Çeliğin Hükümdarlığı . Морган Райс

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Çeliğin Hükümdarlığı - Морган Райс страница 3

Çeliğin Hükümdarlığı  - Морган Райс Felsefe Yüzüğü

Скачать книгу

o köşesinde, gidecek hiçbir yer olmadan sıkışmışlardı.

      Reece Stara’nın onları neden o köşeye getirdiğini anlamamıştı. Bir kaçış yolu göremediğinden, çok geçmeden hepsinin öleceğine emindi.

      “Planın nedir?” diye seslendi ona yan yana hep birlikte askerlere karşı savaşırlarken. “Çıkış yok!”

      “Yukarı bak,” dedi Stara.

      Reece başını kaldırdı ve tepelerinde bir başka demir avize gördü; ta yere kadar sarkan uzunca bir halata bağlıydı ve halat hemen yanında duruyordu.

      Reece şaşkınlıkla kaşlarını çattı.

      “Anlamadım,” dedi.

      “Halatı kap,” dedi Stara. Hepiniz kapın. Var gücünüzle asılın.”

      Herkes onun dediğini yaptı; üçü birlikte iki elleriyle halatı sıkıca kavradı. Reece o anda Stara’nın ne yapmak istediğini anlamıştı.

      “Bunun iyi bir fikir olduğuna emin misin?” diye seslendi.

      Ama artık çok geçti.

      Bir düzine kadar asker onlara yaklaşırken, Stara Reece’in kılıcını kaptı, Reece’in kollarına atladı ve avizeyi tutan yanlarındaki halatı kesiverdi.

      Dördü birden halata tutunarak baş döndürücü bir hızda havaya yükselince, Reece midesinin alt üst olduğunu hissetti; demir avize hızla yere düşerken, var güçleriyle halata tutundular. Avize aşağıdaki askerleri ezdi ve halattan sallanan dördünü yükseğe fırlattı.

      Halatın sallanması nihayet durdu ve dördü salonun tam elli adım yükseğinde havada asılı kaldı.

      Reece kan ter içinde, neredeyse halattan düşecekken aşağıya baktı.

      “Şuraya!” diye bağırdı Stara.

      Reece o yöne bakınca, karşılarında kocaman mozaikli bir pencere gördü ve Stara’nın planını anladı. Sert halat Reece’in avuçlarını kesmeye başlamıştı ve elleri terlediği için kayıyordu. Daha fazla ne kadar dayanabileceğini bilmiyordu.

      “Artık tutamıyorum!” diye bağırdı Srog. Yaralarına rağmen tutunmak için elinden geleni yapıyordu.

      “Sallanmamız gerek!” diye bağırdı Stara. “Hız kazanmamız gerekiyor! Duvardan destek alın!”

      Reece dediğini yaptı: Çizmesini duvara dayayarak öne eğildi ve hep birlikte kendilerini duvardan itince giderek daha büyük bir hızla sallanmaya başladılar. Tekrar tekrar kendilerini geriye doğru ittiler ve son bir itişle birlikte bir sarkaç gibi ta geriye kadar gitmeyi başardılar. Dosdoğru o kocaman mozaikli pencereye savrulurken, hepsi çığlıklar arsında kendilerini çarpmaya hazırladılar.

      Cam patladı ve parçaları etraflarına saçıldı; dördü birden halatı bırakıp pencerenin dibindeki geniş taş alan düştüler.

      Odanın elli adım yukarısındaki çıkıntıda buz gibi havada dururken, Reece aşağıya baktı ve bir yanda salonda yüzlerce askerin onlara baktığını, onlara nasıl ulaşacaklarını düşündüğünü gördü; diğer yandaysa kalenin dış tarafını gördü. Dışarıda sağanak vardı, sert bir rüzgâr ve gözleri kör eden bir yağmur yağıyordu; dahası, aşağısı rahat otuz adım yüksekliğindeydi ve atlarlarsa kesin bacaklarını kırılırdı. Ama Reece en azından aşağıda birkaç yüksek çalılık olduğunu ve zeminin ıslak ve çamurla kaplandığı için yumuşak olduğunu fark etti. Uzun ve sert bir düşüş olacaktı, ama belki de bunlar onları koruyabilirdi.

