Taaffüf. Ахмет Мидхат

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Taaffüf - Ахмет Мидхат страница 6

Жанр:
Серия:
Издательство:
Taaffüf - Ахмет Мидхат

Скачать книгу

aşağıda ise de heves bu ya… Daniş Bey gayet gururlu bir adam. Aslında bu arzusunu hangi makama anlatsa derhâl arzusunun yerine getirilmesi için hiç bir mâni, hiç bir zorluk yok idiyse de: “Bu unvana heveskâr olduğum anlaşılacak olursa beni küçümserler.” düşüncesi buna da mâni oluyordu.

      Adam milyonlarca servete sahip olan ve kendisini her şekilde bahtiyar bulan Daniş Bey, sadece şu unvan cihetindeki bahtsızlığından dolayı feleğe küserek en sonunda sahip olduğu mühim bir mutasarrıflıktan istifa ile tekaüt, yani emekli olmuştur.

      Ama bu tekaüt kelimesine bugün verilen mana o zaman verilemezdi. O zamanlar Mülkiye Tekaüt Nizamnamesi henüz düzenlenmemişti. Zaten Daniş Bey’in emeklilik maaşına ihtiyacı da yok ya. O zamanlar memuriyetlerde her ne suretle olursa olsun mal mülk sahibi olanlar, kendi istekleriyle emekliye ayrıldıkları gibi servet ve zenginliği kendisine hiç yüz karası getirmeyecek olan Daniş Bey’in bu emekli olmasına hayret bile edilemezdi. Hazır söz sırası gelmişken büyük bir teşekkürle hatırlatmalıyız ki idari, adli ve diğer memurların emekli sandığının ve nizamnamesinin tesisi hükümet tarafından yeniden düzenlenmiş ve memurlar birçok sıkıntıdan kurtulmuşlardır.

      Yukarıda bir münasebet düşerek Daniş Bey’in kendisini her cihetle bahtiyar gördüğünü söylemiştik. Bu söz pek de tamamıyla doğru bir söz değildir. Her cihetle bahtiyar olabilmek bu dünyada hiçbir kimseye nasip olamaz. Gerçi servet ve zenginlik cihetinden bu adamın kısmeti pek büyüktü. Hatta İstanbul’a geldikten sonra bile Girit’te varisi olduğu gayet yaşlı bir halasının da sekiz on bin kese akçelik mirasına da nail oluvermiştir. Ancak talihsizliği yalnız paşalık unvanına nail olamamaktan da ibaret kalmamıştı. Bu adamın üç dört çocuğu olduğu hâlde, hiçbirisi bir yıldan fazla hayatta kalamaması da onun bedbahtsızlıklarından birisiydi. Nihayet emekliliğinden sonra doğmuş olan kızı Saniha Hanım bir yaşını tamamladığı zaman Daniş Bey, bundan ziyadesiyle memnun oldu. Ziyafetler çekti. Âdeta düğünler bayramlar etti. Hatta o zamanlar İstanbul’da bir ev tedarikine lüzum dahi görmeyerek:

      “Zaten memuriyetten memuriyete geziyorum. Çoluğum çocuğum da yok ki! Bir köroğlu bir ayvaz.” demekteyken Saniha’nın bir yaşını geçmesi üzerine artık bu çocuğun ölmeyeceğine kim bilir ne gibi bir düşünce ile kalbine bir kuvvet geldi. Konağı yaptırmaya başladı. İşte ziyaret ettiğimiz ve ilk ziyarette o acayip hâllerle karşılaştığımız konak Daniş Bey’in ilk defa inşa ettirdiği bir konaktır.

      Bu konağın ne derecelerde ihtimamla bina olunduğunu da merdivenlerini gördüğümüz zaman anlamıştık. O zamanın parasıyla, o zamanın tabiriyle bu inşaata tam bin beş yüz kese akçe gitmiş. Bugünkü akçe ve tabir ile yedi bin beş yüz lira eder. İç taksimatı yirmi kadar oda ve salondan ibaret ufak bir şey ama bina ve inşası gayet ihtimamlı. Hemen bir o kadar para dahi mefruşatına gitmiş. Biz bu konağın yalnız bir odasını gördük: “Hanımın iş odası” denilen kitap ve yazı odasını. Hâlbuki diğer oda ve salonlar dahi yine buna münasip tefriş edilmişler. Gerçi bundan evvelki kısmımızda bu intizamı Saniha Hanım’a isnat etmiş olmamız ile şimdi şu ihbarımızı verirken ilk bakışta tenakuz görünüyorsa da hakikatte pek de bir tenakuz. Konağı Daniş Bey yaptırmış, Daniş Bey tefriş ettirmiş, ama ondan sonra o intizamı bozmayan ve muhafaza edip arttıran Saniha Hanım’dır. Mevcudun asıl orijinal hâllerini değiştirmek insanın fıtratının gereğidir. Değiştirilmesi esnasında iyileri fenalarla değiştirmek ekseriyetle görüldüğü hâlde, Saniha Hanım’ın zevki ne kadar mükemmel olmalıdır ki ziynet ve intizam azalmayıp ziyadeleşsin.

