Aşk Politikası. Burhan Cahit Morkaya

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Aşk Politikası - Burhan Cahit Morkaya страница 7

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Aşk Politikası - Burhan Cahit Morkaya

Скачать книгу

tehlikeli iş amca.” dedi. “Dünya cennetinde yaşamadan, cehenneme gitmeye niyetim yok!”

      Eski bekâr, memnun, yalan davayı kazanmış cerbezeli bir avukat gibi pürneşe devam etti:

      “Evlenmek, karpuz seçmek gibidir.

      Dudakların hararetten yanar, için sıcaktan tutuşur, canın serin, leziz bir şey çeker. Bu ihtiyacı yol üstü bir yerden rastgele seçip beğendiğin bir meyve ile teskin et. Fakat dikkat et, bu meyve kabuklu olmasın! Sonra ya kabak çıkar, ya kokmuş. Kadın erkek münasebeti, kesmece pazar usulü olursa baş ağrıtmaz. Fakat dilini tutar, gözünü kapar da alırsan üstünde kalır. Artık Arnavut’un peynir diye sabun alıp yediği gibi, sen de apursa da köpürse de yemeye mecbur kalırsın! Ama diyeceksin ki şimdi, eski usul evlenme yok, görüşme, tanışma, anlaşma var. Var ama; gel gelelim bu kadınların içleri de yüzleri gibi bir kararda, bir renkte durmaz.

      Sabahleyin evden siyah saçlı, kara kaşlı, beyaz yüzlü çıkan kadın kuaföre uğrayınca, evine kızıl saçlı, kumral kaşlı ve hülyalı bir çehre ile dönüyor. Kocaları bile karılarını tanımıyor.

      Yüzlerin böyle kalıptan kalıba girdiği zamanda, gönüllerde neler neler olmaz! Zaten ben sana bir şey söyleyeyim mi, şimdi kadınlar âdeta erkeklere rakip oldular. Eskiden kadın ailenin dahiliye nazırı idi. Şimdiki kadınlar, Sinyor Musolini gibi Hariciye, Harbiye, Ticaret, Maliye nezaretlerini de elimizden aldılar. Eskiden erkeğin geliri, gideri hesabı, kitabı, bilançosu kendine malumdu. Bütçenin amiri, itası kendisi idi. Şimdiki kadınlar, divanı muhasebat gibi her hesabı kontrol ediyorlar. Sen dışarda keyfin için bir masraf yapmak istersen yapamazsın. Divanı muhasebat, hiç olmazsa tahsisatı mesture kabul eder. Bunlar, fasıldan fasıla hesap geçmesine bile müsade etmezler. Ama kendi arzuları için ne maddeleri yıkar, ne fasılları altüst ederler. Yaz gelir, hanıma pilaj takımı lazım olur. O fasılda para yoksa, haydi efendim ev kirası faslına müracaat. Sen artık mal sahibini oyalamak için tatlı tatlı dil dök… Kış gelir, hanımefendiye kürk manto lazım olur. Fasılda para yok, haydi efendim odun kömür faslından nakil. Çünkü amiri ita o!..”

      Garson beşinci, altıncı vermutları getirmişti. Amca bey içtikçe neşeleniyor, neşelendikçe yıllardan beri kafasını dolduran düşünceleri, tıpası çekilmiş bir bostan havuzu gibi boşaltıyordu.

      O akşam Maksim’de arkadaşlarının bir yemeğine davetli olan Necati, kalktı. Mazeretini söyleyerek amcasından müsaade aldı. Delikanlı şapkasını giyerken:

      “Çapkın!” dedi. “Hamdi amca, kim bilir ne kadar eğleneceksin, nasıl Maksim’de güzel parçalar var mı?”

      “Tek tük, sen uğramıyorsun amca.”

      “Bu gece niyetim var. Yemekten sonra şöyle bir uğrarım.”

      Ayrıldılar.

***

      O akşam Maksim’de dört arkadaştılar. Adana taraflarında arazisi günlerce devam eden çifliklere sahip zengin bir babanın oğlu olan Macit, arkadaşlarına veda ziyafeti çekiyordu. Fütürist ve kübik fenerlerle, kolonlarla süslenen barın, cazbanda yakın bir masasını işgal eden dört genç, yemeye rakı ile başladılar. Hepsinin başında yirmi yaşın o deli rüzgârı esiyordu. Kahkahalar birer havai fişek gibi yükselip yükselip barın tavanlarında saklanıyor, öteki masalarda yemek yiyen kadınlı erkekli gruplar, bu neşe ve şetaret saçan, genç, gürbüz arkadaşlara gıpta, haset ve zevkle bakıyorlardı.

