Hava Parası. Мемдух Шевкет Эсендал

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Hava Parası - Мемдух Шевкет Эсендал страница 6

Hava Parası - Мемдух Шевкет Эсендал

Скачать книгу

gelip gideni çoğalıp da kapısının önünde arabaların sayıları arttıkça, dışarı salonda da bu Münire Hanım gibi bir kadın daha peyda oldu. Bu da eski vezirlerden birinin kızı, asker paşalardan birinin karısı olan Seniye Hanımefendi’dir.

      Gençliğinde Cavide’nin anasını tanırdı. Uzaktan bir tanışmış! Cavide’nin adı duyulmaya başlayınca onunla tanışmaya bir yol aradı. Rahmetli anası ile pek yakından tanışmış, sevişmiş oldukları sözleri kulağına geldi.

      Bu Hanımefendi Cihangir’de bir eski konakta oğlu Fazlı Bey’in yanında oturuyor, yazları da Feneryolu’nda kızı Calibe Hanımefendi’nin köşküne gidiyor.

      Bu Hanımefendi’nin kocası öldükten sonra babadan, kocadan her ne kalmış ise satıp savup yiyerek evini bozmamış, çocuklarını yetiştirmişti. Şimdi parası kalmadığından para kızlarının, gelinlerinin elinde bulunuyor; Seniye Hanımefendi işi idare edip dışardan kendisine saygı bulamazsa, evde Mahinur Kalfa’dan farksız olacağını görüyordu.

      O günlerde Cavide gibi salon açmış kadınlar seyrek olduğu için göze çarpıyordu.

      Seniye Hanımefendi Cavide ile tanışınca, onu, anasına pek benzetti. Temkinlice bir-iki damla da ağladı. Hiçbir şey söylemedi ise de bu kızın analığını üstüne almış oldu. Bundan sonra Cavide’nin salonu, Seniye Hanımefendi’nin kanadı altında idi.

      Doğrusu da bu, Hanımefendi aklı ile, idaresi ile, bu takım insanlar arasında iyi tanınmış olması ile, eski hotozlu kibar giyinişi, parmağındaki zümrüt yüzüğü ile bu salonda herkesin saygı gösterdiği bir varlıktı. Buraya uğrayan nazırlar elini öpüyorlardı. Alaman subayları onu görmeye geliyorlardı. Kimseye değerinden fazla yüz göstermiyor, konuşmayı biliyordu…

      Her perşembe günü Cavide arabasını yollayıp onu aldırıyor, yavaş yavaş yürüyerek, ayakları ağrıdığı için elinde taşıdığı abanoz oyma bastonuna dayanarak gelip, salonda kendi koltuğuna oturuyordu.

      Seniye Hanımefendi gençliğinde orta boylu, sevimli bir hanımmış. Yaşlanmış, biraz da etlenmiş olduğundan boyu kısaca görünüyor. Eski kumaşlardan düz bir entari giyiyor, beline de sırma dokunmuş, sırma püsküllü bir kuşak bağlıyordu. Yanına gidenler hafif bir mis kokusu duyuyorlardı.

      Kızları, gelinleri onun yanında çok hafif kaldıklarını görerek kıskandıkları için, biraz da Cavide için dedikodu çıkararak öç almış oluyorlardı.

      Bu iki kadın; içerden Münire Hanım, dışardan Seniye Hanımefendi, Cavide’nin evini onun istediğinden daha çok düzgün, daha çok olgunlukla yürütmeye başladılar. Bu yıllar 1915-16 yılları idi. Nazif’in işleri her gün biraz daha gelişiyordu. Apartman dar geldi. Daha önce de yazdığımız gibi, konağa taşındılar. İki yıl, her gün biraz daha gelişerek, bu toplantılar yaşandıktan sonra 1918’lerde bir yorgunluk gelir gibi oldu. Buraya gelip giden birtakım hükümet adamları ortadan silindiler. İstanbul’un birçok evi yas içinde kaldı. Tevelioğlu’nun evinde hiçbir şey değişmemiş gibi davranıldı ise de yorgunluğa benzer bir tatsızlık çöktü. İşte Murat Ali’nin bu eve gelişi bu günlerde olmuştur.

Nasıl Karşıladılar?

      Kendilerine bir ev kurup bu sonu bilinmeyen beklemekten kurtulmak isteyen kızlarla, bu kızların anaları, evlenebilecek çağa gelmiş delikanlıları gözden kaçırmazlar. Böyle evlenmeye elverişli gençler de çokçası böyle tanıdık, eş dost arasında aranır.

