Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç. Hüseyin Rahmi Gürpınar

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç - Hüseyin Rahmi Gürpınar страница 9

Жанр:
Серия:
Издательство:
Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç - Hüseyin Rahmi Gürpınar

Скачать книгу

çıkan Halley yıldızı 1835 yılında, yani bundan yetmiş beş yıl önce gene güneşin yakınından, yörüngesinin en yakın noktası olan o sevgi mıknatısı noktasından geçmiştir. Gökyüzüne ait kayıtlara göre Halley’in güneş çevresinde her yetmiş beş yılda bir tam devir yaptığı anlaşılıyor…”

***

      Bu sırada dinleyici hanımlar arasında bir gürültü kopar. İrfan Bey susar, kulak verir. Şu şamatayı işitir:

      M.: “Aman sus, alık kadın!”

      H.: “Ben neye olayım? Sensin alık!”

      S.: “İkinizin de onar paralık aklınız yok!”

      H.: “Kesin sesinizi de dinleyelim, bakalım bey daha neler söyleyecek…”

      L.: “A, burasını hamama çevirdiniz! Konferansayı mı dinleyeceğiz, sizi mi? Bey anlattı, anlattı, tamam kuyruğa geldi, artık patladınız, duramadınız.”

      H.: “Öyle kardeş, öyle… Tamam kuyruğu dünyaya çarpacağı zaman patırtıyı kopardılar…”

      A.: “Merak etmeyiniz canım… Böyle lakırtıyla değil, küçük tövbede mi, yoksa aralık ayında mı gelip çarpacakmış? O zaman doya doya seyredersiniz.”

      M.: “Biz bir söyledikse siz on söylüyorsunuz. Dünyanın yuvarlak olduğuna, bu uzayın içinde top gibi dolaştığına bir türlü aklı ermiyor da onu erdirmeye çalışıyorum.”

      L.: “Onun aklı ermiyor da bakalım seninki eriyor mu?”

      M.: “A, ben o kadar alık mıyım? Niçin ermeyecekmiş?”

      L.: “Öyleyse anlat bakalım, mademki bu dünya yuvarlakmış, akşam sabah fırıldak gibi dönüyoruz da biz sokağa çıktığımız zaman niçin yuvarlanıp denize düşmüyoruz? Bu kadar çocuklara, köpek yavrularına neden bir şey olmuyor?”

      H.: “Yaradan Mevla koruyor da onun için.”

      L.: “Sen sus hanım, ben sana sormuyorum!”

      C.: “Nafile gürültü etmeyiniz. Ne deseler hemen inanıverirsiniz. Hiç Erenköyü taraflarına gittiniz mi? Koskoca ovalar, kırlar, göz alabildiği kadar denizler… İşte dünya o değil mi? Bunun neresi yuvarlakmış? Gözüme mi inanayım, size mi?”

      A.: “Aa… Yuvarlaktır elmasım, yuvarlak. Erenköyü’ne kadar ne gidiyorsunuz? Ne hacet… Aksaray’dan tramvaya bininiz, Beyazıt’a kadar o koca yokuşları çıktıktan sonra bir düzlük gelir. Çarşıkapısı’nı geçiniz, türbeden aşağıya bir iniş başlar. A, işte yusyuvarlak!”

      L.: “Hiçbiriniz gereği gibi anlayamamışsınız.”

      C.: “Biz anlayamamışsak anlat bakalım, yuvarlağın üstünden niçin yere düşmüyoruz?”

      L.: “A, ondan kolay ne var?”

      C.: “Eh, hadi söyle…”

      L.: “Hiç karpuzun, kavunun üstünde karınca gezdiğini görmediniz mi?”

      H.: “A, öyle ya, öyle ya… Doğru. Duvarda, tavanda tahtakuruları nasıl düşmeden geziyorlar?”

      S.: “Bizim köşkte asılı Yeni Dünya’nın üzerinde böceklerin her türlüsü geziniyor. Niçin aşağıya düşmüyorlar?”

      C.: “A, bu nasıl lakırtı? Tahtakurusu, karınca başka insan başka. Tahtakurusu gezinir ama biz tavanda yürüyebilir miyiz? İlahi hanım…”

      F.: “Tahtakurusu mu? O kör olasıcayı söylemeyiniz. Bizim Vefa’daki evde o kadar çoktu ki çamaşır ipinin üstünde cambaz gibi gezinirlerdi.”

      Ş.: “Ya pire?.. Pire?”

      F.: “A, o daha marifetlidir. Sabahleyin yorganın üstünden tutmaya uğraşırken insanın parmaklarının arasından kurtulursa ta alnına kadar hoplar… Pek atiktir.”

      S.: “Ya öteki?”

      F.: “Hangisi?”

      S.: (F. Hanım’ın kulağına eğilerek) “Bit…”

      F.: “Aman o musibeti söyleme! O miskin mundarı aklıma getirme!”

      S.: “Nasıl miskin? Topalı yedi mahalleyi dolaşırmış.”

      B.: “Frengistan’da pireyi arabaya koşarlarmış, dayım söyledi.”

      F.: “İşit de inanma! Hiç o minimini hayvan araba çekebilir mi?”

      B. “Arabaya deyip de koskocaman landoya koşmazlarmış ya?

      Onun da kendine göre küçücük arabası varmış. Parayla ona buna seyrettirirlermiş.”

      G.: “Maymunların da çalgı çaldıklarını işittimdi ama bunu duymadımdı.”

      H.: “Ya bir ayı, şehirde bir güzel kıza âşık olmuş. Gazetede onu okumadınız mı?”

      F.: “Hay sen sakla Rabb’im! Ayıdan pek korkarım.”

      G.: “Ayının Çingene’yle homur homur güreştiğini seyretmedin mi hiç?”

      F.: “Nesini seyredeyim? Benim ödüm kopar ayıdan…”

      D.: “Ayı için şebeğin amcasıymış derler.”

      F.: “Aman nesi olursa olsun, hoşlanmam!..”

      D.: “A, ben şebeği pek severim. Ne kadar maskaradır. Hele o al cepkenini, püsküllü takkesini giyip de aynaya baktığı vakit gülmekten kırar geçirir.”

      İrfan Bey bir zaman konferansını tatil etti. Karpuzdan pireye, pireden ayıya sözü aktarıp pek acayip bir mantık hafifliğiyle dünyanın yuvarlaklığının lehine, aleyhine fikir yürüten hanımların yargılarındaki saflığa kulak veriyordu. Bu tarafta şebeğin ayıyla akrabalığı bahsi kızışırken biraz ötede üç dört genç kız arasında daha ateşli bir konuşma konusu açılmıştı.

      N.: “Kuyruklu yıldız bu dünyaya çarparken sen Şevki’yle ne yapacaksın?”

      T.: “Bilmem. Herkes ne yapacaksa ben de onu yapacağım.”

      N.: “Öyle günde birbirinizden ayrılmak olur mu?”

      T.: “Ne yapayım? Eve mi alayım? Annem, babam görürse sonra bana ne derler?”

      N.: “Kim görürse görsün! Kıyamet kopacak olduktan sonra insanın sevgilisiyle beraber bulunması gerekmez mi? O bir tarafta, sen başka bir tarafta öleceğinize ruhunuzu bir yerde teslim edersiniz.”

      T.: “Aman sus, içim fena oluyor! Ölmesin, Şevkiciğime yazık değil mi?”

      Z.: “O gece beraber bulunmamızı rica ederek Tayyar bana haber gönderdi. Ben de ‘Mümkün değildir.’ diye cevap verdim. Sonra gene, ‘O gece ben cumbanızın altından

Скачать книгу