Her Yol Mübah . Джек Марс
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Her Yol Mübah - Джек Марс страница 1
Telif Hakkı © 2015. Tüm hakları saklıdır. Bu kitabın bütün hakları 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu çerçevesinde Jack Mars'a aittir. Bu eserin hiçbir bölümü hiçbir şekilde kullanılamaz, yayınlanamaz veya bir başkasına iletilemez veya yazardan izin alınmadan bir veritabanında saklanamaz veya yüklenemez. Bu e-kitap sadece kişisel zevkler çerçevesinde yararlanılabilir. Bu e-kitap hiçbir şekilde bir başkasına verilemez veya bir başkasıyla paylaşılamaz. Eğer bu e-kitabın içeriğini biriyle paylaşmak isterseniz lütfen bir kopya daha satın alınız. Eğer bu kitabı satın almadıysanız ve okuyorsanız lütfen bu kopyayı sahibine geri verin ve kendiniz için bir başka kopya edinin. Yazarın emeğine saygı gösterdiğiniz için teşekkür ederiz. Bu kitapta anlatılan hikaye bir kurgudur. Kurguda geçen isimler, karakterler, işletmeler, örgütler, yerler, olaylar bazen tamamen hayal ürünüdür bazende kurgusal bir şekilde kullanılmıştır. Hayatta olan veya olmayan herhangi bir kişiye olan benzerlik tamamen rastlantısaldır. Kapakta kullanılan görselin telif hakkı wavebreakmedia ve Michael Rosskothen'e aittir ve Shutterstock aracılığıyla kitapta kullanım için lisanslanmıştır.
BİRİNCİ KISIM
1. Bölüm
5 Haziran, Saat 01:15
Fairfax ilçesi, Virjinya – Washington Banliyösü
Telefon çaldı.
Luke Stone uyumakla uyumamak arasındaydı. Aklına bir takım görüntüler gelip gidiyordu. Yağmur sularıyla kaplanmış bomboş bir otoyol. Birisi yaralanmış. Harap olmuş bir araç. Uzakta, bir ambulans yaklaşıyor, hızla geliyordu. Sirenler acı acı çalıyordu.
Gözlerini açtı. Yatak odasının karanlığında, başucu masasındaki telefon çalıyordu. Telefonun hemen yanındaki dijital saatin kırmızı sayılarına baktı.
“Allah Allah” diye mırıldandı. Belki sadece yarım saat uyumuştu.
Eşi Rebecca, uykunun sesine kattığı kalınlaştırıcı etkiyle: “Cevap verme.”
Sarı saçlarından bir tutam yorganın altından kendini gösteriyordu. Banyodaki gece lambasından odaya yumuşak mavi bir ışık süzülüyordu.
Telefonu açtı.
“Luke,” dedi bir ses. Şivesi güneyli, derin ve ciddi bir sesti. Luke bu sesi çok iyi tanıyordu. Bu Don Morris’ti, Özel Müdahale Timi’ndeki yaşlı patronu.
Luke elini saçında gezdirdi. “Evet?”
“Seni uyandırdım mı?” dedi Don.
“Sence?”
“Seni evden aramazdım. Ama telefonun kapalıydı.”
Luke homurdandı. “Çünkü kapattım!”
“Bir sıkıntımız var Luke. Sana ihtiyacım var.”
“Anlat bakalım.” dedi Luke.
Luke bu sesin anlatacaklarını dinledi. Çok fazla olmadan, eski hislerinden birisi geri dönmüştü—midesinde, 50 kat aşağı düşen bir asansörün içindeymişçesine bir his. Belki de bu sebepten bu işi bırakmıştı. Ölüme çok defa yaklaştığı için değil ya da oğlu çok hızlı büyüdüğü için değil, midesindeki bu hissi sevmediği için.
Bildiği için midesi bulanıyordu. Bu ‘bilmek’ çok fazlaydı. Dışarıda, her şeyden habersiz bir şekilde mutlu hayatlarını sürdüren milyonlarca insanı düşündü. Luke, onların bu mutlu cehaletini kıskanıyordu.
