gri sis kıyının eğiminde gözden yittiğinde onu sarıp sarmaladı ve kabarmış akıntıyla batıp çıkan buz kütleleri peşindekiyle arasında umut kırıcı bir barikat oluşturdu. Haley de hoşnutsuzlukla daha sonra ne yapılması gerektiğini düşünmek için ağır ağır küçük hana döndü. Kadın partal bir kilimle kaplı küçük salonun kapısını açtı, bir köşede çok parlak kara muşamba örtülü bir masa, değişik biçimlerde ince uzun arkalı tahta iskemleler, şöminenin rafında hafifçe tüten bir ızgaranın yukarısında göz alıcı renklerde alçı süsler, bir de ahşaptan yapılma uzun ve sert, rahatsız görünümlü, şöminenin önü sıra boydan boya uzanan bir sıra vardı.
Haley insanoğlunun umut ve mutluluğunun genelde ne kadar değişken olduğunu düşünmek için buraya oturdu.
“Bana böyle aşağılık zenciler gibi davranılmasını hak etmek için şu küçük yaratıktan ne istedim sanki?” deyip pek de seçkin sayılamayacak bir dizi küfrü sıralayarak rahatlamaya çalıştı, çoğunu doğru saymak için pek çok nedenimiz olsa da, bu bir beğeni sorunu olduğundan, yapmayacağız.
Kapıda atından inen birinin tiz, kaba saba sesiyle irkildi. Hemen pencereye seğirtti.
“Şu işe bakın! Bu bizim Tom Loker değilse n’olayım!”
Haley aceleyle dışarı çıktı. Barın yanında, odanın köşesinde güçlü kuvvetli, kaslı, iki metrelik boyu ve geniş gövdesiyle bir adam duruyordu. Saçı sakalı birbirine karışmış olmasının yanı sıra, öküz derisinden paltosu ona dış görünümüne çok uyan sert “kıllı” bir hava veriyordu. Her organından, özellikle yüzünün ifadesinden kaba, ölçüsüz şiddet uygulayacak biri olduğu anlaşılıyordu. Okurlarımız bir buldoğun insan kılığında bir palto ve şapkayla dolaştığını düşleseler, adamın genel görünümüne ve yarattığı etkiye hiç de aykırı bir şey yapmış olmazlar. Kendisine hiç benzemeyen bir yol arkadaşı vardı; kısa, ince, hareketleri kıvrak, kedimsiydi; bir fare gibi sinsi, keskin, siyah gözleri ve yüz hatları, karşısındakinin duygularını paylaşmak için yontulup hazırlanmış gibiydi, uzun burnu her