Jön Türk - Millî, İçtimai ve Siyasi Roman. Ахмет Мидхат

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Jön Türk - Millî, İçtimai ve Siyasi Roman - Ахмет Мидхат страница 12

Жанр:
Серия:
Издательство:
Jön Türk - Millî, İçtimai ve Siyasi Roman - Ахмет Мидхат

Скачать книгу

ayaklanılmıyor mu? ‘Kadın’ deyince kızlar dâhil değil midirler? Acayip! Bu ne kadar haksızlık? Bir beyefendi evlenecek. Görücüler gelir. Cariye alacaklarmış gibi kızı uzun uzadıya incelerler. Beğenip beğenmemek aşağılayıcı hakkı bunlarda. İlk incelemede beğenirler ise ikinci incelemede nefesini koklarlar. Gece horlayıp horlamadığını araştırırlar. Bilmem ne, bilmem ne? Sonra da utanmadan çeyizini sorarlar. Babasının servetini sorarlar. Bunlar ne? O biçare kız, varacağı herifi rüyasında bile görmez. ‘Pek alafranga’ diye bazı daha çürük akıllıların ayıplamalarına rağmen damat beyin bir fotoğrafı gösterilirse o!.. Yeni moda, alafranga bir iş olur. Her ciheti kız için bir güne hakaretten ibaret olan düğün yapılır. Sonra kızcağızın dirliği düzenliği kocasının ağzından çıkacak iki kelimeye bağlı kalır: ‘Boş ol!’ Nuri Bey, hâlâ bu fikirde misiniz? Hâlâ bunu medeniyet diye kabul ve tasdik edecek fikirlerde misiniz?”

      “Aman Ceylan Hanım beni korkutuyorsunuz. Çocukça bir heyecanla ‘Avrupa ve Amerika’nın yeni medeniyeti’ diye bir meseleden çıkarımlarda bulunmaya kadar varıyorsunuz ki o yeni medeniyetin mensubu olanlar Avrupa ve Amerika’da bile hâlâ nadirdir. Kadından, erkekten on binde birisi bile o yeni medeniyeti kabul etmiyor. İstanbul’da sizin nazariyelerinize katılanlar nasıl ki nadir iseler Avrupa ve Amerika’da dahi öyledir. Hem onların usul ve görgüleri bize asla kıyas olunamaz iken, hatta birçok derecelere kadar kadınların özgürlüğü onlar için zaruri bir ihtiyaç demek iken bile o tayfanın o derece çoğunluğu teşkil edebilmesine en azından bir asır zaman ister. Bu yüzden siz çocukçasına taşkınlığınızla hakikaten beni korkutuyorsunuz.”

      “Tamam! İşte gönlünüz bu teorilerde benimle beraber olduğu hâlde pratik cihetine gelince böyle yakanızı korkuya kaptırıverdiğiniz için dedim ki: Adam adam içinde bir adamsınız. Bir muammasınız.”

      Şu konuşmanın kimler arasında geçtiğini anladınız mı? Birisi biçare Dilşinas’ın damadı ve zavallı Ahdiye’nin nikâhlısı Nurullah Bey ile “Ceylan” isminde olduğu yine kendi sözlerinden anlaşılan bir hanım kız; gayet Frenk meşrepli bir şey olduğundan “Abdullah” ve “Seyfettin” gibi terkip edilmiş isimleri sevmediği cihetle yalnız “Nuri”

      demekle yetinir. Hatta bir kere Nurullah ile bunun için bir tartışmaya girişmişti.

      Nurullah: “Canım Frenklerde dahi ‘Dieau donne’ ve ‘Dieau la foi’ gibi terkip edilmiş isimler yok mu?”

      “Var ama şimdi bu isimler Frenkler nezdinde de şık sayılmıyorlar.” diye mukabelede bulunmuştu. Bu kesim kızlar ve kadınlar hatta erkekler nezdinde en büyük kanun “şıklık” değil mi ya? Şık olan her şey makbul, şık olmayan her şey ise reddedilmiş olacak ki “modern” yani zamanın yeniliklerine uygun “yeni adam” olabilsin.

      Bu roman başka bir romandır. Bunun başka bir roman olduğunu biz daha evvel haber aldık. Hatırınıza geliyor mu ki Dilşinas Hanım’ın evinde, Ahdiye Hanım’ın kına gecesinde herkes yatağa girdiği ve yatak komşuları arasında bazı sohbetler peyda olduğu zaman bir bilgiç hanım ne demişti? Hatırınızda mı? Demişti ki:

      “Kardeşler! Sizin bilmediğiniz şeyleri de ben biliyorum. Ahdiye ve Nurullah birbirine layık olsunlar, olmasınlar. İş bunda değildir. Bu işin içinde başka bir roman vardır. Âdeta bir roman! O romanın aşk ve muhabbet cihetinden bir kahramanı Nurullah ise de öteki kahramanı Ahdiye değildir. Ondan başka birisidir. Eğer benim bildiklerimi Dilşinas Hanım bilse idi mümkün değil Ahdiye’nin Nurullah ile nikâhına razı olmazdı. O meraklı kadın bilahare kızının başını ateşlere yakmak hususunda zerre kadar bir ihtimalden ürker. Şu dünyada bir Ahdiye!..”