      Birden, Reece metal bir şeyin etini deldiğini hissedip bir çığlık attı. Aşağıya bakıp kolunu tutu ve koluna bir okun saplanıp her yere kanlar fışkırdığını gördü. Hafif bir yaraydı, ama canı yanmıştı.

      Dönüp tekrar aşağıya bakınca, Tirus’un düzinelerce adamının yaylarını çekip nişan aldığını, üstlerine her yönden vızır vızır oklar yağdığını gördü.

      Vakit kalmadığını anladı. Başını kaldırdı ve bir yanında Stara’nın, diğer yanında Matus’la Srog’un durduğunu gördü. Hepsi de o yükseklikten atlayacakları için korkuyla gözleri irileşmiş bir halde duruyordu. Stara’nın elini tutu ve ya şimdi ya da hiç diye düşündü.

      Aralarında konuşmadan ne yapılması gerektiğine karar verdiler ve hep birlikte atladılar. Gözleri kör eden yağmurun ve rüzgârın altında düşerlerken çığlıklar attılar ve uzunca bir süre düştüler. Reece kesin bir ölümden diğerine mi atladığını düşünmeden edemedi.

      İKİNCİ BÖLÜM

      Godfrey titreyen elleriyle yayını kaldırdı, siperlerin kenarından eğildi ve nişan aldı. Bir heder seçip okunu hemen fırlatmayı planlamıştı… Ama diz çöktüğü yerden aşağıdaki manzarayı görünce, şok içinde donakaldı. Aşağıda binlerce McCloud askerinden oluşan iyi eğitimli bir ordu alanda koşuyor, dosdoğru Kraliyet Sarayı’nın kapılarına hücum ediyordu. Düzinelercesin demir bir şahmerdanla öne atıldı ve bunu tekrar tekrar demir kale kapısına vurarak duvarları ve Godfrey’in ayaklarının altındaki zemini zangırdattı.

      Godfrey dengesini kaybedip yayını fırlatınca, ok hiçbir yere isabet etmeden havada süzüldü. Bir diğer ok kaptı ve kalbi gümbür gümbür atarken, o gün orada öleceklerinden emin bir halde yayına yerleştirdi. Kenardan eğildi, ama nişan almasına fırsat kalmadan bir sapandan fırlatılan bir taş havada uçtu ve demir miğferine isabet etti.

      Miğferinden feci bir biçimde çınladı ve Godfrey geri düşünce oku dosdoğru havaya fırladı. Derhal miğferini çıkarıp sızlayan başını ovuşturdu. Bir taşın canını o kadar acıtacağını bilememişti; demir miğfer ta kafatasının içinde çınlıyor gibiydi.

      Godfrey ne tür bir belaya girdiğini düşündü.  Evet, kahramanca davranmıştı, tüm şehrin McCloudlar’ın geldiği konusunda harekete geçirilmesine yardım etmiş ve çok değerli bir süre kazanılmasını sağlamıştı. Birkaç kişinin hayatını bile kurtarmış olabilirdi. Kesinlikle kız kardeşinin hayatını kurtarmıştı.

      Ama o sırada, hiçbiri Gümüş askeri veya şövalye olmayan geriye kalan birkaç düzine askerle birlikteydi ve boşaltılmış bir şehrin iskeletini McCloud ordusunun tamamına karşı korumaya çalışıyorlardı. Askerlik ona göre bir iş değildi.

      Birden, müthiş bir gümbürtü koptu ve Godfrey demir kapılar açılırken yine sendeledi.

      Açılan şehir kapılarından içeri kana susamış, çığlıklar atan binlerce asker akın etti. Godfrey siperlerde doğrulurken, askerlerin yukarı varmasının an meselesi olduğunu biliyordu. Ölene dek savaşacaktı. Bir asker olmak böyle bir şey miydi? Cesur ve korkusuz olmak öyle miydi? Başkaları yaşayabilsin diye ölmek miydi? Artık ölümle burun buruna olduğundan, bunun çok iyi bir fikir olmadığından şüphelenmeye başlamıştı. Bir asker ve kahraman olmak harikaydı, ama hayatta olmak çok daha iyiydi.

      Godfrey tam pes etmeyi, kaçıp bir yere saklanmayı düşünürken, birkaç McCloud askeri

Скачать книгу