Şeref Yemini . Морган Райс
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Şeref Yemini - Морган Райс страница 3
"Bundan kurtulamayacaksın!” diye mırıldandı McCloud zayıf bir sesle.
Andronicus başını iki yana salladı; bu adam hiç ders almıyordu.
"İşte ben burada, senin tahtının üzerinde oturuyorum,” dedi Andronicus. “Ve sen de benim ayaklarımın dibinde yatıyorsun. Sanırım dilediğim her şeyden ve her yerden kurtulabilecek konumda olduğumu kolaylıkla söyleyebiliriz, öyle değil mi? Nitekim kurtulmuş da bulunuyorum…”
McCloud inleyerek ve ağrıdan kıvranarak yerde yatıyordu.
"Gündemimdeki ilk madde,” dedi Andronicus, "senin yeni kralına ve efendine gereken saygıyı göstermeni sağlamak. Şimdi bana gel ve yeni krallığımda benim önümde ilk diz çöken, elimi ilk öpen ve beni Halka’nın bir zamanlar McCloud’a ait olan topraklarının yeni Kralı olarak selamlayan ilk kişi olma onuruna sahip ol.”
McCloud başını kaldırdı, ellerinin ve dizlerinin üzerinde durarak küçümseyici bir tavırla Andronicus’a baktı.
"Asla!" dedi ve dönerek yere tükürdü.
Andronicus arkasına yaslanarak güldü. Bu iş çok hoşuna gitmeye başlamıştı. Epeydir bu kadar inatçı biriyle karşılaşmamıştı.
Andronicus dönerek başıyla işaret etti. Adamlarından biri McCloud’u hemen arkadan yakaladı, bir diğeri de önüne geçerek, hareket ettirmesini engelleyecek bir şekilde başını tuttu. Bir üçüncüsüyse elinde uzun bir usturayla öne doğru fırladı. Adam yaklaşınca McCloud korkudan iki büklüm oldu.
"Ne yapıyorsunuz siz?" diye sordu McCloud panik içinde, normal olamayacak kadar yüksek oktavlı bir sesle.
Adam eğildi ve bir çırpıda McCloud’un sakalının yarısını götürdü. McCloud başını kaldırarak şaşkınlık içinde bakakaldı. Adamın onun canını yakmamasına belli ki çok şaşırmıştı.
Andronicus başıyla tekrar işaret verdi ve bir başka adamı öne fırladı. Elinde bir ucunda Andronicus’un krallığını temsil eden, ağzında bir kuş tutan aslan ambleminin oyulmuş olduğu demir bir çubuk tutuyordu. Çubuk kıpkırmızı bir kor halinde parlıyordu. Diğerleri McCloud’u sıkı sıkı tutarken, adam çubuğu onun korumasız yanağına doğru uzattı.
"HAYIR!" diye bir çığlık attı McCloud, başına gelecekleri tahmin ederek.
Ama çok geç kalmıştı.
Havaya tıslamaya benzer bir ses ve yanık bir et kokusuyla birlikte korkunç bir çığlık yayıldı. Andronicus demir çubuğun McCloud’un yanağını yakışını büyük bir keyifle izledi. Tıslama giderek daha güçlü bir hal aldı, adamın çığlıklarıysa dayanılacak gibi değildi.
Adamlar, en azından bir on saniye kadar sonra, McCloud’u nihayet yere bıraktılar.
McCloud, ağzından salyalar akarak bilinçsiz bir halde yere yıkıldı. Yüzünün yarısından dumanlar çıkıyordu. Artık yanık yüzünde Andronicus’un amblemini taşıyordu.
Andronicus öne doğru eğildi ve baygın halde yatmakta olan McCloud’a baktı. Eserini hayran hayran inceledi.
"İmparatorluk’a hoş geldin."
