İntibah. Namık Kemal

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу İntibah - Namık Kemal страница 5

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
İntibah - Namık Kemal

Скачать книгу

gark olmuş da rüzgâr estikçe öteye beriye salınmaya başlamış bir bahçeye hemhâl eden– hanımların şivesini temaşa ile saat yedi buçuk-sekize28 kadar eğlenirler.

      O vakit ise Çamlıca’nın en “civcivli”29zamanı olmak cihetiyle yollar birbiri ardınca akıp gelmekte olan yaşmak kalabalığından köpükler içinde kalmış birer seyl-i huruşanı andırmaya başladı. Beyler de yerlerinden kalktılar. Hanımlara karıştılar. Her biri belki bir tanesine iptilasından, ondan başka kimseyi sevmek ihtimali olmadığından, yolunda ölmeyi canına minnet bileceğinden, hasılı dünyada ne kadar soğuk yalan var ise cümlesinden bahisler açmaya başladılar.

      Bu hâller ise Ali Bey’in fıtratına, terbiyesine bütün bütün mugayir olmak cihetiyle bu eğlenceden bayağı bir felaket kadar müteezzi idi. Fakat memleketimizin hâli malum: Ahbap arasında kalbin teessüratını halisane izhar etmemek ülfet âdabından sayılıyor. Eğlence gibi hiç hükümsüz şeylerde bile, beğenmediği hâli riya ile beğenir gibi görünmek insaniyet vezaifinden addolunuyor. Binaenaleyh biçare çocuk, ekseriyete tabi olmak ve gönlündeki ıstırabı safa şeklinde göstermeye çalışmaktan başka çare bulamadı. O da arkadaşlarıyla beraber öteye beriye gezinip dururken –hiç içindekilere dikkat etmeden– bir arabaya rüfekasından yeni öğrendiği tarz ile işaret etti. Lakin arabadan mukabele görmedi. Bu hâl ise evvel emirde bir ehl-i ırz arabasına tasallut etmiş olmak vahimesiyle bir derece hicabını mucip oldu ki kanında hasıl olan hararet vücudunu eritecek zanneyledi.

      Öyle bir mevkide ve öyle bir hâl üzerine, lisanen isti’fay-i kusur için imkân göremediğinden mazerethâhâne bir nigâh-i huznalut ile beyan-i teessür etmek istedi. Kirpikleri birbirinden ayrılıp da o tarafa doğru bakar bakmaz arabanın perdesi bir kere açıldı, bilmediği yolda bir işaret göründü, gene derhâl kapandı.

      Malumdur ki ciddiyatın birçoğu uysallıktan tevellüt eder. O kabîlden olarak bu biçare delikanlının da öyle arkadaş hatırı kırmamak için ihtiyar ettiği bir hareket sergüzeşt-i, ömrünü bir facia-i cangüdaza tahvil eylemiştir.

      Arabadan edilen muamele nazarında, ismet perdesinden biihtiyarane aksetmek istemiş bir eser-i muhabbet gibi görünerek zihnine, kalbine bütün bütün istila etmiş ve birkaç dakika içinde dünyada emeli yalnız aldığı işaretin manasını bilmeye ve sahibini görmeye inhisar eylemiş idi. Bununla beraber hazm-i nefsinde kâmilane mücadelelerle rüfekasına hâlini sezdirmedi! Çamlıca’da bulundukça zâhirde herkese eğlenmekte ittiba eder fakat zihninde mahut işareti anlamak için –Mısr’ın hutut-i kadîmesini elde elifbası yok iken okumaya çalışan hükema gibiher şekilden nice mana, her vazı’dan birçok kazâyâ istihracıyle uğraşırdı. Fakat it’ab-i fikir ettikçe hallini istediği muamma işkâle düşer; muamması işkâle düştükçe zihnindeki yorgunluk artar; hayali ise bu devr-i fasit içinde hayran hayran dolaşır dururdu.

      Akibet, bereket versin ki avdet sırasında başka bir arabadan gene aynı aynına öyle bir işaret zuhur eyledi de “gûya yeni girdiği meslekte malumatını ilerletmeye çalışır yollu işaretin” ne mana ifade eylediğini arkadaşlarından birine sual edebildi ve işaret “Etraf ağyardan hali olmadıkça muhabere caiz değildir.” demek olduğunu öğrendi.

      Bu malumat üzerine ise işaret sahibesinin ismetince olan itikadı bir kat daha kuvvet bulmaya başladı. (O kadar tecrübesiz bir çocuk, ismetli bir kadının öyle işaretlerden bittabi haberdar olamayacağını nereden idrak eylesin?) Çocuk, bu fikir ile evine gelerek sabahlara kadar arabadaki hanımı zihninde bin şekle koymuş ve hiçbirinde gönlündeki arzunun timsalini görememişti.

      Sabah olunca –zatında olan fetanet cihetiyle– kendini toplamaya ve böyle bir gün içinde o kadar senelik mahsuli ömrünü terk ettirecek surette kalbine hücum eden endişeyi bir tarafa atmaya azmeyledi. Evin kapısından çıkışı dahi bu niyetle idi. Hatta yolda Çamlıca tarafına bakmak istemedi. Fakat biçare ne yapsın ki daha arkadaşlariyle Çamlıca’ya gittiği gün harekât-ı ihtiyariyyesinin eceli gelmiş ve belki mezarı orada kazılmıştı.

