Valeria Bunu Anlayamaz. Dilek Yılmaz

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Valeria Bunu Anlayamaz - Dilek Yılmaz страница 2

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Valeria Bunu Anlayamaz - Dilek Yılmaz

Скачать книгу

kadar mı?”

      “O kadar.”

      Elindeki şişeye doğru uzandım.

      “Versene şunu biraz.”

      Durdum. Büyükçe bir yudum aldım kanyaktan. Gözünü yoldan ilk kez ayırdı.

      “Bu yüzden mi konuşamıyorsun kadınlarla?”

      Öfkelendiğinde hep yükselen o tek kaşı alnını iterken sivri çenesi alt dişlerini güçlükle zapt ediyordu. Montunun kaybolduğunu anladığı andaki gibi.

      Karşı yönden gelen araçların farları yüzüne vurdukça düşmanca bakışı gecenin karanlığında okunaklı biçimde seçiliyor.

      Beşiktaş’a daha varamadık. Köpek hâlâ arkamızda, bize bakıyor.

      Akaretler ışıklara gelmeden önümüzde duran arabadan bir kadın indi. Arabanın arkasından dolanırken topuklarından çıkan sesin gayreti yanımızdan geçen motor bağırtısına kafa tutuyor. Aralık duran pencereden başını uzatıp şoför koltuğundaki adamın iki eliyle kavradığı yüzünü uzun uzun öptü. Gidemedi adam. Sonunda inip belinden kucakladı kadını. Kapısını aralık bıraktığı arabadan caddeye bangır bangır Yıldız Tilbe sesi yayıldı.

      Ben adamla kadına bakıyorum. O önüne. Birbirini hiç tanımayan iki insandan daha suskunuz. Araç akışı seyreldiğinde telaşsız adımlarla karşı kaldırıma geçti köpek. Kadın arabaya tekrar bindi. Basıp gittiler.

      Caddenin kenarında duruyorduk. Boş boş.

      Neyi beklediğimizi bilmiyorum. Birden elini kaldırdı.

      İlk taksi boştu, durdu.

      Köpek yolun karşısından bize bakıyor.

      Taksinin kapısını açıp eliyle içeriyi gösterdi, yüzüme bakmadan.

      “Hanımefendi Ortaköy’e gidecek kaptan,” dedi eliyle kaputa vurup, “devam et.”

      Live is Life

      Gelen yolcu kapısında göründüğünde huzursuz bir bakışla etrafı süzdü önce. İçinde kaybolduğum cuma kalabalığı arasında tuttuğum Opus posterini havaya kaldırdım, yüzüm karşıdan tam görünmüyor. Fark ettiği anda dudak kıvrımında hafif bir tebessüm belirdi. Yaklaşırken kollarını kocaman açıp yanıma geldiğinde sırtımda sımsıkı kenetledi. Bir süre öylece durduk. Başını geriye attı, “Dur bir bakayım sana,” dedi, “hiç değişmemişsin.” “Sen de,” dedim, nezaketen. Son gördüğümden çok farklıydı hali. Gözlerinin çukuruna çökmüş uykusuzluk izini lise yıllarından tanıyorum. Erken derinleşmiş çizgileri alnında yastık izi gibi belirginleşmiş. İri dalgalı, yazları güneşte kendiliğinden açılan ışıltılı kumral saçları küllenmiş, yüzü solgun görünüyor. Bulunduğumuz noktadan gözün uzandığı alanda kırkını devirmiş botokssuz son iki numune olabiliriz. Yaşlanabilmek bir an ayrıcalık gibi geliyor.

      Arabaya doğru yürüyoruz. Sırtında küçük bir çanta var, uzun kalma planı yok, belli. Neden geldiğini bilmiyorum. İki düğün bir cenaze dışında günübirlik iş seyahatlerine sıkışan ayaküstü buluşmaları saymazsak yıllardır uzun boylu görüşmedik.

