Mozart: Bir Yaşam Serüveni. Heribert Rau
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Mozart: Bir Yaşam Serüveni - Heribert Rau страница 14
Böyle bir antifonu dört ses için düzenlemek, Amadeus’un müzik bilgisi ve becerisi için büyük bir sınavdı. Bunu yalnızca bir müzik ustası başarabilirdi. Nice anlı şanlı müzisyen, Akademi’ye girmek için çabalarken bu kayaya çarpıp mahvolmuştu. Şimdi Amadeus’un oturduğu yerde daha önce yetenekli pek çok besteci, tam üç saati yalnızca üç bölümlü bir antifon oluşturmak için geçirmişti.
Sadece yarım saatlik bir sürenin ardından görevli içeri girip genç bestecinin çalışmasını bitirdiğine dair işaret verdiğini bildirdiğinde, Akademi üyelerinin düştüğü şaşkınlığını kim betimleyebilir? Bütün meclisi genel bir heyecan sarmıştı. Akademi yüz yılı aşkın süredir vardı fakat bütün bu zaman boyunca böyle bir şey hiç yaşanmamıştı. On dört yaşındaki bu oğlan bir sihirbaz mıydı yoksa?
Peder Martini ve eleştirmenler, ayağa kalkıp yazı odasına gittiler. Heyecanlı oldukları belliydi. Görevli, kapıya geldiklerinde başkandan anahtarı alıp sürgüyü geri çekti ve içeri girdiler. Wolfgang, keyifli bir şekilde gülümseyerek müsveddeyi elinde tutuyordu. Dürüst ve çocuksu yüzünde büyük bir sevinç ifadesi vardı. Bu sevinç, yeteneğinin farkında olmasından kaynaklanan bir gururla karışıktı ama kibir ya da kendini beğenmişlikten çok uzaktı. Raphael’in Cennetin Kraliçesi’ni dalgalar halinde yükselen bulutlardaki tahtına kaldıran meleklerin yüzlerine resmetmeye bayıldığı o pırıl pırıl ifadeydi bu.
Tek kelime etmese de Peder Martini’nin gözleri keyifle ışıldıyordu. Coşkulu bir kucaklamayla Wolfgang’ı göğsüne bastırmaktan güçlükle alıkoyabilmişti kendini.
Fakat geleneğe göre bestekârlar ve hakemler çalışmasını incelediği sırada adayın ikinci kez odaya kapatılması gerekiyordu. Bu neredeyse bir saat sürdü. Nihayet inceleme sona erdi ve başkan oylamanın başlamasını istedi. Çemberi oluşturan herkese derin bir sessizlik içinde birer siyah ve beyaz top dağıtıldı. Oy verenler, oylarının rengini tek bir kelimeyle dahi belli etmiyordu ancak çoğunun ışıl ışıl parlayan gözleri her şeyi anlatıyordu. Şimdiyse kutu başkanın huzurunda boşaltılmaktaydı. Karar ânı gelmişti ve karar olumluydu.
“Bütün toplar beyaz!” diye haykırdı Peder Martini. “Aday kabul edildi.”
Sonra kapılar açıldı. İnsanlar bir yandan içeri akın ederken, Wolfgang da diğer taraftan girdi ve Akademi’nin coşkulu alkışlarıyla karşılandı. İnsanlar viva’larını yeni cavaliere filarmonico için yükseltiyordu!
Üçüncü Bölüm
Aziz Petrus’u Öpmek
Paskalya’dan önceki Kutsal Hafta tüm Katolik Hıristiyanlar için yılın en önemli zamanlarından biridir. Fakat Kutsal Hafta’nın en görkemli şekilde kutlandığı yer, dünyanın en büyük mabedi olan Roma’daki Aziz Petrus Bazilikası’dır.
Kutsal Perşembe sabahı erkenden kalabalıklar, kutsal şehir ve çevresinden bazilikaya akın ediyordu. Kuzey, güney, doğu ve batıdan gelen yabancılar da günlerdir toplanmaktaydı. Tanrı’ya adanmışlık ve himmet, merak ve heyecan arayışı, tövbekârlık ve dünya zevki, kıskançlık, açgözlülük ve diğer bütün insani ilgi ve tutkular, şimdi dalgalı bir insan denizi haline gelene dek Roma sokaklarını dolduran bu kalabalığın arasındaydı.
