Dünyaya İkinci Geliş yahut İstanbul’da Neler Olmuş. Ахмет Мидхат

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Dünyaya İkinci Geliş yahut İstanbul’da Neler Olmuş - Ахмет Мидхат страница 7

Жанр:
Серия:
Издательство:
Dünyaya İkinci Geliş yahut İstanbul’da Neler Olmuş - Ахмет Мидхат

Скачать книгу

lalacığım!”

      “Hayır deme. Ben seni babanın sevdiğinden ziyade severim. Evladım olsan belki bu kadar sevmezdim.”

      “Allah’a emanet ol lalacığım.”

      “Allah’a sen de emanet ol. Bak beyim! Senin için her fedakârlığı göze aldırabilirim. Yalnız ölmeyi göze aldıramam. Çünkü edeceğim fedakârlıklar senin muhabbetin ile mütelezziz olmak içindir. Öldükten sonra sana olan muhabbetimden ne lezzet alabilirim ki…”

      “Niçin ölesin lalacığım. Beraber yaşayalım.”

      “Öyle ise şu Nergis’ten yüreğini soğut.”

      “İşte yalnız bu mümkün değil. Sana dedim ya! Vallahi canıma kıydığım gündür. Aşk bu lalacığım, benim elimde mi?”

      “Güzel ama beyim Nergis bu dünyada değildir, vallahi değildir, billahi değildir.”

      “Sen bu kızı öldürmedin lala. Beni öldürebilirsen Nergis’i de öldürebilirsin.”

      “Evet! Ben o kızı öldürmedim. Fakat diyorum ya! O da bu dünyada değildir. Sağdır. Ahiret gibi bir yerdedir.”

      Arap’tan bu sözü işitince Osman Bey güya Nergis’i almış da kendi koynuna koymuş kadar sevinip çılgın gibi bir tavırla Arap’ın boğazına sarılıp:

      “Ah lalacığım! Aman! Ocağına düştüm, merhamet et! Nergis’i gönderdiğin ahiret neresi ise beni de oraya gönder.”

      “Sen söylediğim sözü latife mi sanıyorsun? Ben Nergis’i ahirete gönderdim, ahirete beyim ahirete. Orada güneş doğmaz, ay doğmaz. Gökyüzü yoktur, yıldızlar görünmez. Bağ, bahçe, seyr-i seyran yoktur. Işık bile yoktur. O ahiret o kadar korkunç bir ahirettir ki insan kendisinden başka vücut, yüreğinin çarpıntısından başka hareket, ciğerinden çıkan ah, canevinden başka ses seda duymaz.”

      “Razıyım lalacığım razıyım.”

      “Orada bir ana yoktur ki insanı bağrına bassın. Bir baba yoktur ki şefkat nazarını senden ayırmayarak nereye gidersen arkandan gezdirsin. Orası ahirettir dedim beyim ahirettir.”

      “Lala! Ahiret değil hatta ahiretteki gayya kuyusu olsa yine beni oraya göndereceksin. Çünkü ben oraya gitmezsem gerçekten ahirete gideceğimi pekâlâ bilmekteyim.”

      Osman Bey ile Mesut Ağa’nın konuşması bir dereceye vardı ki bir adam orada bulunsa Osman Bey’den ziyade Mesut’un hâline acırdı. Zira Mesut’un Osman Bey’e bakışları aynıyla bir şefkatli babanın gerçekten ahirete gitmek üzere bulunan oğluna bakışı gibi bir bakış olup çocuk ise aşk gayretiyle gönülden ölmeye hazırlanmıştı.

      Lala, “Oraya gidersen bir daha bu dünyaya gelemezsin.” dedi. Osman Bey, “Nergis bu dünyada olmadıktan sonra bu dünya varsın viran kalsın.” cevabını verdi. Lala, “Anandan babandan sonsuza kadar ayrılacaksın.” dedi. Osman Bey, “Benim âlemde varım yoğum, hatta âlem bile Nergis’tir. O nerede ise benim de orada bulunmam en büyük saadet içinde bulunmaktır.” diye karşılık verdi. Nihayet olmadı. Çocuğu dahi ahirete Nergis’in yanına göndermekten başka Mesut için çare kalmadı. Zira bu hâl o şekilde devam edecek olursa Osman Bey’in ölmesi kesindi. Bu ise kendi ölümü kadar kendisi için acı idi.

      Kısacası Mesut Ağa çocuğu ahirete göndereceğini vadederek fakat bu şey hakkında kimseye bir söz söylemeyeceğine dair yemin ettirdi ve akşam saat dört buçuk beşte konaktan hiç kimseye görünmeyerek çıkıp kendi evine gelmesi tembihi ile çocuğu memnun ve sevinçli bir şekilde konağa gönderdi.

