Bize Göre. Ahmet Haşim

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Bize Göre - Ahmet Haşim страница 3

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Bize Göre - Ahmet Haşim

Скачать книгу

yani kendi esirine müsavi olmak ve benzemek için yaptığı bütün bu mezbûhâne gayretlerin sebebi delilikten başka ne olabilir?

      Altın gözlerin tılsımını ve mercan dudakların ateşini bir kâğıt çantasına, bir mürekkepli kaleme ve bir muşambalı pardösüye değişen asri kadınla beş on dakika, biraz yakından konuşmak, erkekleşme merakının kendisine ne pahalıya oturduğunu anlamaya kâfidir. İş kadını, –yazıhanesine erken gitmeye ve evine geç dönmeye mecbur olduğu için, yıkanmaya ve temizlenmeye hiç vakti olmayan kirli iş adamı gibi– acı acı ter, kepek, yağ ve toprak kokuyor. Lavanta ve pudra; deriden, saçtan dağılan o karışık kokuyu daha iğrenç yapmaktan başka bir şeye yaramıyor.

      Binlerce asırlık erkek medeniyetini anlamak ve benimsemek için işe pek geç koyulan kadın, şimdi müthiş bir sa’ye mahkûmdur. Er geç, dimağ yorgunluğu, dünya yüzünü, saçı vaktinden evvel dökülmüş, cascavlak mütefekkir kadın başlarıyla da dolduracaktır.

      İşte o gün feci intiharın, dünya yüzünden tamamen kalkacağı gündür!

İkdam, nu.11139, 26 Nisan 1928

      Şehir Harici

      Üç dört seneden beri uzak kırlardaki çiftliğinde, arılar, inekler, keçiler ve tavuklardan müteşekkil dost bir hayvan çemberi ortasında yaşayan akil bir dostumu ziyarete gittim.

      Şehirden tamamen uzaklaşan bu dostu, ilk bakışta tanımak müşkül oldu: Saçları vahşi bir inkişaf ile başını sarmış, rengi bakır kırmızılığı almış, dişleri uzamış, lehçesinde çetin sesler peyda olmuştu. Alnında ne hüzünden ne neşeden eser kalmıştı. Tabiat, dostumu temessül etmiş ve onu bir kaya parçasına döndürmüştü.

      Tabiatın insana yapacağı en büyük iyilik, şüphe yok ki, cismi böyle haşin bir zerre ve içindeki ruhu da böyle bir çelik külçesi hâline getirmektir. Şehirlerin sarı derisini, kırların kızıl derisine değişmedikçe, güneşin ve toprağın kardeşi olmak kabil mi?

      Derler ki: Aynı ağaçların, aynı tepelerin ve aynı semaların namütenahi bir tekerrüründen başka bir şey olmayan kır âleminin saadetleri, sırf şairane bir ibda eseridir. Filhakika, yaşama hünerindeki aczi yüzünden, şehirde mesut olamayan şair, Oktruva hududu haricinde bir cennet mevcut olabileceğini zannetmiş ve başkalarını da buna inandırmak için, asırlardan beri manzum sözün telkin kudretinden istiane etmiştir. Bu itibarla şairin kırı, olsa olsa kolay süt, ekmek, peynir ve bal temin eden bir çiftlik olabilir.

      Fakat kır, hakiki kır, sert toprakla sert insanın boğuştuğu âlemdir.

İkdam, nu. 11141, 28 Nisan 1928

      Münekkit 6

      Bir mühendisi, bir şairi, bir doktoru, hatta ismini bile ömrünüzde işitmediğiniz herhangi bir mesleğe mensup birini, hiç anlamadığınız bir işinden dolayı beğenir gibi olunuz. Derhâl bütün faziletler sizindir: Hayırhahsınız, zekisiniz, sevimlisiniz, terbiyelisiniz ilminize, irfanınıza hiç diyecek yok! Ağzınızdan düşürüverdiğiniz küçük ve mürai bir medhe mukabil sırtınıza geçirilen mutantan altın hil’ati bir an için kaybetmek ve yağmur altında bir çıplak gülünçlüğüne düşmek istemiyorsanız, sakın sözünüze en ufak bir kayd-ı ihtiyatının gölgesini düşürmeyiniz.

      İşte rahat yaşamanın düsturu!

      Hâlbuki her fikir otlağından, topal ve yaralı bir hayvan gibi, sopa ile, taşla, tekme ile uzaklaştırılan münekkit, hakikatte, insan zekâsının en müessir hadimlerinden biridir. Müstakbel şafaklara doğru yürüyen mevkibin ta önünde, ümidin bayraklarını dalgalandıran onun koludur.