      Arkada iki üç masa, ilerde bar artistlerinden ikisi sigara içiyorlardı. Macit onları işaret ederek arkadaşlarına fısıldadı:

      “İster misiniz? Davet edelim, yemeği beraber yeriz.”

      Ziyafet sahibinin bu teklifi, zaten kaplarına sığmayan misafirleri o kadar sevindirdi ki önlerindeki kadehleri bir hamlede boşalttılar.

      “Peki kim yapacak bu daveti?” dedi Macit.

      Sporcu, haşarı şeylerdi. Fakat, bu hayata yeni alışıyorlardı. İçkinin yardımı olmasa, belki bu davetten sıkılacaklardı bile. Fakat damarları gergin bir yay gibi sertleşmiş, başları şeytani düşüncelerle kıvılcımlanmıştı. Küçük bir tereddütten sonra Necati kalktı:

      “Şimdi!” dedi. “Ben yaparım.”

      Ve pişkin, alışkan görünmeye çalışan bir tavırla kadınlara yaklaştı. Eğildi, Fransızca:

      “Matmazeller!” dedi. “Ben ve arkadaşlarım, yemeği beraber yemek için masamıza gelmenizi rica ediyoruz.”

      Yarım saatten beri, genç adamların, çiçekler, içkiler, elektiriklerle süslenmiş şirin ve neşeli masalarını gönülden gelen bir arzu ile benimseyen artistler, daveti hemen kabul ettiler.

      Şimdi masanın etrafı daha genişlemişti. Başgarson sokulmuş yeni emirler bekliyordu, Necati ilk tanışıklığın verdiği salahiyetle, kadınların isimlerini sordu. Arkadaşlarını onlara tanıttı.

      Bunlardan biri, iri yeşil gözlü, kumral saçlı, düzgün vücutlu genç bir Rus; Şura… O kadar tatlı bakışları vardı ki, bu kadar samimi ve munis bakışlı bir kızın bar hayatında nasıl muvaffak olduğuna hayret edilirdi.

      Öteki, Essi isminde bir Macardı.

      Kadınlar birer votka istediler. Necati, yanında oturan Şura’ya hizmet etmeye başlamıştı. İçkiler üzerine konuştular. Sonra mevzu değişti.

      Spordan, modadan bahsettiler. Ve yemeye başladılar.

      Necati, genç kadına, ne zaman İstanbul’a geldiğini sordu.

      Çağla bademi renginde, beline kadar sıkı, alt kısmı gelişigüzel serpilmiş, çok şık bir tuvalet içinde, vücudu bir fildişi gibi görünen genç kadın, kırmızı bir turpu dişlerinin beyazlığında kaybederek cevap verdi:

      “İki hafta… Ve bir ay sonra gideceğim.”

      “Niçin?”

      “Kardeşim Paris’te. Buraya geldiğim zaman mektup aldım. Beni de yanına çağırıyor.” Ve bu vakanın derin, uzun sebepleri, mazisi öldüğünü anlatmak ister gibi, gözlerini uzaklara götürerek yavaşça ilave etti:

      “Hadiseler, inkılaplar bizi rahat bırakmıyor ki!”

      Necati, bu güzel genç kızın, içten gelen şikâyetini deşmek istedi. Fakat o sırada Macit, eline aldığı şarap kadehini kaldırıp onları da beraber içmeye davet etmişti.

      “Bu gecenin şerefine!”

      “Matmazellerin şerefine!”

      İçiyorlardı. Necati, yavaşça Şura’ya eğilerek ilave etti:

      “Saadetiniz şerefine!”

      “Mersi!”

      Artık klasik parçalar bitmiş, cazbant başlamıştı. Necati, ilk dansı Şura’ya teklif etti. Kalktılar.

      Rus kadınlarının gürbüzlüğü ile Çerkez kadınlarının inceliğini, sıhhatli ve narin vücudun de birleştiren genç kız neşelenmişti. Ramona

Скачать книгу