Köle, Savaşçı, Kraliçe . Морган Райс

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Köle, Savaşçı, Kraliçe - Морган Райс страница 2

Köle, Savaşçı, Kraliçe  - Морган Райс Tahtlar ve Zafer

Скачать книгу

kalmaması gerektiğini bildiği için damarlarında heyecanla koşuyordu. Güneş henüz doğmuştu ve çamurlu, tozlu hava şimdiden antik taşlı şehri boğuyordu. Ayakları yanıyor, ciğerleri ağrıyordu yine de oluklardan çıkıp sokaklara doluşmuş sayısız farenin üstünden atlayarak kendini daha hızlı ve hiç durmadan koşmaya zorluyordu. Uzaktan gelen gürültüyü şimdiden duyuyordu, kalbi heyecanla atıyordu. İleride bir yerlerde Ölüm Festivali'nin başlamak üzere olduğunu biliyordu.

      Ceres, ellerini taştan duvarlarda sürüyerek dar sokaklarda ilerlerken erkek kardeşlerinin ona yetişip yetişemediklerini kontrol etmek için dönüp arkaya bakıyordu. Hemen arkada, bir kaç adım gerisinde Nesos ve Sartes'i gördüğü için rahatladı. On dokuzundaki Nesos, ondan iki ay vakti Sartes, küçük kardeşi ise dört ay vakti küçüktü ve her ikisi de erkekliğe adım atma üzereydiler. Uzun, açık renkli saçları ve kahverengi gözleriyle her ikisi de birbirlerine ve ailelerine benziyorlardı ancak Ceres onlara çekmemişti. Onun hızına asla yetişemedikleri bir kızdı Ceres.

      "Acele edin!" diye bağırdı Ceres omzunun üzerinden.

      Bir gürültü daha kopunca, daha önce festivale hiç gitmemiş olmasına rağmen canlı detaylarıyla manzarayı hayal edebiliyordu: bütün şehir, Delos'un üç milyon vatandaşı bu yaz gün dönümü tatilinde stadı doldurmuşlardı. Daha önce gördüğü hiç bir şeye benzemiyordu, eğer o ve kardeşleri acele etmezse oturacakları tek bir yer kalmayacaktı.

      Hızlanan Ceres alnından düşen ter damlasını sildi ve annesinden kalan, yıpranmış, fil dişi tuniğine sildi. Asla yeni bir kıyafeti olmamıştı. Erkek kardeşlerine düşkün olan ancak ona karşı nefret ve kıskançlık duyan annesine göre yeni bir elbiseyi hak etmiyordu.

      "Bekle!" diye bağırdı Sartes, çatlayan sesinde bir rahatsızlık duyuluyordu.

      Ceres gülümsedi.

      "Seni taşımamı mı istersin yoksa?" diye bağırdı arkaya.

      Onunla dalga geçilmesinden nefret ettiğini biliyordu fakat onu küçümseyen tavrı hızlanmasına sebep olmak için onu motive edecekti. Ceres arkada kalmalarına aldırmıyordu, hatta on üçündeki bu çocuğun onu kendilerinden biri gibi görmeleri için her şeyi yapmaya hazır olmasını sevimli buluyordu. Aslında açıkça asla kabul etmese de Ceres daha fazla şekilde ona ihtiyaç duymasına ihtiyaç duyuyordu.

      Sartes gürültülü şekilde homurdandı.

      “Annem ona yine karşı geldiğini öğrenince seni öldürecek!” diye bağırdı.

      Haklıydı, aslında onu öldürecekti ya da en azından güzel bir sopa atacaktı.

      Annesi onu beş yaşındayken ilk kez dövdüğünde, bu aynı zamanda Ceres’in masumiyetini kaybettiği an olmuştu. Öncesinde dünya eğlenceli, nazik ve güzel bir yerdi. Ondan sonra onun için hiç bir yer güvenli olmadı ve tutunduğu tek şey annesinden uzağa gidebileceği bir gelecek umudu oldu. Artık daha büyüktü, hayaline daha yakındı fakat bu hayali bile yavaşça kalbindeki yerinden oluyordu.

      Neyse ki, Ceres kardeşlerinin annesine bunu asla söylemeyeceğini biliyordu. Tıpkı onlara olduğu gibi, kardeşleri de ona sadıktı.

      “O zaman Annemizin iyi ki hiç haberi olmayacak!” diye bağırdı ona.

      “Babam öğrenecektir ama!” diye yapıştırdı Sartes.

