Tom Amca'nın Kulübesi. Stowe Harriet Beecher
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Tom Amca'nın Kulübesi - Stowe Harriet Beecher страница 25
“Bak John, politikayı bilmem ama İncil okuyabiliyorum, orada açları doyur, çıplakları giydir, yalnızları rahatlat, diyor, benim de izlemek istediğim bu, İncil.”
“Ama öyle durumlar vardır ki, senin bu tavrın büyük bir toplumsal belayı ortaya çıkarır…”
“Tanrı’ya itaat asla toplumsal bela getirmez. Getiremeyeceğinin ayırdındayım. O’nun bize emrettiğini yapmak her zaman, her açıdan en güvenlisidir.”
“Şimdi dinle beni Mary, sana son derece açık bir biçimde karşı çıkıp gösterebilirim ki…”
“Aman saçmalama John! Gece boyunca konuşsan da bunu yapamazsın. Sana açıkça soruyorum John, bir kaçak olduğu için yoksul, titreyen, aç birini kapıdan çevirebilir misin? Çevirebilir misin şimdi söyle!”
Doğruyu söylemek gerekirse senatörümüzün insancıl ve kolay kandırılabilir bir yapıya sahip olma gibi bir şanssızlığı vardı, başı belada olan birini geri çevirmek asla özelliği olmamıştı, karısının da bildiği gibi bu küçük tartışmada onun için en kötüsü, karısının savunulması olanaksız bir noktaya saldırmasıydı. Adam da böyle durumlarda zaman kazanmak için bulunmuş yöntemlere başvurarak “ehem” diye birkaç kez öksürdükten sonra mendilini çıkardı, gözlüğünü temizlemeye koyuldu. Düşman topraklarındaki savunmasız koşulları sezen Mrs. Bird için üstünlüğünü sürdürmekten daha bilinçli bir şey olamazdı.
“Bunu yaparken seni görmek isterdim John, gerçekten isterdim! Örneğin kar fırtınasında kalmış bir kadını kapıdan çevirirken… Ama belki de onu yakalayıp hapse bile atarsın, değil mi? Belki de bu konuda çok başarılı olursun!”
Mr. Bird ılımlı bir sesle, “Elbette çok acı bir görev olurdu…” diye söze başladı.
“Görev mi John! O sözcüğü kullanayım deme! Bunun bir görev olmadığını biliyorsun, bir görev olamaz bu! İnsanlar kölelerini kaçırmak istemiyorlarsa onlara iyi davranmalarını sağla, benim ilkem budur. Benim kölem olsa, ki umarım asla olmaz, benden ya da senden kaçmak istemelerini göze alırdım. İnsanlar mutlu olduklarında kaçmaz, zavallıcıklar kaçtıklarında soğuk, açlık ve korkudan yeterince acı çekmişler demektir, herkes onlara karşı da çıksa, yasal olsun olmasın ben asla yapmayacağım, Tanrı yardımcım olsun!”
“Mary Mary, canım bırak seni ikna edeyim!”
“Ben ikna edilmekten nefret ederim John, özellikle de bu tür konularda. Siz politikacıların durmadan basit bir doğrunun çevresinde dolanmak gibi bir yöntemi var ama iş uygulamaya gelince kendiniz de inanmıyorsunuz. Seni iyi tanırım John. Sen de bunun doğruluğuna benden çok inanmıyorsun, benden çabuk harekete geçemeyeceğini de biliyorum!”
Bu önemli anda her işi yapan yaşlı zenci Cudjoe kafasını içeri uzattı ve, “Hanımım mutfağa gelse iyi olur,” dedi.
Senatörümüz enikonu rahatlamış, ufak tefek karısının arkasından hoşnutluk ve sıkıntının garip karmaşasıyla baktı, sonra koltuğuna gömülüp gazeteleri okumaya başladı.
Bir an sonra karısının sesi kapıdan duyuldu, aceleci, ciddi bir tonda, “John John, bir dakika buraya gelebilir misin?” diyordu.
