Kayıp Kuşlar Sahili. Emin Göncüoğlu

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kayıp Kuşlar Sahili - Emin Göncüoğlu страница 6

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Kayıp Kuşlar Sahili - Emin Göncüoğlu

Скачать книгу

üstünde zıplayarak gidip geliyordu.

      Site yöneticimiz Hayri Bey, Emekli Öğretmen Muzaffer Bey, Müteahhit Mehmet Bey, Emekli Hâkim Raşit Bey ve Almanya’da işçi olarak çalışan Nurettin Bey’le denizden çıkmış, konuşarak, duşlara doğru ağır ağır geliyorlardı.

      Çimenlerin üstünde oynayan çocukları, çoğu tanıdık, şezlonglarında güneşlenenleri, ağaçların gölgesindeki masalarda oyun oynayıp çene çalanları, bahçenin köşesine kurduğu ocaktan insanlara çay yetiştirmeye çalışan Nazmi’nin karısı Şerife’yi, onun berisindeki, etrafı açık bez çadırın altında hamur açıp peynirli, patatesli gözleme pişiren, neredeyse seksenine dayanmış ama çalışmaktan ve hayattan vazgeçmeye niyeti olmayan, Nezire Nine’yi ve gözlemelerinin pişmesini sabırsızlıkla bekleyenleri izledim.

      Esma balkona yanıma gelince, ilgisizce ona baktım. Sabaha göre daha iyi görünüyordu. Geçip karşımdaki sandalyeye oturdu. Bir müddet hiçbir şey konuşmadan birlikte izledik çevreyi. Böyle sessiz ve sakinmiş gibi görünsek de zihnimizin içi fokur fokur kaynıyordu.

      Nezire Nine’nin pişirdiği gözleme kokuları, denizden esen nemli ve yosun kokulu rüzgâra karışarak burnuma kadar geliyor, öğlenden beri hiçbir şey yemediğim için açlığımı tahrik ediyordu.

      “Ne zaman geldin?” dedi Esma sorgulayıcı bakışlarını yüzümde gezdirerek.

      “Bir saatten fazla oldu.”

      “Kasaba sıcak mı?” dedi öylesine laf olsun diye.

      “Burası gibi…”

      “Ya Reha?” dedi esas duymak istediklerini sabırsızlıkla beklerken.

      Ne desem ki? Şerife yaşından ve kilosundan beklenmeyecek bir çeviklikle elindeki küçük tepsinin içinde isteyenlere çay götürüyor, boşalan bardakları çay ocağının yanındaki evyenin içinde deterjanlayıp özenle yıkıyordu.

      Akşam güneşi arkadaki tepelerin gerisine iyice kayınca, önümüzdeki denizde, sitelerin önünde uzanan süslü bahçelerdeki ağaçlarda, çiçeklerde, çimenlerde ve insanların üstünde huzurlu bir gölge belirmişti.

      Nasıl tepki vereceğini bilmediğim için, daha doğrusu ürktüğüm için Esma ile konuşmaya çekiniyordum.

      İnsanlar ve özellikle yaşlılar birer ikişer denizden çıkıp duşlara doğru gelmeye başlamışlardı. Emekli Hâkim Raşit Bey, emekli İngilizce öğretmeni karısı Leyla Hanım elinde siyah paletleri, tanımadığım iki genç hanımla konuşarak denizden çıktılar. Esen rüzgârdan üşüdükleri hâllerinden anlaşılabiliyordu.

      Esma’ya baktım oturduğu yere âdeta çökmüş ve somurtmuş bir yüz ifadesi ile diyeceklerimi bekliyordu.

      “Çocuğun işi başından aşkın, bizi akşam arayacağını söyledi.”

      “Başka bir şey konuşmadınız mı, hepsi bu mu?” dedi hayal kırıklığı dolu bir sesle.

      “Dedim ya çok meşguldü.”

      “Çok mu meşguldü?” dedi Esma her an patlayacakmış gibi.

      “Evet, annen üzülüyor dedim! Bana bir dilim börek ayırdın mı?” dedim konuyu değiştirmek için.

      “Ah unuttum!” dedi Esma yaptığına üzülmüş gibi. Fakat bunu çabucak unutup zihnini kurcalayan esas konuya geldi.

