Tom Amca'nın Kulübesi. Stowe Harriet Beecher
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Tom Amca'nın Kulübesi - Stowe Harriet Beecher страница 22
“Hiç kuşkusuz, sizi gördüğüm kadar net, hem de…”
“Ve öbür yakada ona çıkması için yardım eden bir de adam ha?” dedi Loker.
“Hiç kuşkusuz, bunu da gördüm.”
Marks, “Akla en yakın olasılık, bir yere götürüldüğü ama asıl sorun nereye olduğu? Tom sen ne diyorsun?”
“Nehri bu gece geçmeliyiz, bunda hata olmamalı.”
Marks, “Ama kayık yok ki,” dedi. “Buzlar korkunç bir biçimde yuvarlanıyor Tom, tehlikeli olmaz mı?”
Tom kararlılıkla, “O konuda bir şey bilmiyorum, tek bildiğim yapılması gerektiği,” dedi.
Marks huzursuzca kıpırdanarak, “Hey Tanrı’m!” dedi. “Olacak da… diyorum ki,” dedi pencereye yürüyerek, “dışarısı kurt ağzı gibi karanlık Tom…”
“Sözün kısası sen korkuyorsun Marks ama bu konuda bir şey yapamam, gitmemiz gerek. Diyelim ki sen bir-iki gün yattın, kızı da sen işe başlamadan yeraltından bir yerden Sandusky’ye falan kaçırdılar…”
“Aa, hayır, zerre kadar korkmuyorum,” dedi Marks, “yalnızca…”
“Yalnızca ne?”
“Şu kayık işte. Hiç kayık yok da…”
“Kadının bu akşam bir tekne geleceğini söylediğini duydum, bir adam da onunla karşıya geçecekmiş. Ya hep ya hiç, onunla gitmeliyiz,” dedi Tom.
Haley, “Umarım iyi köpekleriniz vardır.”
“Birinci sınıf,” dedi Marks, “ama ne yararı var? Koklatacak bir şey yok ki!”
Haley zafer kazanmışçasına, “Evet var,” dedi. “Aceleyle çıkarken yatağın üstünde bıraktığı şalı var. Başlığı da var…”
Loker, “Şansımız yaver gidiyor,” dedi. “Şunları uçlan bakalım.”
“Uyarısız saldırırlarsa köpekler kadına hasar verebilir.”
Marks, “Bunu dikkate almalıyız. Bir kez Mobile’de adamın birini biz kurtarıncaya kadar bin parçaya ayırmışlardı.”
Haley, “Köle ticaretinde görünüş önemlidir. Böyle bir şey olsun istemem.”
Marks, “Bal gibi anlıyorum. Ayrıca çevresi sarıldığında da izlenmemeli. Bu eyalette o yaratıkların izlenmesinde köpek kullanmak pek akıl kârı değil, kaldı ki köpeklerin gittiği yoldan gidemezsiniz. Yalnızca geniş ekin alanlarında zenciler koştuğunda kovalar ki, onun da bize yararı olmaz.”
Loker, “Eh,” dedi. Bazı araştırmalar yapmak için bardan çıkmıştı. “Kayıkla bir adam gelecekmiş ha Marks?”
Sözü edilen değerli zat, ayrılacağı rahat ortama acıklı bir bakışla baktı ama yine de çağrıya uyarak ayağa kalktı. İşin ayrıntılarıyla ilgili birkaç söz daha söyledikten sonra Haley gözle görülebilen belirgin bir gönülsüzlükle elli doları Tom’a verdi ve saygın üçlü gece buluşmak üzere ayrıldılar.
Şimdi bizim seçkin, Hıristiyan okurlarımızdan birinin bu sahnenin tanıttığı toplum kesimine itirazları olursa zamanla bu önyargılarından kurtulmalarını rica edelim. Onlara anımsatmamıza izin versinler, bu yakalama işi yasal ve yurtsever bir mesleğin saygınlığını korumak içindir.
