Ölmüş Bir Kadının Evrak-ı Metrukesi ve Nedret. Güzide Sabri
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Ölmüş Bir Kadının Evrak-ı Metrukesi ve Nedret - Güzide Sabri страница 18
Mediha ile bulunduğumuz şu iki gün zarfında onu eğlendirmek, sıkmamak için kahkahalar atmaya katlandım. Zevcim benim bu hallerimden son derece memnundu. Onu bu halde görmek beni bütün bütün yaralıyordu. Ya Rabbim, ben günahımın cezasını bu suretle mi çekiyordum?
Dün Mediha ile benim yatak odamda oturuyorduk. Genç kadın kocasının iki günlük yolculuğundan müteessirdi. Ruhunda sıkıntı, nazarlarında bir dalgınlık vardı. Kendisini ne kadar meşgul etmek istedimse de muvaffak olamadım.
Nihayet “Fikrinizde bir endişe var. Sizi dalgın görüyorum,” dedim.
Sanki benden bu suali bekliyormuş gibi, “Ah, evet. Nejat’ı düşünüyorum, yolların ve köyde geçireceği bir iki gecenin zahmetinin onu rahatsız etmesinden korkuyorum. Bu türlü hayata alışkın değildir,” dedi.
“Emin olunuz, yollar oldukça muntazamdır. Lakin vazife karşısında bu kadar bir rahatsızlığa katlanmanın zaruri olacağını düşünerek teselli bulmalısınız, üzülmeyiniz, belki iki günden evvel avdet ederler.”
“Ah! Keşke öyle olsa… “
Şu konuşmanın verdiği netice benim ona maddeten ne kadar uzakta kaldığımı anlatıyordu. O kadın zevcini bekliyordu. Ben ise, heyhat!
Bir sükûttan sonra Mediha tekrar söze başladı:
“Şu düşüncemi biraz yersiz buluyorsunuz zannederim, değil mi? Fakat bilseniz onu ne derin bir muhabbetle severim! Bilmem ki aşk denen his bu ise ben bunu zevcime karşı tamamıyla duymuş muyumdur?”
“Elbet. Bir kadının kocasını çılgın bir muhabbetle sevmesi kadar bahtiyarlık olamaz. Aksi hal ise hayatın en büyük, en acı işkencesi olabilir. O, hiçbir şeyle telafi edilemez. Gayri meşru bir muhabbetin ruha verdiği azap, aşkın lezzetini kabul edenlere karşı istimal edilecek227 bir burhandır.228 Kocasını cidden seven bir kadın her türlü felaketi, her türlü meşakkati yalnız o kuvvet mukabilinde geçer.”
“Pek doğru söylüyorsunuz.”
“Emin olunuz ki kadınlar pek mütehammil229 mahlûklardır fakat kocalarının ellerindeki muhabbet bağı onları tamamıyla ihata eder230 ise bu da erkeğe ait bir vazifedir. Bu o kadar kolaydır ki. Maalesef bunu idrak edemeyen, karısının ruh haline vakıf olamayan pek çok kocanın başına gelen felaketleri dinlemişizdir. Onlar zevcelerinin ufak bir arzusuna hizmet mukabilinde ne büyük, ne metin bir mükâfatla mesut edileceklerinden bihaber yaşamışlardır. Doğrusunu itiraf etmek lazım gelirse, bu gaflet eseri, ekseri kadınlarımızda da var. Birbirini anlamamak, of… İşte bizi harap eden, saadetimizi zehirleyen, bedbahtlığa sebep olan şu karanlık ve fakat…”
“Bu karanlığı aydınlatmak mümkün mü?”
“Evet mümkün. Her iki taraf aynı hisle kederleniyorsa…”
“Nasıl?”
“Nasıl mı? Ruhlardaki tabii bir ahbaplık, hissiyatta bir ortaklık hâsıl eder. Karşınızdakinin ne istediğini, ne beklediğini size anlatır. Zaten fıtraten siz onun sevdiği, hoşlandığı şeylerden hoşlanır, onun sevmediğini sevmezsiniz.”
“İşte bu fikriniz yanlış. O halde zevcimin beni sevmemesi lazım gelir. Halbuki o bana derin bir muhabbetle bağlıdır. Ben Nejat’ın sevdiği şeylerin pek çoğunu sevmem. Mesela en birinci ben, erken uyumayı severim. O bilakis geç yatar. Hiçbir gece onu beklemem. Sonra o roman okur ve her suretle mütalaayı sever. Ben katiyen bundan hoşlanmam. Daha bunlar gibi çok şey var. Doğrusunu söylemek lazım gelirse ben biraz iktisadı severim. Kendisi bundan uzaktır. Ben bir şeyin dayanıklı olmasını isterim. O şık ve zarif olmasını tercih eder. Geceleri mehtabın letafetini seyredeceğim diye uykumu kaçırmak ve feda etmekten bir lezzet almam. Halbuki o tam tersidir.”