      Şimdi okurlardan merhameti galip olanlar der ki çocuk konağa gittiği zaman kim bilir anasına babasına ne nazarla bakardı. Elbette ebedî vedayı ima eder bir nazarla bakardı. Heyhat! Osman gözüne dünya görünmüyor ki bu taraflara fikrini versin? Aşk bu! İnsanın yüreğini nasıl cayır cayır yakar! İhtimal ki zavallı çocuk anasına babasına düşman nazarıyla bile bakmaktadır.

      İşte böyle bir nazar ve hâl ile yatsıdan sonra halkın yatmasına kadar sabredip sonra ihtiyaten yanına yalnız bir süslü hançer alarak lalasının evine can attı. İşte Üsküdar için Osman Bey’in kaybolduğu saat o saat oldu.

      Ertesi sabah Osman beybabasının konağında görülmediği gibi lalasının evinde de bulunmayınca anasının babasının telaşları kâfi idi. Akşam olup da çocuk konağa yine gelmeyince ve ertesi gün dahi izi belli olmayınca telaş ve heyecan arttıkça artıp her tarafta tellallar bağırtılarak yine bir ipucu alınmadıktan ve özellikle Mesut Ağa tarafından yapılan inceden inceye araştırmalar üzerine Osman Bey, falan sabah erkenden iskele kahvesi önlerinde görülmüş ve o gün akşamüzeri Kız Kulesi akıntılarında bir insan leşi balıkçılar tarafından görülmüş olduğu anlaşılıp çocuğun kendisini denize attığına hüküm verildikten sonra artık konak içinde bir vaveyladır koptu. Annesi ile babasının feryadı ve figanları ayyuka çıktı. Konak içinde karalar giyilip haftalarca yas, matem tutuldu. Lakin ne fayda? Her yerde böyle yaslar, matemler tutulur ama biraz vakit sonra meyuslar teselli bulmaya, yavaş yavaş gönül ızdırabı dahi geçmeye başlar, derken yine eğlence demleri gelir. Müteveffayı yalnız geceleri -o da hatırlarına gelirse- anmaya başlarlar.

      Osman Bey’in kayboluşu üzerine uzun kulaktan iki malumat aldık ki bir dereceye kadar dikkate değerdir. Birisi şu ki:

      Osman Bey baba evinden kaybolduktan beş gün sonra bir sabah erkenden Üsküdar Mezarlığı yanında bir ihtiyar Arap karısı ile yanında bir genç kız görülmüş. Oradan geçen iki yeniçeri, genç kıza sataşmak istemişler. Arap kendilerine ilişilmemesini bunlardan ne kadar rica etmiş ise de fayda vermemiş. Kız dahi bir hayli ricada bulunmuş. Yine fayda vermeyince Arap, “Sizi gidi çapkınlar! Ben bir babalı Arap’ım. Size ettiğim rica makbule geçmez ise ikinizin de kanını içebilirim!” diye belinden uzun bir kama çıkarıp yeniçeriler üzerine saldırmış ve yeniçeriler hamamcı olup hamama gitmek üzere bulundukları ve üzerlerinde silah bulunmadığı cihetle kaçmaya mecbur olmuş. Tuhafı şurası ki Arap kamayı çektiği zaman genç kız dahi feracesi altından bir hançer çıkarıp cenge hazırlanmış. Ne ise yeniçerilerin ellerinden kurtularak Selimiye’ye doğru gitmişler.

      Yeniçeriler bu vakayı Toptaşı Hamamı’nda anlatmışlar imiş. Vakanın diğeri ise pek gizli olup onu biz nasılsa keşif yollu öğrenebildik. Şöyle ki:

      Kuzguncuk tarafında bulunan bir bağ içinde bahçıvanlık eder bir Tüysüz Mehmet vardı. Pek de layıkıyla malum değil ama bu bağ, Mesut Ağa’nın malıdır. Tüysüz Mehmet ne olduğu belirsiz bir adamdır, ancak bir rivayete göre Tüysüz Mehmet, Mısır’da kölemen beylerinden birisinin ak ağası iken meğer iktidarsız olmayıp yalnız tüysüz olduğu sonradan bir cariye ile geçen maceradan anlaşılmış olmasıyla Tüysüz güç bela ile başını kurtarıp İstanbul’a can atabildi.

      İşte sözü edilen bağda bir cuma günü Mesut Ağa ile Tüysüz Mehmet arasında şöyle bir konuşma gerçekleşmiştir:

      Mesut: “Nasılsa Osman Bey’i de ahirete gönderdik.”

      Mehmet: “A! İşte buna acıdım.”

      “Ne yapalım. Başka çare bulamadık. Kendisi istedi.”

Скачать книгу