      Bunun için daha ilk gelişlerinde doktor birtakım kız analarının gözlerine çarptı. Bunların içinde biri ertesi hafta çayında kızını da birlikte getirdi. Saadet adındaki bu kız da doktora sokulganlık gösterdi.

      Bir başka hanım da bu doktorun kimin nesi olduğunu Cavide’den sordu. Cavide de kocasından sordu. Kocası da bildiği kadar söyledi. Daha sonra bu Saadet Hanım’la anası, sokulganlıklarını artırdılar. Doktoru evlerine çağırdılar. Geceleri alıp Şehir Tiyatrosu’na, sinemalara götürdüler. Ötede beride kızın anası;

      “Çok ağırbaşlı, terbiyeli bir çocuk. Doğrusu, çocuğum da olsa bu kadar severdim.” dedi.

      Bu söze bakarak her yerde Murat Ali’nin bu kızı alacağı sanıldı. Başka kızlar da uzak durur gibi oldular; ama Murat Ali kıza açılmamış, sıkı arkadaşlığa yanaşmamış. Görüşmek, konuşmak iyi; o kadar. Sevmek, evlenmek sözleri yok! Bir tutkunluk, manasız sözler, şairleşiş. Hiç böyle şeyler yok!

      Kız ağzını arayacak olmuş, “Evlenmek kim, biz kim…” diyormuş.

      Kızın babası sabırsızlık edip araya bir adam koyacak, Murat Ali’ye soracak olmuş. Eğer kızı alacak olursa, bir işe girmesi için de yardım edeceğini duyurmuş. Murat Ali bu alışverişe sokulmamış.

      Kızın anası, kocasının, böyle araya başka adam koyup oğlanın armut gibi boğazına tıkılmasının işi bozduğunu söylemiş.

      “Saadet pekâlâ onu yola getiriyordu. Genç adam dayanabilir mi, elbette yola gelirdi.”

      Bu hanım belki doğru düşünüyordu; ama Freda ile Pigmalyon gibi iki güzel kadın arasında kalmış olan doktorun, baş döndürücü kadın isteği kalmıyordu. Ayrıca Saadet Hanım da yaradılıştan cılız bir kızdı. Bir de sanki pek şişman bir şeymiş gibi zayıflamak hastalığına tutulmuştu. Yalnız ne var ki iyi bir kızdı, kocaya varmak istiyordu.

      Olmadı. Kızın babası haber yollayınca, Murat Ali biraz daha çekingen davranmanın elverişli olacağını kestirdi. Başkaları da bu soğukluğun farkına vardılar. Bu sefer onlar doktora sokuldular. Alamanya’da okumuş bir iktisat doktoru, kolayca bulunur bir güvey değildir. Buraların kızları, bu yurda göre ucuza geçinir takımından değildirler. Herkes de Tevelioğlu gibi güvey bulamaz ama eh, hiç olmazsa hatırlıca bir memur olmalı! Doktor Murat Ali, şimdilik bir şey değilse de ortalığın bu karışıklığından yarın nasıl olsa bir işin başına getirilecek. Bundan da başka kadınlar onun yüzüne evlenecek, karısına boyun eğecek, uslu bir koca olacak adam damgasının vurulmuş olduğunu görüyorlardı.

      Freda ile Pigmalyon olmasa, böyle de olacak idi, denilebilir!

      Doktoru yalnız Saadet Hanım değil, başka kızlar da denediler. “Belki Saadet’i sevmemiştir. Doğrusu da sevilecek bir kız değildir. Belki onunla kaynaşmayan bizimle kaynaşır.” dediler. Kendilerini ona beğendirmek için ellerinden geleni yaptılar. Ağır, hülyalı göründüler. Şairleştiler. Şen, şakrak oldular, filozoflaştılar, iktisatçılığa bile ilgi gösterenleri oldu. Hiçbiri tutmadı.

      Bunlar dört-beş kız idiler. Çoğu da Cavide gibi Fransız kız okulunu, yahut Amerikan kolejini, yahut Alaman kız okulunu bitirmişlerdi.

      İstanbul’un en yüksek tabakasının kızları. Çoğu da kocaya varmak yaşını geciktirmiş değiller. Ancak kız olup da koca beklemek de kolay olmadığı için, karşılarına çıkan her genci tartmayı, denemeyi doğru buluyorlardı. Bunun için doktorun Saadet Hanım’la arası açıldıktan sonra, eskiden adı Nermiye olup da şimdi Necla diye çağırılan bir kız ortaya çıktı. Birkaç hafta o da kendini denedi. Yaradılışı daha şık olan bu kız sanıyordu ki kadınlar isterlerse erkeklerin baştan çıkmayanı olmaz. Bunun için doktorun baştan çıkacağına,

Скачать книгу