Abdülhamit ve afrodit. İskender Fahrettin Sertelli

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Abdülhamit ve afrodit - İskender Fahrettin Sertelli страница 13

Жанр:
Серия:
Издательство:
Abdülhamit ve afrodit - İskender Fahrettin Sertelli

Скачать книгу

yüzünden endişeye düşmüştü. Derhal Paşa’ya bir bardak su verdi ve arkasından şu sözleri söyledi:

      “Paşa efendimizden çok rica ederim, bu mektubu sakın boş bulunup da Hünkâr ’a göstermeyiniz, zaten akşamdan beri çok hiddetlidir. Böyle birtakım insanların memleket dahilinde hürriyet ve meşrutiyet istediklerini işitirse, tekrar hiddetinden küplere biner ve hepimizi mahveder.”

      “Hayır, ne olursa olsun bu mektubu mutlaka kendisine göstereceğim. Çünkü bu meçhul kuvvet son günlerde beni fazla tehdit etmeye başladı.”

      “Aman Paşam, vallahi mahvoluruz. Efendimiz çok hiddetlidir. Yanına varılmıyor. Hem ben size bir şey söyleyeyim mi, ben kendi hesabıma, bu tehditlerin mânâsız olduğuna hükmediyorum artık. Merak etmiyor değilim, fakat bu tehditleri yazanların çoluk çocuktan ibaret olduklarını zannediyorum. Zira fiiliyat sahasında bir şey yok. Yalnız kuru bir tehdit.”

      Bu esnada birdenbire odanın kapısı açıldı. Cafer Ağa gözleri dışarıya fırlamış bir halde odadan içeriye girdi. Eli koynundaydı; heyecanından pek önemli bir olaya şahit olduğu anlaşılıyordu.

      İzzet Paşa meraklı bakışlarla Cafer Ağa’yı süzerek, “Ne var bakalım? Pek telâşlısın,” dedi.

      Cafer Ağa’nın korkudan elleri titriyordu. Koynundan bir hançer çıkardı ve anlatmaya başladı:

      “Hünkâr biraz evvel bahçeye çıkmıştı. Şimdi yatağını düzeltirlerken karyolasının başucunda bu gümüş saplı hançeri bulmuşlar!”

      İzzet Paşa, Padişah’ın yatağında bulunan gümüş saplı hançeri inceledi.

      “Saraydaki esrarengiz hadiseler artık korkulacak kadar önemli bir şekil aldı.”

      Başmusahip’in ısrarına rağmen, İzzet Paşa kendisine gelen tehdit mektubundan bahsetmek üzere Hünkâr’ı görmeye gitti. Cafer Ağa ise arkasından yalvarıyordu:

      “Allah aşkına, Paşa hazretleri, Efendimize hançer meselesinden bahsetmeyiniz!”

      MELAHAT’İN FOYASI MEYDANA ÇIKINCA

      Abdülhamit akşamüstü yatak odasında Melahat’le beraber oturuyordu.

      Melahat, sarayda takip ettiği işler hakkında Padişah’ı ikna edecek birçok belge ve bilgi elde etmişti. Abdülhamit’in sorularına cevap veriyordu.

      “Kız, işler yolunda, değil mi?”

      “Evet, Padişahım.”

      “İkbal hiç şüphelenmedi mi?”

      “Hayır, Efendimiz! Bilakis, benimle o kadar samimi oldu ki… Güya beni ayartmaya çalışıyorlar.”

      “Bari kendi hesaplarınca başardılar mı?”

      “Her dediklerini yapacak gibi göründüm. Tabii kendilerini başarmış sayarlar!”

      “İkbal’in kardeşi ne diyor?”

      “Efendimize yalan söyleyecek değilim. Bu çocuk çok isyankâr ruhlu bir delikanlı.”

      “Ne dedin? İsyankâr ruhlu bir delikanlı mı?”

      Padişah bu kelimeyi işitince çıldırmış gibi birden yerinden kalkarak Melahat’in üzerine yürüdü.

      “Doğru mu söylüyorsun, kız?”

      Melahat korkusundan odanın bir köşesinde sindi.

      “Yalnız kendisi değil, daha başka arkadaşları da varmış.”

      “Onlar da mektepli miymiş?”

      “Dört beş tanesi Tıbbiyeli. Diğerleri de dışarıda çalışan bir kısım gençlermiş!”

      “Seni ne tarzda ayartmaya çalışıyorlar?”

      “Güya beni Efendimiz aleyhine dolduracaklar. Sonra onlardan taraf olduğuma emin olunca hainliğimi ortaya koyarak size ihbarda bulunacaklar. Böyle bir tuzağa düştükten sonra sonumu keşfetmek kolaydır.”

      “Vay hainler, vay! Seni tuzağa düşürünce ellerine ne geçecek?”

      “Padişahım, beni kıskanıyorlar, iltifatınızdan uzak kalayım diye cariyenizi gözden düşürmek istiyorlar. Maksatları budur.”

      “Nazikter ’den bir haber var mı?”

      “Zaten bütün bunlar hep onun başının altından çıkıyor, Padişahım.”

      “Ben onun kimseyle görüştürülmemesini irade etmiştim. Sen de onunla bu kadar uğraşma.”

      Abdülhamit, Melahat’i kollarından çekip dizinin dibine oturttu ve sevmeye başladı.

      Melahat, çok ince, ipekli bir elbise giymişti. Padişah bu güzel ve zeki kızın kollarını okşarken sol omzunda ufak bir put işareti gördü. Gözlerini açarak derin bir hayret içinde Melahat’in bembeyaz omzunu tetkike koyuldu.

      “Kız, sen Müslüman değil misin? Bu omzundaki haçın mânâsı nedir?”

      Melahat sol omzunu daima Padişah’tan saklamaya çalışırdı.

      Genç kız efendisinin bu ani şiddet ve öfkesi karşısında şaşırmıştı.

      Abdülhamit, Melahat’i yere yatırarak bağırmaya başladı:

      “Kız! Çabuk söyle bana! Sen İsa’nın mı, yoksa Muhammed’in misin? Hangi peygamberin ümmetindensin?”

      Melahat, zor bir durumda kalmıştı. Hakikati itiraftan başka çare yoktu.

      Padişah en yüksek sesiyle, yumruklarını sıkarak bağırıyordu:

      “Kız, çabuk diyorum, anlat bana bu işin sırrını! Sen Müslüman mısın, yoksa Hıristiyan mı?”

      Melahat’in söyleyeceği sözler boğazında düğümleniyordu.

      “Evvelce Hıristiyandım Padişahım. Şimdi hamdolsun Müslümanım!”

      “Demek ki sen Cevdet Bey’in kızı değilsin. Öyle mi?”

      “Padişahım…”

      “Sus! Nihayet Cevdet de beni aldattı, ha?”

      Abdülhamit rovelverini çekti.

      “Haydi, anlat bana! Sen Cevdet’e ne maksatla baba diyorsun?”

      ”Efendimiz! Cariyeniz Bursa’nın Apollon köyünden balıkçı Apustol’un kızıydım. Babam dereden balık tutardı ve öyle geçinirdik. Köyümüzün manzarası, havası ve suyu çok güzel olduğundan, Bursa’ya, kaplıcalara gelen birçok kimseler köyümüze de gezmeye gelirlerdi. Cevdet Bey Bursa’ya gelmiş, oradan da köyümüze uğramıştı. Dere başında oynarken beni görmüş. Ben o vakit sekiz yaşındaydım. Cevdet

Скачать книгу