Tom Amca'nın Kulübesi. Stowe Harriet Beecher
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Tom Amca'nın Kulübesi - Stowe Harriet Beecher страница 9
“Chloe Teyze, it onu yatağın altına da bırak otursunlar,” dedi Efendi George kararlı bir sesle ve o kötü (!) nesneyi şöyle bir itiverdi.
Durumu kurtarmış olan Chloe Teyze o nesneyi yatağın altına itmekten belli ki son derece hoşnuttu, bir yandan da, “Eh, belki bu sefer uslu dururlar,” diyordu.
Şimdi evin içi toplantının yiyecek içecek ve hazırlıklarını tartışmak için hepsinin katıldığı bir kurula dönüşmüştü.
Chloe Teyze, “Şimdi bakın, yer konusunda ne yapacağımızı hâlâ bilmiyorum, haberiniz olsun,” dedi. Bu toplantı Tom Amcalarda uzun süredir her hafta yapılıyor ama yer sorunu bir türlü çözümlenemiyordu.
“Yaşlı Peter Amca geçen hafta ilahi söylerken o eski sıranın bacaklarını kırdı,” dedi Rose.
“Hadi oradan! Kalıbımı basarım ki sen çıkarmışsındır onları oradan, senin parlak fikirlerinden biri,” dedi Chloe Teyze.
Rose da, “Eh duvara dayarsanız yine de ayakta durur!” dedi.
“Öyleyse Peter Amca oraya oturmamalı, ilahi söylerken yerinde zıplıyor. Geçen gece ta odanın öbür ucuna zıpladı,” dedi Pete.
“O zaman onu odanın o ucuna oturtalım,” dedi Rose. “Ondan sonra da, ‘Azizler ve günahkârlar, gelin buraya da beni dinleyin,’ derken güm diye gitsin.” Adamın genizden gelen sesinin aynını yansılıyordu, düşünülen felaketi eksiksiz canlandırmak için yere bile yuvarlandı.
“Hadi bakalım, doğru durun. Utanmıyor musunuz?” dedi Chloe Teyze.
Efendi George da gülerek suçlunun tarafını tutup kararlı bir tavırla onun bir “köftehor” olduğunu söyleyince ananın uyarısı havada kaldı.
“Eh ihtiyar adam, artık şu fıçıları taşımak zorundasın,” dedi Chloe Teyze.
Rose, Pete’ten yana çıkarak, “Annemin fıçıları Efendi George’un iyi kitapta okudukları gibi, insanı asla yarı yolda bırakmaz,” dedi.
“Geçen hafta biri çöktü,” dedi Pete, “ilahinin tam ortasında herkes yere yuvarlandı, biz de düşüyorduk az daha, değil mi?”
Bu arada Rose’la Pete iki boş fıçıyı aralarına alıp kulübeye yuvarlamış, iki yanına taşlar koyarak sağlamlamış, aralarına tahtalar uzatmış, elbirliğiyle kovaları, yayıkları ters çevirmişlerdi. Derme çatma iskemleleri de şekle şemale soktuktan sonra hazırlıklar tamamlanmıştı.
Chloe Teyze, “Efendi George öyle iyi bir okuyucu ki, şimdi bize de okuyacak,” dedi, “hem böylesi çok daha ilginç olur.”
George dünden razıymışçasına kabul etti, kitabınızın kahramanı onu önemli kılan her şeyi yapmaya hazırdı.
Az sonra oda, yaşlı saygın büyüklerden, seksenliklerden ve gri saçlılardan tutun da on yedisindeki delikanlılardan genç kızlara kadar değişen karmakarışık bir kalabalıkla doldu. Efendi Shelby’nin evin şanına şan katacak kızıl doru yeni bir tay almayı düşündüğü söylendi. Lizzy’ nin düğün töreni yapıldığında hanım benekli bir muslin giysi verecekti, yaşlı Sally Teyze yeni yazmasını nereden bulmuştu; böylesi çeşitli konular üstüne küçük, zararsız bir dedikodu başladı.
Yakın ailelerden geldikleri için katılmalarına izin verilen dostlar da evlerinde ve çevrelerinde olup bitenlere ilişkin değişik haber kırıntıları getirmişlerdi, tümü de daha üst sınıf çevrelerde yapıldığı gibi herkesi dolaştı.