      Sözümüz Saniha Hanım’a intikal etti. Öyleyse bu bahsi genişletelim:

      Saniha, Daniş Bey’in ilk yaşayan çocuğu demedik mi? Adamcağızın ondan sonra artık evladı doğmadı. Bu çocuk dünyada bir tanecik gözünün nuru hükmünü aldı. Başka işi gücü kalmamış olan Daniş Bey Saniha’nın üzerine tir tir titriyor. Onu esen yellerden esirgiyor. Kendisi artık yaşını başını almaya başlamıştı. Vücudunda hissetmekte olduğu yellerden, romatizmalardan ve oburlukla işret ve eğlence belasının mahsulatı olan mide rahatsızlıklarından, falanlardan dolayı doktorlara muayene olma ve tıbbi tedbirlere sık sık ihtiyaç görmüştür. Bir tanecik sevgili kızının sıhhatinin korunması için dahi devamlı olarak tıbbi tedbirlere ve ilaçlara ihtiyacı vardı. Dolayısıyla Doktor Fratenberg namında bir tabibi maaş ile evine tayin edip bir odasına yerleştirdi.

      Hikâyemizde Doktor Fratenberg mühim şahıslardandır. Dolayısıyla bu zat ile tanışmamızı ve dostluğumuzu artırmalıyız. Kendisi Fransa’nın eski Alsace vilayeti ahalisindendir ki 1771 muharebesinden sonra malum vilayet Almanya’ya bağlanmıştır. Doktorun isminden de anlaşılacağı gibi, malum vilayetin ahalisi Fransızlıktan ziyade Alman kavmine mensuptur. Doktorun ana lisanı Almanca ise de zikredilen ahali Fransız lisanına da vakıftır. Özellikle tıp ilmini Fransız mekteplerinde tahsil etmiş olduğundan Fransızcası da pek mükemmeldir. Şu kadar var ki Cermen neslindeki hususi kabiliyetleri gereğince o zamanki telaffuzunda “j” harflerini “ş” harfi gibi telaffuzdan ibaret bir gariplik vardı. Bu adam yalnız tabip diye telakki olunmamalıdır. “Hakîm” kelimesinin gerçek manası gereğince hikmet sahibi bir adamdır. Da-niş Bey’in bahtı hakikaten yaver imiş ki evine tabip olarak bu adamı tayin etmiştir. Zira gerek kendisinin, gerek kızının ve hatta zevcesinin hayatı için bu kadar meraklı, bu kadar korkak olan Daniş Bey, eğer meşhur Moliere gibi bir hastalığa düşmüş olsaydı şimdiye kadar çoktan beri ailesiyle birlikte öbür dünyaya göçerdi. İlaç ve tedavi merakı ne tehlikeli şeydir. Boşuna eczacılara “farmasyen” dememişler. Yunan lisanında bu kelime “zehirci” anlamında kullanılmaktadır. Avam lisanına da şöyle geçmiştir: “Bilmem kimden vefa, zehirden şifa.” Söz sözü açıyor. Lakin bu şekilde açılan sözleri uzatmamak gerekiyor ama ne yapalım. Malum ya! Mesleğimiz ve memuriyetimiz gereğince daima tıbbiyeliler arasında bulunuyoruz. Bu dostlarımızdan birisi vardır ki tedavi için kendisine bir dost müracaat ettiği zaman bir tabibe lazım gelen dikkat ve ihtimamdan kusur etmeksizin muayenesini icra edip reçetesini yazar ve ondan sonra:

      “Hastalığınız falanca hastalıktır. Tıp ilminin o hastalığa karşı tayin ettiği deva dahi işte bu reçetede yazdığım devadır. İşte tabip kendi vazifesini ifa eyledi. Şimdi bir de dost vazifesi kaldı. İşbu dost sıfatıyla dahi size derim ki bu ilacı almayınız. Birkaç gün evinizde istirahat ediniz. Perhiz yapınız, yine iyi olursunuz.” diye tabipliğinin tedavisine ek olarak bir de dostça bir nasihat verir. Ama her hastaya, her hastalığı göre değil ha! Bazı hastalıklar vardır ki onların devası çok gereklidir. O devaya müracaat edilmezse kurtulmak mümkün değildir. Ölüm tehlikesi bile hemen hemen mümkündür. Bu iki nevi hastalığın farkını bilip hem tabiplik hem de hâkimane hareket eden zatlar, asıl şifa kaynağıdırlar.

      İşte Daniş Bey’in Doktor Fratenberg’i dahi böyle birçok güzel hasleti de olan gerçek bir adamdı. Bizim dostumuz olan tabip gibi yazdığı ilacın kullanılmamasını tavsiye etmezdi. Zira Daniş Bey gibi meraklıların bu yoldaki nasihatlere rağbet etmeyeceklerini bilirdi. Konakta bir de mükemmel eczane var. Boşuna mı sayılsın? Doktor Fratenberg her haber verilen hastalıklara bir de ilaç verirdi. Ama ne ilaç… Verilip verilmemesi arasında pek de fark olmayan tesirsiz şeylerden ibaret. Çoğunlukla da kendisini ferahlandıran ilaçlardı. Dolayısıyla bu ilaçları alanlar, onların tesiriyle değil, belki de buna tam kanaat etmeleriyle şifa bulurlardı.

      Bizim Doktor Fratenberg’in ev içindeki vazifesi mini mini olan Saniha’nın sıhhatine sürekli nezaretten ibaret idiyse de filozof doktor bu vazifeyi ifadan ziyade çocuk dadılığı ediyordu denilse şaşılamaz. Kendisi hiç evlenmemiş, hiç çocuk

Скачать книгу