Adam gazetesini bırakıp mutfağa gitti, karşısına çıkan görüntüyle şaşırarak irkildi: İnce yapılı, üstü başı yırtılmış, tek ayakkabısı kaybolmuş, kesilmiş kanayan ayağında yırtılmış çorabıyla soğuktan donmuş genç bir kadın iki iskemlenin üstüne ölü gibi baygın uzatılmıştı. Yüzünde hor görülen bir ırkın damgasının okunmasına karşın, kimse acı dolu, insanın içini ezen güzelliğini görmezden gelemiyor, taş gibi sertliği, soğuk bir noktaya yoğunlaşmış, ölümcül görünüşü senatörü ciddi bir biçimde tepeden tırnağa ürpertiyordu. Mr. Bird soluğunu içine çekip sessizce olduğu yerde durdu. Karısıyla tek zenci hizmetçileri yaşlı Dinah Teyze kadıncağıza bir şeyler yapmaya çabalıyorlardı, yaşlı Cudjoe’ysa çocuğu dizlerine oturtmuş, ayakkabılarıyla çoraplarını çıkartarak küçük, soğuk ayaklarını ovuşturmaya koyulmuştu.
Yaşlı Dinah, “Tam görülecek şeydi doğrusu!” dedi olanca sevecenliğiyle. “Bence sıcak bayılttı onu. İçeri girdiğinde bitkindi, azıcık ısınabilmek için izin istedi, tam nereden geldiğini soruyordum ki, düştü bayıldı. Ellerine bakılırsa pek iş görmemiş.”
Tam Mrs. Bird şefkatle, “Zavallıcık,” derken kadın kocaman, koyu renk gözlerini yavaşça açtı ve boş bakışlarla ona baktı. Ansızın yüzünden bir acı ifadesi geçti ve sıçrayarak oturdu.
“Ah Harry’m! Götürdüler mi onu?” dedi.
Bunu duyan çocuk Cudjoe’nun dizlerinden sıçrayıp ona doğru koşarak kollarını kaldırdı.
“Ah burada! Burada!” diye bağırdı kadın. Sonra da Mrs. Bird’e çılgın bir sesle, “Ah hanımefendi! Lütfen bizi koruyun! Onu almalarına izin vermeyin!” dedi.
Mrs. Bird, onu yüreklendirerek, “Burada kimse size zarar veremez, zavallı kadın, burada güvendesiniz, korkmayın,” dedi.
Kadın yüzünü kapatıp ağlayarak, “Tanrı sizi kutsasın!” dedi. Onun ağladığını gören küçük oğlan kucağına tırmanmaya çalışıyordu.
İnce ve kadınca görevler konusunda karşılık vermek dendi mi kimsenin aşık atamayacağı Mrs. Bird tarafından çok geçmeden kadıncağıza istediği karşılık verilip sakinleştirildi.
Ateşin yanında yere geçici bir yatak serildi, az sonra ondan daha az yorgun olmayan çocuğu kolunda horuldayarak uyurken Lizzy de ağır bir uykuya daldı. Küçüğü almak için yapılan en sevecen denemelere bile sinirli ve kaygılı karşı çıkışlarla direnmişti, şimdi uyurken bile, çocuğunu kucaklayışı tetikteydi, ondan asla vazgeçmeyeceğini göstermek istercesine kolu, gevşemeyen bir kavrayışla çocuğu sarmalamıştı.
Mr. Bird ile Mrs. Bird salona döndüler, gariptir ki ikisi de önceki konuşmaya ilişkin tek söz etmedi, Mrs. Bird örgüsüyle oyalanmaya çalıştı, Mr. Bird de gazete okuyormuş gibi yaptı.
Sonunda Mr. Bird pes etti.
“Kim olduğunu merak ediyorum,” dedi.
Mrs. Bird, “Uyandığında, kendini biraz daha dinlenmiş hissettiğinde anlayacağız.”
Gazetesinin arkasında daldığı derin düşüncelerin ardından, “Ne diyorum biliyor musun hanım!” dedi Mr. Bird.
“Evet, canım?”
“Kadıncağızın ağırına gitmezse senin giysilerinden birini versek giymez mi ne dersin? Senden epey iri ama…”
Her şeyi anladığını gösteren hafif bir gülümseme Mrs. Bird’ün yüzünü aydınlattı ve, “Düşünürüz,” dedi.
Bir duralama oldu, sonra Mr. Bird yine, “Biliyor musun ne diyorum hanım!” dedi.
“Evet,