Çoğunluğu capcanlı kostümler giymiş olan ve kahkahalar, şakalar ve azarlar eşliğinde birbirini itip kakarak kiliseye çıkan tıkanmış sokaklar boyu ilerleyen bu coşkulu izdihamdan daha hoş bir manzara bulmak pek güç olacaktır. Eşkıyaları andıran kıyafetleriyle dağcılar, koyun derisi elbiseleriyle köylüler, muhteşem kaftanlarıyla soylular ve şehrin sefahat düşkünü kızları, sınır veya konum, yaş veya ırk gözetmeksizin hep birden Aziz Petrus Kilisesi’nin yüksek kubbesine doğru ilerliyordu. Burada köylüler, kızlar ve düşesler, prensler ve balıkçılar, zenginler ve yoksullar, hep birlikte ölçüsüz bir çılgınlık halinde Papa’nın koltuğu etrafına yığılacaktı. Papa ise günahtan zayıf düşmüş bu ruhları bağışlayacaktı.
Fakat hareket halindeki bu insan kitlesini ciddi bir dini duygunun harekete geçirdiği düşünülmesin. Yo, hayır! Şakalaşıp gülüyor, hikâyeler anlatıyor ve güzel kadınlardan bahsediyorlardı (zira İtalya’da şöyle meşhur bir söz vardır: La mattina una messetta, l’apodinar una basetta, la sera una donetta18). Kısmen âdet olduğu için, kısmen bunu yapan diğer herkesi seyredebilmek için ve kısmen de bir İtalyana göre önceden yüz günlük bağışlanma elde etmek daima hoş ve elverişli bir şey olduğundan Papa’nın koltuğunu arıyorlardı.
Gelin, bu güneşli güzel günde Aziz Petrus Bazilikası’nın ihtişamlı verandasına giren bu insan nehrini takip edelim. Yukarıda, insanın başını döndüren yükseklikteki büyük kubbe ta uzaktaki bulutlara doğru ışıl ışıl parlıyordu. Aşağıda canlı mahlûklardan oluşan bu kitle, yavaşça mermer merdivenleri çıkarken binanın büyüklüğüne kıyasla bir karınca sürüsünü andırıyordu. İşte, girişin hemen sağında Aziz Petrus’un çok eski bronz bir heykeli durmaktaydı. Bir zamanlar eski Romalılar bu heykele Jüpiter Olympus diye tapardı. Nereden nereye! İçeri giren herkes, aldığı milyonlarca öpücükten neredeyse aşınmış olan heykelin ayağını öpmek için duruyordu.
Şimdi kalabalık, bir kardinal ile maiyetine yol açmak için bölünmüştü. O da elçinin ayak parmaklarına kutsal bir öpücük kondurdu ancak maiyeti bu dindar eylemde onu takip etmeden evvel bir güruh ileri hücum edip sanki bunun özel bir kutsallığı varmış gibi kardinalden sonra heykeli öpecek ilk kişi olabilmek için boğuşmaya ve tartışmaya başladı. Bu geçici kargaşa sona erdiğinde yüce rahibin hizmetçileri yaklaştı ama dudaklarını değdirmeden önce heykelin kutsal ayak parmaklarını mendilleriyle sildiler. Ardından onlar da ilerledi.
“Haydi, acele edelim!” dedi güzel bir genç kız kendisi gibi genç arkadaşına. “Acele edelim, Veronica. Çünkü kalabalık her dakika büyüyor. Hemen bir yer kapmazsak ayak yıkama faslını kaçıracağız.”
“Ama Giuditta!” diye cevap verdi diğer kız şaşkınlıkla. “Papa’nın duasına mazhar olamayacak mıyız?”
“Onu Paskalya’ya bırakalım,” diye cevap verdi Giuditta. “Ayak yıkama töreni çok daha ilginç.”
“İyi ama önce Aziz Petrus’un ayağını öpmeyecek miyiz?” diye sordu diğeri oldukça telaşlı bir tavırla.
“Benim için fark etmez!” diye haykırdı Giuditta neşeli bir sesle. “Yeter ki ilerleyelim.”
Bu sözlerin ardından arkadaşını kolundan tutup elçinin heykeline doğru güçlü bir şekilde çekti.
Giuditta on dört yaşlarında bir kızdı. Yeni açmış bir gonca gül gibi güzeldi. Doğal bir enerji yayıyordu çevresine. Şehvetli bir kuvvet havasına sahip ince fakat bütünüyle gelişmiş zarif vücudu, dürüst yüzüyle çok uyumluydu. İtalyanlara has esmer bir teni ve ateşli siyah gözleri vardı. Romalı kızların, böyle genç mahlûkları güzelliklerinin en mükemmel haliyle sergilemek üzere yapılmış gibi
18
“Sabahları ayine katılırız, öğle yemeğinden sonra müzik yaparız, akşamları da kızları unutmayız.” (ç.n.)