Ejderhanın Evrimi. Grafton Elliot Smith
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Ejderhanın Evrimi - Grafton Elliot Smith страница 14
Bir kral dünyaya, bütün özelliklerini tam olarak taşıyan bir yoldaş veya ikiziyle beraber gelir. İşte bu tamamlayıcı eş veya ka hayatın her aşamasında kralın sıhhatiyle ilişkilendirilmeye başlandı. Aslında Breasted’a göre ka “bir nevi, öbür dünyada kişinin talihini bulmasında rehberlik etmeye tasarlanmış üstün yetenekti” (…) “kendi ikametgâhında oturup dünyadaki eşini bekliyordu.”77 Ölüm esnasında, ölen kişi “ka’sına, gökyüzüne” gider. Ka ölüyü idare edip korur. Ona, birlikte yiyecekleri yemeği getirir.
Ka’ya ilişkin çeşitli etmenler söz konusuydu:
a) Ölmüş kişinin heykeli, ka’nın, yaşam kaynağına ve Mısırlı ilk fizyologların bilgi sahibi oldukları diğer tüm hayati özelliklere geri verilmesiyle canlanır.
b) Doğum sırasında çocukla beraber meydana gelen, kaderi çocuğunkiyle yakından bağlı olan bir “ikiz”dir.
c) Ölmüş kişinin heykelini canlandırmanın sonucu olarak ayrıca, ona onun özelliklerini geri kazandırır, “özelliklerinin bir toplamıdır”. Onun benliği, sonradan koruyucu bir peri veya bir tanrı, onun sağlığına göz kulak olan bir sezgi konumuna yükselir.78
Burnet’ın iddia ettiği gibi Ka, yalnızca yaşam kaynağıyla veya mizaç ile özdeş değildir. Onun çok daha büyük bir değeri vardır. Ka kavramının, kendisine en uygun barınağı canlandırılmış bir heykelde bulan bir nevi koruyucu melek olarak kabullenilmesi, ka’nın bireyle birlikte doğan bir tamamlayıcı eş olarak son derece somut ve açık bir şekilde mezarlık resimlerinde tasvir edilmesiyle çelişkili bir durum değildir.
Blackman’ın vurguladığı gibi79 ka’nın fertle birlikte doğan ve ona yakından bağlı olan bir tamamlayıcı eş olarak tasvir edilen bu maddi düşüncesi, Buganda’nın plasentayla ilişkili inanç ve ayinlerini anlamada oldukça önemlidir. Ölüm esnasında doğumu sağlayan şartlar yeniden oluşturulur. Bu yeniden doğuş için asıl süreçte mühim rol oynayan plasenta, ölmüş kişiye iade edilir. “O, ka’sına ulaşıyor” ifadesi orijinalde, plasentasında bu yeniden birleşmenin bir betimlemesi olamaz mı? Ka’nın ölen kişinin sıhhatinin koruyucusu olarak ayla özdeşleştirilmesi, sembolizmi zenginleştirmiş olmalı.
Roscoe’ya göre Blackman, “Hamitik kast sisteminin hüküm sürdüğü Uganda’da benimsenen inançların benzerliği üzerine” şu fikri öne sürer: “Eski Mısırlılar, plasentanın80 daha doğrusu onun ruhunun bireyin kişiliğiyle yakından bağlantılı olduğunu düşünebilirlerdi.” Blackman bunun ayrıca, Babil’in tanrısı veya koruyucu perisiyle de bağlantılı olduğunu ileri sürer.81
De Groot’tan yapmış olduğum alıntının gösterdiği gibi Çin düşüncesine göre en uygun şartlar altında plasenta, çocuğun uzun süre yaşamasını güvence altına alıp zihinsel ve fiziksel sağlığını düzenleyebilir.
Blackman’ın plasenta ile ka ilişkisi hakkında öne sürdüğü iddialar göz önüne alınacak olursa von Bissing’in “gıda veya bahşedilenler” gibi genel anlamlar yüklediği ka’nın on dört şekliyle ilgili Moret’nin iddiasından bahsetmek ilginç olacaktır. Moret “maddi ve düşünsel refahın unsurları kişileştirilmese bile önemli olan tek şeyin vücudun ve ruhun sıhhati” olduğunu söyler (a.g.e. s. 209).
Plasentanın, Ana Tanrıça’ya atfedilen her türden hayat verici güce sahip olduğu düşünülür. Bu yüzden plasenta, bireylerin sağlığından sorumludur ve bütün anaç tılsımlar gibi (vide supra), insanların talihlerini güvence altına alır. Ancak muhtemelen kandan türemesi ve kanla olan yakın ilişkisi yüzünden plasenta, ayrıca insanların zihinsel sağlığından da sorumludur.
Rylands Kütüphanesi’nde verdiğim son konferansta, Çin medeniyetinin esas unsurlarının Batı’dan kaynaklandığı ihtimali üzerinde durdum. Mevcut bildirim baskıya girmeden önce, kültürün söz konusu yayılımının gerçekliğini ispatlayacak kanıtları ayrıntılarıyla izah etmek için yeterli zamanı bulabileceğimi ummuştum.