      İnsan her adımını rnezardan tebaüt için atar. Gene her adımda mezara bir adım daha tekarrüp eder. (Nitekim her nefesini temdid-i hayat için alır. Gene her nefeste hayatından bir nefeslik zaman eksilir.) İşte Ali Bey de o kabilden olarak Çamlıca’dan uzaklaşmak arzusuyla yol değiştirmeye başladı. Fakat her yol değiştirdikçe Çamlıca’ya daha kestirme vasıl olur bir sokağa girerdi.

      Nihayet böyle endişelerde tabiî olan “herçibâdâbât” akibet-i vahimesine ittisalden kurtulamadı. Arabadaki hanımın fikirde hayalini tasvir ile uğraşmaktan ise Çamlıca’da cemalini taharri daha münasip olacağına hükmeyledi. Kaleme Beylerbeyi tariki ve Şirket’in30 mahut “dilenci vapuru”31 ile inmeyi düşünerek yola girdi. Hemen kendini Çamlıca’da buldu. Gûya aradaki mesafe tayyolunmuş veyahut yürüdüğü yollar uykuda geçmiş idi.

      Hicrile çifte nehr-i revan gözlerim

      Ol nev-nihali hayli zaman oldu gözlerim 32

      Heyhat! İnsan için her gün zuhur eden bin türlü âmalin kaçma zafer müyesser olur! Bey, Çamlıca’ya vasıl oldu. Ancak oralarda gözüne tesadüf eden şey, arabadan aldığı işaretin yâd-i hazininden ibaret idi.

      Öyle bir vakitte kalem kimin hatırına gelir? Çeşmenin yanındaki ağacın altında bir sandalyeye oturdu. Biraz vaktini sevdiğini ağyar arasında görmüş âşık gibi beht-i sırf içinde geçirdi. Bir hâlde ki simasındaki renksizliğe, âzasındaki hareketsizliğe bakılsa taş kesilmiş zannolunurdu.

      Ondan sonra birdenbire yüzü kızarmaya, vücudundaki azanın her biri bir başka emele malik imiş gibi ayrı ayrı titremeye başladı. Yerinden fırladı. Yâriyle mev’id-i telakisini geçirmiş âşık gibi şiddetle, sür’atle etrafı dolaştı. Bir hâlde ki çehresindeki hararete, hareketindeki şitaba bakılsa oralara insan kıyafetinde bir yıldırım düşmüş kıyas edilirdi.

      Kendi hâlâ aradığını bulmak ve ondan sonra İstanbul’a inmek hülyasında iken ufuktan doğru Çamlıca üzerlerine bir karanlık çökmeye başlamış idi. Bir karanlık ki her insan için ömründen zaman geçtikçe zuhuru tabii olan perde-i şek gibi ağır ağır gelir fakat dakika be dakika yaklaşırdı.

      Bey ise o karanlığı gördükçe yorgunluktan gözleri kararıyor sanırdı. Akıbet kumru göğsü gibi her renginden nice reng-i diğer tevellüt etmek şanından olan gurup alamâtı görünmeye başladı.

      Ali Bey ise o yaşa gelince hiçbir akşam; bir yerde kalmaya validesini alıştırmamış, sebepsiz bir gün kaleme gitmemek nefsinden sâdır olmamış; hasılı kendi âdetini tabiat-i âlem, kendi fikrini sırf hakikat bilmiş bir çocuk olmak cihetiyle böyle yirmi yıllık bir ömür içinde hiç başına gelmedik bir badireye uğrayınca o kadar telaş eyledi ki hâline bakılsa ölüm derecesine gelmiş bir hastadan fark olunmazdı. İnsan bir garip hayvandır ki her şeye alışır. Her alışmadığı şeyden korkar. Hatta bazı kere o kadar korkar ki mevti (mesela) dünyada en ziyade bekasızlıkla maruf olan ikbalden ayrılmaya bile tercih eder. (Ağleb-i ihtimaldir ki ölüm korkusunun umum nev-i beşere şamil olması da mevtin bir şahsa bir kere geldiği cihetle alışıklığa kabil olmadığındandır.)

      Bey o telaş ile evine gurup ile beraber vasıl oldu ki çehresi gurup üzerinde

Скачать книгу


<p>28</p>

Saat on beşe doğru.

<p>29</p>

Namık Kemal, yazılarında pek az kullandığı konuşma dili tabirlerinden olan bu kelimeyi tırnak içine alarak Arap veya Fars kelimelerinin asıllarını işaret etmekle gösterdiği dikkati bunda da gösterip akla gelebilecek olan karşılıklara evvelden bir cevap vermek istemiş sayılabilir. “Civcivli zaman” bilindiği gibi bir yerin en kalabalık bulunduğu zamandır.

<p>30</p>

Şirket, Boğaziçi’nde vapur işleten Şirket-i Hayriye.

<p>31</p>

Dilenci vapuru, Boğaziçi’nin Rumeli ve Anadolu kıyısı iskelelerine karşılıklı uğrayıp giden vapur seferine halkça takılmış ad.

<p>32</p> Gözlerim ayrılık yüzünden akan çifte nehir oldu.Ben epey zamandır o fidan boyluyu gözleyip dururum.