Bir Kucak Çiçek. Мемдух Шевкет Эсендал

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Bir Kucak Çiçek - Мемдух Шевкет Эсендал страница 6

Bir Kucak Çiçek - Мемдух Шевкет Эсендал

Скачать книгу

style="font-size:15px;">      Selime’nin sesi:

      “Hay kör olası, dağların şenliği, bak şimdi başhemşire hanımın saksısını devirdi. Yarın sen görürsün…”

      Bu arada aşağıdan kapıcının sesi, gece nöbetçisine çıkışıyor:

      “Ulan, kulağına zift mi döktüler… Kapıyı duymuyor musun?”

      Homurtular! Kapı açıldı. Anlaşılmaz sesler. Merdiven başından ebe, aşağıya seslendi:

      “Ne olmuş?”

      Aşağıdan bir şeyler dedilerse de, uykusu açılmış olan nöbetçi hekim anlayamadı. Ebe hanım da anlayamamış olmalıdır ki, terliklerini şakırdatarak indi.

      Hekim, ebenin kendi odasına geleceğini sandıysa da doğru çıkmadı. Ebe kapıya iniyor. Arkasından hademelerden biri de indi. Biraz sessizlik. Sonra konuşmalar. Daha sonra gürültü. Gecenin sessizliğini bozan bu gürültülü konuşmaların uğultusu yukarı katlara genişleyerek, sağırlaşarak çıkmaya başladı.

      “Sağdan oğlum, tut, bırakma!”

      “Dönme, dur. Düşüreceksin!”

      “İtme ayol! Sıkıştım, görmüyor musun? Barsaklarım dökülecek.”

      “Sen çekil, ilişme!”

      “Hadi, kaldır.”

      Doktor dayanamadı. Yataktan fırlayıp koridora çıktı.

      Hasta gelmiş. Sedyeyle apartmanın dar, dolambaçlı merdivenlerinden çıkarmaya çalışıyorlar. Üç hademe, ebe, hasta bakıcı merdivenin orta sahanlığında sıkışmışlar, sedyeyi çevirmeye çalışıyorlar.

      Köşeye sıkışmış olan ebe hanım, hekimi görünce;

      “Böylesine hiçbir yerde rastlamadım doğrusu.” dedi. “Burası hastane değil, minare merdiveni! Her işin üstüne hademelik de bize kaldı! Kaçacağım, tövbeler olsun, bir fırsatını bulayım!” diye ağız yaptı.

      Hekimden de bir karşılık bekledi.

      Doktor, gürültüyü artırmamak için sesini çıkarmadı. Biraz sonra sedye yukarı çıkarılıp koridora konuldu.

      Hademeler, saçları dağınık, göğüsleri açık, uzun uçkurlu donlarıyla sersemce durmuş bakışıyorlardı.

      Ebe hanım, iğrenmiş gibi yüzünü buruşturdu. Selim, yılışık yılışık sırıttı. Yüzünde, zor bir işi başarmış adamın sevinci vardı. Merdiven başındaki koğuşun açık duran kapısından hastalar başlarını uzatıp koridordakilere, yerde duran sedyeye bakıyorlar. Hekim, hademeleri aşağıya yolladı, sonra ebeden sordu:

      “Neymiş?”

      “Bilmiyorum, daha sormadım.”

      Koridorun kapısında duran yabancı bir adam, elinde tuttuğu şapkayı birkaç kere çevirdikten sonra;

      “Sancılandı, doktor bey.” dedi. “Sonra da kan boşandı.”

      Hekim, hastanın üstündeki örtüyü açtı. Genç denecek yaşlarda bir kadın. Solmuş. Çukura batmış, yarı açık duran gözleriyle doktorun yüzüne baktı. Çamaşırı ile yarı açık duran bacakları kan içindeydi.

      Doktor;

      “Ne zaman oldu?” diye sordu.

      “Dünden beri kanıyormuş. Geçer diye beklemişler; hasta kendinden geçmiş.”

      Burada her gün bir örneğine rasgelinen bir düşük olayı! Mahallenin, çocuk düşüre düşüre bilirkişilik kazanmış kadınları bu gençlere akıl verir, ilaç yapar, tedaviye kalkarlar. Bu toy genç kızlar da böyle kanlar içinde kalır, bazıları da ölürler. Ölmeyenleri de sakat kalır. Sorulunca da su taşıdı, rüyasında korktu, sandık kaldırdı gibi bir sürü yalan hazırdır.

      Doktor;

      “Gürültü etmeden hastayı masaya kaldırın, aletler hazır olunca bana haber verin.” dedi. Odasına girdi.

      Hava sıkıntılı. Pencereyi açtı, bir cıgara yaktı.

      Ne kadar alışılsa da düzensizlik insana üzüntü, yüreğe darlık verir. Bu apartman, bu dar merdivenler, dar kapılar, bu hademeler, bu hasta bakıcılarla; bu hastane burada kaldıkça her şey düzgün olsun, gürültü olmasın, kimse uyanmasın diye çalışmak boşunadır. Burada çalışmayı göze alanlar, bu düzensizliğe alışacaklardır. Hekim, “Ben de artık alıştım.” diye düşündü.

      Biraz sonra kapı vuruldu. Hastayı hazırlamışlar. Doktor öteki odaya geçti, hastayla meşgul oldu.

      Kadın o kadar kan kaybetmiş ki az daha ölecekmiş. Ameliyatın acısını bile duymuyor. Doktor, “Olsa da bu zavallıya hiç olmazsa bir şişe kan verilse.” diye düşündü. Ne gezer!

      Ebe hanım, doktorun yanında hem ışık tutuyor, hem de söyleniyor.

      “Başhemşire hanımın büyük saksısını kırdılar. Serin olur diye, merdiven başına koydurmuştu. Mustafa çarpmış. Yarın kıyametler kopar. Ben aşağı inmeseydim, Allah bilir, hastanın da bir yerini kırarlardı.”

      Hekim kısaca;

      “Haklısınız.” dedi. Söz kesildi.

      İş bitti. Hastayı yatağa aldılar. Hekim, odasına girdi. Ebe hanımla hasta bakıcılar da odalarına gittiler. Sessizlik odayı kapladı.

      Ertesi gün, doktor, başhekime gece geçen gürültüyü anlattı.

      Başhekim, okuduğu gazetenin arkasından;

      “Öyledir efendim.” dedi. “Bunlar olağandır, alışmalı!..”

      Hekimden önce de başhemşire işi başhekime anlatmış; büyük saksısını kırdıklarını da idare müdürüne anlatmaya koyuldu.

      İdare müdürü dedi ki:

      “Hastaneye hasta gelmiş de, merdiven darmış da saksı kırılmış… Küp kırığı, pabuç eskisi! Ben başhekim olsaydım seni odadan kovardım. Dua et ki sesini çıkarmamış!”

Eylül 1945

      GEÇMİŞ GÜNLER

      Bir aralık, birçoklarını ilgilendirmeye, boş yere umutlara düşürmeye başlayan bir iç politika dedikodusunu önleyip arkadaşları yatıştırmak için Sadrazam Paşa’nın konaklarında yapılan bir toplantıdan sonra, o toplantıda bulunanlar akşam yemeğine de alıkonulmuşlardı.

      Nazırlardan hemen hepsi, merkez azaları, âyandan birkaç kişi, mebusların hatırlıları ile ateşlilerden kalburüstüne gelenleri oradaydılar.

      Yemeği, selamlık dairesinin üst katındaki yemek salonunda

Скачать книгу