“Aranızda külliyen bir zıtlık var.”
“Evet, lakin katiyen ehemmiyeti yok.”
Hayretle yüzüne bakıyordum. O ise mütemadiyen anlatıyordu:
“Ben kocamın gönlüne hâkim bulunduğumdan eminim. Bunun için müsterihim, yalnız şimdi kendisi asabi bir rahatsızlıkla mustarip; ruhunda daimi bir sıkıntı var. Endişe ettiğim cihet burası. Ben onu eğlendiremiyorum. Eğer kendisinden emin olmasam, mutlak fikrini bir kadının işgal ettiğine hükmedeceğim.”
Yanakları ateş gibi kızarmıştı.
“Bilseniz gözüm. Saadetimi kıskanan ne kadar çok kahpeler var. Bunlar kocama rahat vermiyorlar ki. Bilmem bundan ne kadar evvel, herhalde bir buçuk, iki sene kadar oluyor zannederim, muayenehanedeki hizmetçiden işittim, hastalardan birisi, kara gözlü güzelce bir kız, her zaman hemşiresi ile beraber gelirmiş. Nasılsa o zaman Nejat buna biraz fazlaca iltifat göstermiş olacak ki… Küçükhanım bundan cesaret alarak Nejat’a varmaya kalkmış. Halbuki aldığı ret cevabı üzerine oradan öyle bir gidişi varmış ki… Merdivenden inerken artık kendini zapt edemeyerek hıçkıra hıçkıra ağlıyormuş. Bir iki defa sendelemiş. Hizmetçi haline acımış, koluna girerek onu arabaya kadar götürüp bindirmiş. Bunu işittiğim zaman kahkahalarla güldüm. Oh olsun. Beni ve iki çocuğumu düşünmeyen şu kahpe cezasını çeksin dedim.”
Bilmem bunları dinlerken ne hallere girmiştim. Of… Neler işitiyordum ya Rabbim. Kahpe bir kız öyle mi? Bu bendim. Aşkımı, saadetimi uğruna feda ettiğim şu kadın bilmiş olsaydı ki… O kahpe kız, karşısında oturan şu hasta kadındır. Aşkının kahramanı, fedâkarı olarak kocasını yine ona bırakmıştır… Yoksa bir nazarım, ufak bir zaafım, bir tek sözümle onu ilelebet bedbaht etmek iktidarına sahipken, ben şu savaş meydanında yalnız kendimi feda etmiştim.
Dün, akşamüstü Doktor Nejat geldi. Mediha memnun halde kocasını istikbal ederken ben terastan onları seyrediyordum. Yemekten sonra biraz bahçede oturduk. Mediha daima rahatsız olup olmadığı hakkında Nejat’a sorular soruyordu. Onun bu hallerden fena surette rencide olduğunu anlıyordum. İçeri girdik, biraz salonda vakit geçirdik. Nejat ertesi gün gidecekleri için son derece meyus ve mahzundu. Köyde geçirdiği iki gecelik hayatı ve verdiği raporun sonucunu anlatıyordu. Bahis yine bizim İstanbul’a gitmemize intikal etti. Nerede istersem bir köşk veyahut bir yalı bulacağını söylüyordu. Zevcimse Ada’daki köşkün hazır edilmesini, bir iki ay kadar orada oturduktan sonra ister tekrar çiftliğe avdet etmek, ister kışı İstanbul’da geçirmek, bunların yine benim isteğime bağlı bulunduğunu ilave ediyordu. Bense sadece dinliyordum.
Artık talihimin bu acı istihzalarına tahammülden gayri çarem olmadığını görüyordum.
Sema bulutluydu, bir saat evvel yağan yağmur ortalığa tatlı bir serinlik vermişti. Çamların hayat veren rayihası bulunduğum yere kadar geliyordu. Heybeli’nin üzerine doğru mavi bir tül gibi hafif bir sis iniyordu. İleride, beyaz bir kotra, dalgaların üzerinde çırpınıyor, bazen köpüklü dalgalar arasına gömülüyor, korkarak koşmak ve kaçmak için rüzgârlarla mücadele ediyor, bazen yükseliyor, yükseliyor ve suyun üzerindeki beyaz bir martıyı
227
Kullanmak.
228
Kanıt.
229
Dayanıklı.
230
Kuşatmak.