BÖLÜM İKİ
Erec ormanın bir ucundaki tepenin üzerinde durmuş, yaklaşmakta olan küçük orduyu izliyordu. Yüreğinde sanki bir ateş yanıyordu. O böyle bir gün için doğmuştu. Bazı savaşlarda, adaletli ile adaletsiz olanlar arasındaki çizgi çok ince olurdu, ama bu savaş öyle değildi. Baluster Lordu hiç utanmadan onun karısını çalmış, bunu yaptığı için böbürlenmekle kalmamış, özür de dilememişti. Yaptığı işin bir suç olduğu kendisine bildirilmiş ve yanlıştan dönmesi için fırsat verilmişti ama o, buna rağmen hatasını düzeltmeyi reddetmiş ve düşmanlarının tepkisini çekmek için adeta çanak tutmuştu. Belki de bu konuyu kendi haline bırakmaları gerekiyordu – özellikle de adam artık hayatta olmadığına göre…
Ama işte orada, bu ikinci derecedeki lordun paralı askerleri olarak yüzlercesi bir araya gelmiş, atlarını ona doğru sürüyorlardı. Hepsinin tek bir amacı vardı: Erec’i öldürmek… Ve bunu da sadece o adam onlara para verdiği için yapmak istiyorlardı. Parlak, yeşil zırhlarının içinde, Erec’e doğru saldırıya geçtiler ve yaklaşınca savaş çığlıkları atmaya başladılar. Sanki bu onu korkutabilirmiş gibi…
Erec korkmuyordu. Buna benzer sürüyle savaş görmüştü o. Tüm eğitim yılları boyunca tek bir şey öğrendiyse, o da adaletin yanında savaştığı vakit asla korkmaması gerektiğiydi. Ona öğretildiği kadarıyla, adalet her zaman tecelli etmezdi belki, ama ona inanan kişiye on kişinin gücünü verirdi.
Yüzlerce askerin ona doğru gelmekte olduğunu görmesine ve o gün ölebileceğini bilmesine rağmen, Erec’in hissettiği şey korku değildi. Ona ölümünü en onurlu bir şekilde karşılama şansı verilmişti, bu da tanrının bir lütfuydu. Zafer için ant içmişti ve o ant bugün gerçekleşmeyi bekliyordu.
Erec kılıcını çekti ve yokuş aşağı, ona karşı saldırıya geçen orduya doğru koşmaya başladı. O anda, güvenilir atı Warkfin’in yanında olmasını ve savaşa onun sırtında girebilmeyi her şeyden çok isterdi, ama Warfkin’in Alistair’i Savaria’ya, Dük’ün sarayının güvenli ortamına geri götürdüğünü hatırlayınca içini bir huzur kapladı.
Erec, askerlere yaklaşık elli metre kala, aniden hızlandı ve tam ortalarındaki öncü şövalyeye doğru atıldı. Askerler hızlarını kesmediler, Erec de… Az sonraki çarpışma için hazırdı.
Erec tek bir avantajı olduğunu biliyordu: üç yüz adamın tek bir adama karşı aynı anda saldırıya geçmesi fiziksel olarak mümkün değildi; aldığı eğitimlerden atın üzerinde savaşan en fazla altı adamın bir adama saldıracak kadar yaklaşabileceğini öğrenmişti. Yani Erec’e göre, başarılı olma şansı üç yüze karşı bir değil, altıya karşı bir idi. Her seferinde karşısına çıkan altı kişiyi öldürdüğü takdirde, savaşı kazanma şansı vardı. Bu, sadece bunu yapacak dayanma gücünün olup olmamasıyla bağlantılı olan bir durumdu.
Yokuş aşağı son hızla inerken, Erec belinden bu iş için en uygun olan silahını çıkardı. Bu, on metre uzunluğunda ve ucunda çivili, metal bir top olan bir zincirli bir kırbaçtı. Tuzak kurulması gereken yollarda veya tam da bu gibi durumlarda kullanmak üzere yapılmış bir silahtı.
Erec son ana, ordunun tepki veremeyeceği bir ana kadar bekledi. Sonra, zincirli kırbacını başının üzerinde döndürerek salladı ve karşıya doğru fırlattı. Hedef olarak küçük bir ağacı seçmişti. Çivili silah ağacın etrafına dolanınca, Erec kendisini yere atarak dizlerini karnına çekti, böylece bir süre sonra ona fırlatılacak olan mızraklara karşı korunmuş olacaktı. Silahın sapını gücünün elverdiği ölçüde sıkı bir şekilde tutmaya çalıştı.
Zamanlaması