Mississippi ile Pasifik arasındaki geniş topraklar beden ve ruhlar için koca bir pazara dönüşürse, insan alınıp satılan bir nesne olarak on dokuzuncu yüzyılın önemli metalarından biri halini alırsa ve insanlar da bu ticarete eğilimli olursa, tüccarla avcı aristokrasimize bile girebilir.
Meyhanede bunlar olup biterken Sam ile Andy bir bayram kutlarcasına evin yolunu tuttular.
Sam’in etekleri öylesine zil çalıyordu ki, sevincini garip naralar, böğürmeler, tüm bedeninin gülünesi biçimde eğilip bükülmesiyle gösteriyordu. Arada ata ters ya da yan biniyor, derken hoop bir takla atıp yine yerine oturuyor, ciddi bir ifade takınarak ve Andy’yi güldürmek için saf taklidi yaparak yüksek sesle söylevler veriyordu. Ardından kollarıyla yanlarına vurarak bir kahkaha tufanına yakalanıyor, geçtikleri yaşlı ormanı çınlatıyordu.
Tüm bu taşkınlıklarla atları son hızla sürüyordu. Sonunda onla on bir arasında nalların sesi balkonunun alt ucundaki çakıllarda duyuldu. Mrs. Shelby parmaklığa neredeyse uçtu.
“Sen misin Sam? Neredeler?”
“Efendi Haley handa dinleniyor, müthiş yoruldu hanımım.”
“Ya Eliza ile Harry?”
“Eh onun Ürdün Nehri’ni geçtiğini kesin olarak söyleyebilirim. Vaat Edilmiş Topraklar’a vardığı bile söylenebilir.”
“Sen ne demek istiyorsun Sam?” dedi Mrs. Shelby soluğu tıkanarak. Sözlerin anlamını kavrayınca bayılacak gibi olmuştu.
“Eh hanımım, ulu Tanrı kullarını korur. Tanrı Lizzy’ yi çift atlı ateşten bir arabayla taşırcasına nehri aşıp Ohio’ya ulaştırdı.”
Sam’in Tanrı’ya duyduğu saygı hanımının huzurundayken olağanüstü artar, duvar kabartması gibi görüntüler çizerek konuşurdu.
Eşinin peşinden balkona çıkan Mr. Shelby, “Sam, buraya gel de hanımına istediği şeyi anlat,” dedi. Sonra da kolunu ona dolayarak, “Gelin, gelin Emily,” dedi. “Üşümüşsünüz, titriyorsunuz, kendinizi duygularınıza çok fazla kaptırıyorsunuz.”
“Duygularına çok fazla kaptırmak mı? Ben bir kadın, bir anne değil miyim? Bu zavallı kızcağız için Tanrı’ya karşı ikimiz de sorumlu değil miyiz? Tanrı’m, bu günah için bizi yargılama!”
“Ne günahı Emily? Siz de gördünüz ki, yalnızca yapmak zorunda olduğumuz şeyi yaptık.”
“Yine de bu iş yüzünden müthiş bir suçluluk duygusu var içimde. Aklımı kullanarak uzaklaştıramıyorum.”
Sam balkonun altından, “Hadi Andy, seni zenci, canlan bakalım, atları ahırlarına götür, efendi çağırıyor, duymuyor musun?” dedi ve elinde bir palmiye yaprağından yapılma bir şapkayla salonun kapısında belirdi.
Mr. Shelby, “Gel bakalım Sam, olayın nasıl olduğunu bize ayrıntısıyla anlat. Eliza nerede, biliyor musun?” diye sordu.
“Efendim, yüzen buzların üstündeydi, gözümle gördüm onu. Şaşılacak gibi aştı orayı, mucize falan da değildi hani, sonra da bir adamın Ohio yakasına tırmanmasına yardım ettiğini gördüm, sonra alacakaranlıkta gözden kaybettim.”
“Sam, bence bu hayal ürünü, mucize demek