      “Kaçta ararım dedi?’’

      “Bir şey demedi sadece akşam ararım dedi. Eve gidince arar herhâlde.”

      Sözümü tamamlamıştım ki konsolun üstüne bıraktığım telefonum çaldı. Esma bir yığıntı gibi duran gövdesini dikleştirerek yerinden fırlamış, bir koşuda içeri dalmıştı. Gözlerim batan güneşin etrafta oluşturduğu hüzünlü fakat huzurlu görüntülerin üzerinde dolaşırken aklım onunla birlikte içeri uçmuştu.

      Esma seslenince irkildim. Yerimden doğrulup içeri girdim Elindeki telefonu sinirli sinirli sallayarak yüzüme doğru uzattı ve,

      “Muzaffer Bey seni istiyor!” dedi. Oysa o Reha diye koşmuştu telefona…

      Emekli Öğretmen Muzaffer Bey, yemekten sonra arkadaşlarla aşağıya çay içmeye, oyun oynamaya inileceğini, beni de beklediklerini, söyledi. Ben de, bugün kasabaya gittiğimi ve kendimi yorgun hissettiğimi fakat biraz dinlendikten sonra belki gelebileceğimi söyledikten sonra telefonu kapattım.

      Durduğum yerden balkona baktım, döndüm mutfağa girdim. Esma’yı göremedim. Evin kuytu köşelerine gölgeler yerleşmişti. Loş koridoru geçtim. Işığı yaktım, nefes alıp verişlerimden, ayak tıkırtılarımdan ve banyodaki musluktan kovanın içine şıp şıp diye damlayan asap bozucu su sesinden başka ses yoktu içeride.

      Yatak odasına yöneldim, kapıda durdum baktım. Geniş yatağın kenarına oturmuş öylece düşünüyordu. Koridordan içeri süzülen ışıklar, yüzünün görünen yarısını hafifçe parlatıyordu. Bir an ürktüm ondan. Benim orada olduğumu bilmesine rağmen hiç yokmuşum gibi davranıyordu. Aramızda, birçok nedenden çıkan gerilimlerden bıkıyor ve yoruluyordum.

      “Acıkmadın mı?” dedim belki onun kendisini biraz olsun iyi hissetmesini sağlarım diye. Bana hiç dönmedi, bakmadı bile.

      “Hayır!” dedi donuk bir sesle, sonra ekledi,

      “Aşağıda bir sürü ıvır zıvır şey yedim. Dolapta dünden kalma türlü ve pilav var ısıt ye!” dedi insanı iyi hissettirmeyen soğuk bir edayla,

      “Sen de gel birlikte otururduk…” dedim.

      “Belki sonra.” dedi etrafındaki huzursuzluğun içinden.

      Can sıkıntısıyla mutfağa döndüm. Açlıktan midem kazınıyor, başım dönüyordu. Dolaptaki türlü ve pilavı çıkarıp bir parça ekmekle yedim.

      Balkona çıktığımda hayret edici bir şekilde deniz kabarmış, rüzgâr karaya doğru sert esiyordu. Ufuk, simsiyahtı ve uzaklarda şimşekler çakıyordu. Çok ötelerdeki kasabanın üstü karalara bürünmüştü. Köpürerek sahile vurmaya başlayan dalgalar normal olmayan, alışık olmadığımız şeyler yaşayacağımızın ipuçları gibiydi.

      Bulunduğum yerle, karşımda her yanı saran, siyah ve ürkütücü görüntü iki farklı dünya gibiydi. Ve hepimizin her şeyle birlikte o siyahlığın içine doğru kaydığını fark edebiliyordum.

      Denizden her tarafıma çarpan sert bir rüzgârla geriye doğru itildim. Balkonun içindeki sandalyeler ve masa oraya buraya kaymaya başlamışlardı. Denizde kimse kalmamıştı. Sandalyeleri ve masayı aceleyle içeri taşıdım, pencereler açıktı kapattım.

      Esma yatak odasından telaşla yanıma geldi ve,

      “Ne oluyor?” dedi endişeyle

      “Fırtına! Fırtına geliyor!” dedim.

      Mutfak penceresini kapatırken o da yan taraftaki küçük balkona çıktı

Скачать книгу