      Büyük üstadım Gourmont şunu der: Bütün canlı mahlukata nazaran insanın fâikiyetini yapan, istidatlarının tenevvüüdür. En zeki hayvan bir tek şey yapar, fakat onu mükemmel yapar: At, arka ayaklarıyla, Dempsey ve Carpentier’in yumruklarından daha mükemmel çifteler atar; arı, kimyahane fırınlarına, dolaşık inbiklere hiç muhtaç olmaksızın bir Berthelot dehasıyla balını süzer; örümcek, en usta bir dokumacı gibi hevaî tuzağının bitmez tükenmez tellerini örer. Fakat o kadar!

      Hâlbuki bin bir sahaya dağılmış çalışan insan faaliyetinin mahsulleri, bizzarure nakıs ve muvakkattir. Hayvan, gayesine varmış duruyor, insan gayesini hâlâ aramakla meşguldür.

      Herhangi bir sahada insanı artık daha ileriye gitmekten müstağni görenler, bilmeyerek, onu hayvan seviyesine indirmek isteyenlerdir.

      Münekkit ise her beşeri marifetin hâlâ tekemmüle muhtaç olduğunu bağırmakla, her sabah, insana hayvan olmadığını hatırlatıyor.

İkdam, nu.11143, 30 Nisan 1928

      Sinema

      Boş vaktim oldukça sinemaya giderim. Yumuşak bir karanlığa gömülmüş, makinenin hışırtısını dinleyerek cismimin değil, ruhumun bir çetin yol üzerinde mola verdiğini hissederim. Karanlık, ölümün bir cüzzüdür. Onun için dinlendiricidir. Büyük dinlenme, bir zulmet denizine dalıp bir daha ışığa kavuşmamaktan başka nedir?

      Sinemanın diğer bir fazileti de olgun yaşın, kafatası içinde bir deste deve dikeni gibi sert duran acıtıcı mantığı yerine, çocuk safdilliğini ve kolayca aldanış kabiliyetini ikame etmesidir. Rüya âlemi üzerine açılmış sihirli bir pencereyi andıran beyaz perdede koşuşan, dövüşen, düşen kalkan şu ahmak eşhasın tatsız tuhaflıklarından veya kovboy cündîliklerinden ya da harikulade hırsızlık vak’alarından başka türlü tat almak kabil olur muydu? İnsan safvetiyle tagaddi eden sinema edebiyatı, henüz kıymetsiz muharririn işidir. Resmi beyaz perde üzerinde kımıldayan şu rimel ile kirpiğinin her teli bir ok gibi dikilmiş güzel kadının gözünden damla damla akan sahte gözyaşları, zevkini ve akl-i selimini, şapka ve bastonuyla birlikte vestiyere bırakmayan adamı, teessürden değil, ancak can sıkıntısından ağlatabilir.

      Sinema, böyle yormayan masum bir göz eğlencesi olarak kaldıkça, yorgun başın munis bir ilticagâhıdır. Her zevkini kaybetmiş ruhu, çocukluk tazeliğine kavuşturan bu karanlıkta, basit musiki, tatlı bir ninni vazifesini görür. Ben, en güzel ve en dinlendirici uykularımı sinemanın ipek yastıklar gibi başın arkasına yığılan yumuşak karanlıklarına medyunum.

İkdam, nu.11146, 3 Mayıs 1928

      Çingene

      Dün bahar bayramı idi. Yani bayramların en tabiisi! Papatya, gelincik ve bülbül âlemi içinde, hayattan bir günün acılarını unutmak için, bütün şehir halkının şen bir kafile hâlinde döküldükleri yeşil istikametleri takip ederek Kâğıthane Deresi’ne indim. Bu mahzun ve karanlık vadide baharı görmek hayaliyle, tozlu ve dolaşık yollar üzerinde saatlerce taban tepmiş ve ter dökmüş olanların -her sene olduğu gibi- bu sene de kendi safvetlerine acı acı gülümsediklerinden şüphe etmiyorum.

      Benim Kâğıthane’de aramaya gittiğim ne kuş ne de çiçek idi; sırf çingene görmek ve zurna dinlemek iştiyakıyla, şu sonu gelmez bir akşam alacalığının kederine müstağrak olan iki dağ arasına gittim. Çingene, insanın tabiata en yakın kalan güzel bir cinsidir. Zannedilir ki, bu tunç yüzlü ve fağfur dişli kır sakinleri, beşeri şekle istihale etmiş birtakım neşeli yeşil ağaçlardır. Çingene, bizzat bahardır. Çocukluğumda gördüğüm

Скачать книгу


<p>6</p>

Münekkit: Eleştirici, eleştirmen, tenkit yazarı. (Yay. Haz.)