      İşte şimdi anlıyoruz ki romanın öteki kahramanı da Ceylan Hanım imiş. Asıl ismi Ayşe iken Fransızca “biche”9 kelimesinin Türkçesi olarak “Ceylan”ı mahlas edinen bir hanım.

      Bu Ceylan Hanım kim oluyor?

      Romanımız ilerledikçe kim olduğu meydana çıkacaktır. Fakat şimdiki hâlde Nurullah ile olan konuşmasından yukarıda gördüğümüz parça size Ceylan’ın nasıl bir Ceylan olduğunu tanıttıramadı mı? Pek serbest, pek cesur bir kız ha?.. Böyle kızlar şu zamanımızda henüz nadirattandır, hem de pek nadirattan oldukları için biraz şaşırmakta haklısınız. Hikâyemizin vuku zamanı olan 1897 senesinde, yani bundan dokuz sene evvel bu seyreklik daha ziyade idi. Tek tük denilecek kadar azdı. Şu konuşma 1897 senesinde de geçmedi. Ondan önce geçti. Bir sene kadar önce.

      Her şeyde ifrat da fenadır, tefrit de! Kızları esen yellerden esirgemek gayretiyle kafeslerin içinde kanarya kuşu gibi yetiştirmek de tehlikelidir, tabii bir hürriyet ile başıboş gezen sakalar, isketeler, ispinozlar gibi bırakmak da. Bu tabii serbestlik hâlinde gezip yaşayan kuşlar da gerçi türlü türlü tehlikelere maruzdurlar. Kendilerinden daha kuvvetlileri elinde zayıf ve perişan kalırlar. Fakat kafesteki kanarya bir an için kapısını açık bulur da karşıdaki ağacın dalına kadar gidip konar ise en aciz, en miskin kuşların taarruzlarından bile kendisini müdafaa edemez. Şu kadar ki kanaryamızı eğiteceğiz, kendi kendisini müdafaaya muktedir olmak için cesaretlendireceğiz diye asli ve tabii ölçüsünden çıkaracak olursak gerçi bir zamana kadar bu sevimli kanaryayı bir atmaca olmuş batıl zannına düşer isek de o her hâlde nazik bir kanarya olmak tabiatından harice çıkamamış olduğundan “Ben bir atmacayım!” cesaretiyle saldırdığı kuşlar pençesinde yine perişan olur ve tabii istidat haricine çıkmış olmak gayretiyle saldırdığı için duçar olduğu felaketine acıyanlardan ziyade gülenler hak kazanır.

      Konuşmada elbette dikkat buyrulmuştur ki Ceylan Hanım kendi minimini felsefesinin esasını Avrupa’dan almış ama bazı cihetlerini eksik almış. Hele bazı cihetlerini lüzumundan pek çok fazla almış. Öyle garip bir surette ki Avrupa’da kendisine denk olabilecek sınıfın içinde bulunsa eksik almış olduğu cihetlerinden dolayı, kendisinin Nurullah Bey’e isnat ettiği mıymıntılığı kendine isnat ederlerdi. Lüzumundan fazla almış olduğu cihetlere gelindiği zaman dahi “Aman bu Türk kızı ne başı açık şey! Ne cüretli şey! Bu, kız değil âdeta bir delikanlı. Hem de cüretini korkusuzluk derecelerine vardırmış en tehlikeli bir delikanlı!” diye Avrupalı kızlar dahi Ceylan’ın yanından kaçarlardı.

      Romanımızın ilerilerinde Ceylan Hanım’ın gerçekten yakınlaşması, ne kadar tehlikeli bir mahluk olduğunu meydana koyacak türlü hâller görülecektir. O kadar acayip ve garip hâller ki kadın ve erkek okuyucularımızdan birtakımı ihtimal ki bu hâllerin sükût perdesi ile gizlenmesinin daha münasip olacağı fikrinde bulunacaklardır. Hayır!

      Bu zararlı ve tehlikeli felsefe bizde henüz mevcut olmamış bulunsa idi gizlenmesinde ve saklanmasında belki bir fayda, bir geçici kazanç beklenebilirdi. Ama Ceylan bu sınıf içinde bir misli daha bulunmayan hayret uyandıran nadir insanlardan olduktan sonra ondan biraz noksan sayılacaklar birkaça ve biraz daha ehven olanlar daha ziyadeye ulaşırlar. Nihayet gittikçe felsefelerinin tehlikesi azala azala “şık hanımlar” sınıfına kadar varıldığı zaman ne kadar çoğaldıkları görülür. Bunların başta gelenleri, Ceylan gibi Avrupa’nın kadın meselelerine dair olan yayınlarını okudukları gibi kadınların özgürlüğünden yararlanan birçok erkek dahi o özgürlük düşkünü kadın okuyuculara yardım ederler. Okudukları şeylerin neticelerinden onları haberdar ederler. Kadın cinsine karşı bu hürriyetçi tavırda bulunmayı da bir şıklık sayarlar. Dolayısıyla bu hakikatleri onlardan gizlemeye çalışmak bir istibdat yönetiminin hürriyet çehresini halkın bakışlarından gizlemesine benzer ki mümkün

Скачать книгу


<p>9</p>

Dişi ceylan. (s.n.)