Bir süre sonra herkes olanca coşkusuyla ilahi söylemeye başladı. Bir zamanlar yabanıl ve yaşam dolu olan seslerin doğuştan getirdikleri etkiyi genizden gelen ses perdelerinin olumsuzluğu bile bozamıyordu. Sözler bazen kiliselerde söylenen ilahilerin bilinen dizeleri, bazen de kamp akşamlarında seçilen daha yabansı, tanımsız ama özellikli sözlerdi.
Büyük coşku ve hazla söylenen birinin sözleri şöyleydi:
Ölmek savaş alanında,
Ölmek savaş alanında,
Ruhumda şan ve şerefle.
Sıkça yinelenen bir başka sevilense şöyleydi:
Şerefimle gidiyorum – benimle gelmez misin?
Meleklerin emrinde ve istediğimi yerine getirmeye hazır
Beni uzaklara çağırdığını görmüyor musun?
Altın kenti ve sonu olamayan günü görmüyor musun?
Zenci düşüncesine uygun ateşli ve hayal gücü geniş, sürekli Ürdün Nehri’nin kıyıları, vaat edilmiş ülkenin tarlaları ve cennetten söz eden başka ilahiler de vardı, bunlar hep capcanlı, resim gibi bir doğayı anlatıyordu, söylerken nehrin öbür yanını, cenneti elde etmişçesine kimi gülüyor kimi ağlıyor kimi el çırpıyor ya da sevinçle el sıkışıyorlardı.
Çeşitli öğüt ya da deneyimler ezgiyle karışmış olarak bir sonraki sırada yer alıyordu.
Çalıştığı günlerin üstünden çok uzun zaman geçmiş, artık tarihin bir sayfası olarak bakılan yaşlı, gri saçlı bir kadın ayağa kalkıp değneğine abanarak, “Eh çocuklar! Sizi bir kez daha dinlediğim ve gördüğüm için başım göğe erdi, cennete ne zaman giderim bilmiyorum ama hazırlandım çocuklarım, öyle görünüyor ki, çulum çaputum bağlandı, bonem başıma kondu, şimdi yalnızca gelip beni asıl evime götürmeleri kaldı, bazen geceleri tekerlek sesleri duyar gibi oluyor, hep dışarı bakıyorum, siz de hepiniz her an hazır olun çocuklar, bakın söylüyorum size,” dedi ve değneğini sertçe yere vurdu. “Şu cennet çok yüce bir şey! Çok yüce, çocuklar, sizse onun hakkında hiçbir şey bilmiyorsunuz, oysa o muhteşem!”
Yaşlı kadın gözlerinden ip gibi yaşlar akıtarak tümüyle söylediklerinin etkisinde yerine oturdu, derken çepeçevre dizilmiş herkes ansızın, “Ah Kenan, parlak Kenan diyarı / Kenan topraklarına gitmeye hazırız,”a başladı.
İstek üzerine Efendi George, Vahiy Kitabı’nın son bölümlerini okumaya başladı. İkide bir, “Yüzü suyu hürmetine!”, “Şuraya bakın!”, “Şunu bir düşünün!”, “Bu söylenenler yeterli delil değil mi?” gibi feryatlarla sözü kesiliyordu.
George dinî konularda annesince eğitilmiş, parlak bir çocuktu, sonunda bu konudaki her şeye hayran olduğunu keşfetmiş, zaman zaman övgüye layık bir ciddiyet ve ağırbaşlılık taşıyan kendi yorumlarını getirmiş, bunun için gençlerin hayranlığını, yaşlıların da rızasını kazanmış, sonuçta da herkesçe “bir rahibin bile bu işi ondan iyi beceremeyeceğinde” ve bunun “gerçekten çok şaşırtıcı” olduğunda birleşilmişti.
Tom Amca bu çevrede dinî konularda hatırı sayılır biriydi. Arkadaşlarından çok daha geniş görüşlü, incelikli ve bilgili olmasının yanı sıra manevi gücün son derece etkin olduğu bir düzen kurduğundan büyük bir saygı görür, ona bir tür rahipmiş gibi davranılır, vaazımsı öğütlerinin sade,