      Ceres kıkırdadı. Babaları zaten biliyordu. Bir anlaşma yapmışlardı: Saraya teslim edilmesi gereken kılıçların bileylenmesini halledene kadar yatmadan çalışırsa Ölüm Festivali'ni görmeye gidebilirdi. O da bunu yapıyordu işte.

      Ceres sokağın sonundaki duvara ulaşınca hiç tereddüt etmeden parmaklarını iki yarığa geçirip tırmanmaya başladı. Elleri ve ayaklarını hızlıca hareket ettirerek yaklaşık beş metre yukarıya çıktıktan sonra en tepeye vardı.

      Nefes nefese durdu, güneş parlak ışınlarıyla onu karşıladı. Ellerini gözlerine götürüp gölge yaptı.

      Ceres nefesini tuttu. Normalde Eski Şehir’de nokta gibi görünen bir kaç vatandaş , orada burada bir kedi ya da köpek olurdu ancak bugün şehir tam manasıyla canlıydı. İnsan kaynıyordu. Ceres Çeşmeli Meydanı’na akın eden insan denizinin üzerine bastığı kaldırım taşlarını göremiyordu bile..

      Uzaktan okyanus parlak ve canlı maviye çalarken yükselen beyaz Stadyum, dolambaçlı yolların ve sıkışık iki ya da üç katlı evlerin arasında bir dağ gibi görünüyordu. Meydanın dış çeperinde satıcılar stantları boyunca sıralanmış gıda, mücevher ya da giysi satıyorlardı.

      Kuvvetli bir rüzgar yüzünden geçerken yeni pişmiş yiyeceklerin kokusu burnuna ulaştı. Karnının ezilmesini tatmin edecek yiyecekler için nelerini vermezdi ki. Sanki midesi karnına yapışmıştı, kollarını karnına doladı. Sabah kahvaltıda yulaf lapası yemişti ancak bu kahvaltıdan önce hissettiği açlığı her nedense katlamıştı. Bugünün on sekizinci yaşı olduğu düşünülürse, en azından kasesinde fazladan biraz yemek, bir sarılma ya da benzer bir şey bulmayı ummuştu.

      Fakat kimse bundan tek kelime bahsetmemişti. Hatırladıklarından bile emin değildi.

      Işık gözlerine girerken Celes aşağı baktı ve kalabalığın arasında sanki balın üstündeki köpük gibi yavaş ve parlak bir biçimde ilerleyen altın bir arabayı fark etti. Kaşlarını çattı. Heyecanından kraliyet ailesinin de bu etkinlikte olacağını unutmuştu. Onları, kibirlerini küçümsüyordu, hayvanları bile Delos’taki birçok insandan daha iyi besleniyordu. Kardeşleri bir gün sınıf sistemini alt edecekleri konusunda umutlulardı ancak Ceres onların iyimserliğini paylaşmıyordu. Ona göre İmparatorluk içinde her hangi bir eşitlik sağlanacaksa bu devrim yöntemiyle gerçekleşebilirdi.

      “Onu görüyor musun?” diye nefes nefese sordu Nesos yanına tırmandığında.

      Ceres’in kalbi Rexus’u düşününce hızlandı. Henüz buraya gelip gelmediğini o da merak ediyor kalabalığı nafile bir çabayla tarıyordu.

      Kafasını salladı.

      “Orada,” diyerek işaret etti Nesos.

      Çeşmeye doğru yönelmiş parmağını gözlerini kısarak takip etti.

      Birden gördü, içindeki heyecan dalgasını bastıramıyordu. Onu her gördüğünde hissettiği şekildeydi. Orada, çeşmenin kenarında oturuyor, yayını sıkılaştırıyordu. Bu mesafeden bile, omzunun, göğüs kaslarının gömleği altındaki hareketini görebiliyordu. Ondan belki bir kaç yaş büyüktü, siyah ve kahverengi saçlıların arasında sarı saçları hemen fark ediliyordu, yanmış teni güneşin altında parlıyordu.

      “Bekle!” diye bağırdı bir ses.

      Ceres duvarlardan aşağı bakınca tırmanmak için uğraş veren Sartes’i gördü.

      “Acele et yoksa seni arkada bırakırız!” diye bastırdı Nesos.

      Elbette küçük kardeşlerini geride bırakmayı hayal bile edemezlerdi ancak onlara yetişmeyi öğrenmesi gerekiyordu. Delos’ta bir anlık zayıflık ölüm anlamına gelebilirdi.

      Nesos elini saçlarında gezdirirken

Скачать книгу