Bu kanıt zinciri kısaca şu bağlantılardan oluşmaktadır: a) En azından Birinci Hanedan döneminden beri Mısır, Güney Arabistan, Sümer ve Elam arasındaki yakın kültürel temaslar başlamıştı. b) Çok erken dönemlerde Sümer ve Elam kültürü kuzeyde Rus Türkistanı’na, doğuda ise Belucistan’a kadar yayıldı. c) Biraz daha sonraki dönemlerde altın, bakır, firuze ve yeşim taşı arayışının Babillilerin (ve komşularının) kuzeyde Altaylar, doğuda ise Hotan ve Tarim Havzası’na kadar özgün tarım ve sulama yöntemlerinin olduğu bölgelere yayılmasına neden oldu. d) Biraz daha sonraki dönemlerde Türkistan’dan doğuya, Çin’in Şensi Eyaleti’ne doğru kültürel yayılım başladı. e) En azından MÖ yedinci yüzyıl gibi erken bir tarihte Batı kültürü deniz yoluyla Çin’e yayıldı.82
Ölüme ilişkin Çin inanışlarındaki Mısır karakteristiğinden bahsetmiştim. Bunlar, Babillilerin hayata ilişkin düşünceleriyle de iç içe geçmişti.
Karmaşık bir dini inanç sisteminin çok uzak mesafelere yayılması esnasında, bunlardan geriye yalnızca belirli özellikler kalmış olmalıdır. Tarih boyunca her nesil ister istemez bu inançları belirli bir ölçüde kendisinden sonraki nesle aktardı. Bunlar, ortaya çıkacak olan sonuç Çin’e özgü bir görünüm kazanıncaya kadar yerel felsefenin potası içinde Çin düşüncesine benzetilecektir. Bu kaçınılmaz şartların ne olduğuna dönüp bakıldığında, herhangi bir Batı etkisinin varlığına ilişkin kanıtların bulunuyor olması özel bir öneme sahiptir.
Antik Çinlilere göre insanın iki ruhu vardır: kwen ve shen. De Groot’a göre ikisinden kesinlikle daha eski olan kwen, evrenin karasal kısımlarından meydana gelen ve yin özüyle şekillenen maddi ve özsel ruhtur. Yaşayan bir insanın içinde p’oh namıyla faaliyet gösterir ve kişinin ölümüyle birlikte yeryüzüne geri dönüp mezarında onunla birlikte baki kalır.
Shen tinsel bir ruhtur. Kozmosun ruhani kısmından meydana gelir ve yang özüyle şekillenir. Yaşayan insan vücudunda khi, “nefes” veya kwun adıyla faaliyet gösterirken, ölümle birlikte vücuttan ayrılarak ming tarafından şekillendirilmiş muhteşem ruh olarak varlığını vücudun dışında sürdürür.83
Bununla birlikte shen, gökyüzüyle ilişkili bir ruh olmasına rağmen ayrıca mezarın etrafında uçup yazılı mezar taşının içine girebilir. Bir vücutta pek çok shen bulunabilir ve onlar için pek çok “ruh levhası” konulabilir.
Nasıl ki Mısır’da ka “besinlerin içinde bulunan hayatın enerjisini ifade ediyorsa” (Moret, s. 212), Çinliler de yiyeceğin ruhani tarafını onun khs’i, yani yiyeceğin shen’inin “nefesi” olarak bilirler.
De Groot’un birçok ayrıntılı bulguyu son derece açık
77
78
Bu mesele hakkında anlaşılması güç bir inceleme için bkz. Alan H. Gardiner, “Personification (Egyptian)”, Hasting’s
79
A.g.e.
80
Blackman, kralın plasentasını her yeni ayda sergilemenin ve plasentayı yağla sıvamanın Uganda’da bir gelenek olması gerçeğinin dışında, firavunun plasentası ile ay arasında ne gibi bir ilişkinin mümkün olabileceğini açıklamakta çaresiz kalmıştır.
Bu tartışmayla ilgili olarak ilerleyen sayfalarda benim görüşlerimi izleyecek olan okuyucular için bu çağrışımın arkasındaki akıl yürütme yeterince açık olmalı. Ay, âdet halinin denetleyicisi olarak görülüyordu. Plasentanın ise (ve ayrıca çocuğun) aybaşı kanından oluştuğu düşünülüyordu. Bu yüzden plasentanın sağlığının aya bağlı olduğu düşünülüyordu.
Yağla sıvamak, bu aya ve anneliğe ait olgularla inek arasındaki yakın ilişkinin ilginç bir örneklenmesidir.
Aşağıdaki alıntının gösterdiği gibi plasenta, Çin’de de ayla ilişkilendirilmekteydi. De Groot’a göre (a.g.e. s. 396) “Ts’ui Hing-Kung’un (ölüm MS 674) elinden
Plasenta, doğurganlığı artırıcı ve doğum ağrılarını hafifletici ilaçların bileşeni olarak da kullanılır, ölümün kıyısında olan bir insanı hayata döndürür ve son olarak plasenta “delilik, sara vb. hastalıklara karşı kullanılan ilaçların da esas bileşenidir” (s. 397). “Kalbe huzur verir, kanı besler, nefesi açar ve
Plasentanın bu özellikleri, Buganda inancının yalnızca yerele mahsus bir acayiplik olmadığını göstermektedir. Aksine bunlar, doğum olgusunun yaygın ve keskince tanımlanmış yorumlarıdır.
81
A.g.e. s. 241.
82
Bkz. “The Origin of Early Siberian Civilization”, şu anda
83
De Groot, s. 5.