      Havalimanı gibi bir yerde, kapıya paralel şeritte, dörtlüleri yanıp sönen bir aracın sileceğini kaldırma motivasyonunun sahibini bulmak istiyorum arabaya vardığımızda. “Boş ver,” dedi Eda. “Emekli albay hobisi, babam bile çıkabilir.” TEM’de işkence saati şimdiden başlamamış olsa uğraşmaya değer.

      Koltuğa yerleştiği gibi gezinmeye başladı radyo kanalları arasında. Epeyce dolandı. Seksenlerden bir parçada durdu sonunda.

      “Çok gittin.”

      “Orası kaldığım yer.”

      Taş çatlasa klimanın icadına kadar geriye giderim ben. Hava cehennem provası gibi.

      Müzik dinliyoruz, pek konuşmadan. Parçalara mırıltı halinde eşlik ediyor. Şaşırıyorum hepsini hatırlamasına. Bozana kadar belki yüz kere başa sarıp birlikte dinlediğimiz kasetler dahil, ezberimde yaşayan şarkı yok.

      Sormak son sapakta aklıma geliyor.

      “Eve geçmeden Yeşilköy’de bir bira atalım mı? Yorgun değilsen.”

      “Ankaralının sahil teklifini geri çevirdiği nerede görülmüş.”

      Denize kırdık rotayı.

      Vardığımızda bir süre dolanıp arabaya yer arıyoruz.

      Anayolu kesen mıcırlı sokakta bulduğumuz daracık boşluğa girmeye çalışıyorum. Korna sesi gecikmedi.

      Arabanın burnunu boşluğa sokup arkada hevesle biriken beş araca gönülsüz teslimiyetle yol verdim. Sokaktan geçen bir adam durup bize bakmaya başladı. Birazdan, yardım edeyim mi diyecek, delireceğim. Ter basıyor avucumu. Yapamıyorum. “Bana bırak,” dedi Eda. İzlenmekten nefret ettiğimi biliyor. Yer değiştirdik. Tek manevrayla ortaladı boşluğu. Duvarla ayna arasındaki mesafe parmak kalınlığını geçmez. İndiğimizde reverans yapıyorum. “Evlen benimle!” Gülümsüyor. Adamın gözü hâlâ bizde. Envanterden bir geleneksel üstünlük kaydı, iki de kadın düştü, acısı büyük.

      Yürümeye başladık.

      Yosun kokusu yükseliyor denize yaklaştıkça. Oturmak için ev arayan biri gibi dikkatlice bakınıyor yola, evlerin pencerelerine, gelip geçen insanlara. Belirli bir yeri arar gibi.

      “Ne kadar değişmiş her şey.”

      İlk gördüğümüz yere oturduk. Birer birayla atıştırmalık söyledik. Light istedik ikimiz de.

      “Bunlar hep yaşlanma belirtisi bak,” dedim. Eksik bir tebessüm belirip kayboluyor yüzünde.

      Etrafta daha hava kararmadan çakırkeyif olmuş insanlar var. İkimizin de gözü aynı anda çaprazımızdaki masada oturan adamlara takılıyor. Alıp sattıklarını konuşuyorlar bağıra bağıra. Borsadan hepsi irili ufaklı vurmuş bu hafta. Ortadaki, karikatürlerdeki gibi kel, göbekli olan yüzde yüz patron. İş yapacak insan bulamamaktan yakınıyor. Gözü dört dönüyor bu arada. Boşluk bulsa kartviziti masaya yapıştırır. Eda’nın yüzünde tiksinmeyle bıkkınlık arası bir ifade belirdi. Sandalyesini masaya biraz daha yaklaştırınca ben de kendiminkini ona doğru kaydırdım. Çok yakınız.

      “Selim ne yapıyor?”

      “Evlendi geçen ay.”

      Üzgün gibi değil bunu söylerken. Konuyu değiştirmem gerektiğini düşündüm yine de.

      “Kongreler falan, hâlâ çok seyahat ediyor musun?”

      “Son dönemde pek değil.”

      Sabahtan beri ilk kez hafifçe kıpırdanan rüzgâr, oyundayım diyor.

      Ağzıma giren saçlarımı

Скачать книгу