“Ne zaman oldu?” dedi.
“Henüz hiçbir şey bilmiyoruz. Belki bir, belki iki saat. Hastane, güvenlik açığını yaklaşık 15 dakika önce fark etti. Ortalıkta olmayan çalışanları var, yani şimdilik içeriden birinin işi gibi gözüküyor. Daha iyi istihbarat geldikçe bu değişebilir. NYPD (New York Polis Departmanı) bariz sebeplerden dolayı çıldırmış durumda. Fazladan iki bin polis memuru çağırdılar ve oturduğum yerden görebiliyorum, asla yeterli olmayacak. Çoğu, vardiyaları bitene kadar içeriye bile giremeyecekler.
“NYPD’yi kim aradı?” dedi Luke.
“Hastane”
“Bizi kim aradı?”
“Emniyet müdürü”
“Başkasını aramış mı?”
“Hayır. Sadece biz.”
Luke başını salladı.
“Tamam, güzel. Bu böyle kalsın. Polisler olay mahallini güvenlik çemberine alsınlar. Ama çemberin dışında kalmalılar. Bu işe karışıp acele etmelerini istemeyiz. Basını da bu işin dışında, tutmalılar. Eğer gazeteler dahil olursa, bu iş sirke döner.”
“Yapıldı ve yapıldı.”
Luke iç geçirdi. “İki saatlik bir avans verdik farz et. Bu kötü. Bizden çok ilerideler. Her yerde olabilirler.”
“Biliyorum. NYPD, köprüleri, tünelleri, metro ağını ve trenleri gözetim altında tutuyor. Otoyol gişe verilerine bakıyorlar, ama bu samanlıkta iğne aramak. Kimse bu işin altından kalkmak için gereken insan gücüne sahip değil.”
“Ne zaman oraya gideceksin?” dedi Luke.
Don çekinmedi. “Şimdi. Ve sen de benimle geliyorsun.”
Luke tekrar saate baktı. 1:23.
“Yarım saat içinde rampada olabilirim.”
“Sana bir araba yollattım bile.” dedi Don. “Şoför biraz önce haber verdi, 10 dakika içerisinde orada olacak.”
Luke kablosuz ahizeyi yerine yerleştirdi.
Rebecca yarı uyanıktı, dirseğini başına dayamış Luke’a bakıyordu. Saçları uzundu, omuzlarından aşağıya akıyordu. Kalın kirpikleriyle çevrelenmiş gözleri maviydi. Güzel yüzü, üniversitenin ilk yıllarında tanıştıklarından daha inceydi. O günlerden beri yaşanan tedirginlikler, yüzünde çizgiler bırakmıştı.
Luke bunu kabul etmiyordu. Yaptığı işin Rebecca’ya acı çektirdiği düşüncesi onu içten yakıyordu. Bu, onun işi bırakmasındaki diğer bir sebepti.
Gençken onun nasıl biri olduğunu hatırladı, hep gülen ve gülümseyen. Rebecca, o zamanlar umursamaz biriydi. O hallerini görmeyeli uzun zaman geçmişti. Belki işinden uzak kalmak bu sefer Rebecca’nın eski halini tekrar öne çıkarabilirdi, ama bu süreç yavaş ilerliyordu. Gerçek Rebecca ara ara kendini gösteriyordu elbet, ancak uzun sürmüyordu.
Durumdan şüpheci olduğunu, güvenmediğini anlayabiliyordu. Rebecca Luke’a güvenmiyordu. Luke’un cevaplamak zorunda kalacağı, gecenin yarısında gelecek telefonu bekliyordu. Öyle bir telefon ki, Luke ahizeyi yerine koyduktan sonra yataktan kalkacak ve evden çıkacaktı.
Güzel bir gece geçirmişlerdi o gece. Birkaç saatliğine, eski günlerdeki gibiydi her şey.
Ve şimdi bu.
“Luke…” diye başladı. Bakışları ve kalkan kaşları arkadaşça değildi. Bu da Luke’a bunun zor bir konuşma olacağını