Gobi Çöllerinde. Sven Hedin

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Gobi Çöllerinde - Sven Hedin страница 7

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Gobi Çöllerinde - Sven Hedin

Скачать книгу

Anderson, bana antropolojik tetkikleri ihmal etmemeyi tavsiye etmişti. Biz de onun bu tavsiyesini ihmal etmiyor ve fırsat elverdikçe bu işlerle de meşgul oluyoruz. Zaten Pekin’den ayrılmadan evvel antropoloji tetkikatının nasıl yapılacağını anlamak için bir kursa devam etmiştik. Heyetimizden Söderbom ile Haslund, bilhassa bu işle meşguldüler. Bunların ikisi de Doktor Hummel’e yardım ettikten sonra, ileride bağımsız olarak çalışabileceklerdi.

      KOLLARA AYRILIYORUZ

      Moğol toprakları bizi yolumuzdan alıkoyuyordu. Huchertu-Gol’a konduğumuz günden beri bir ay geçti. Hepimiz çalışıyor, uğraşıyor, hazırlanıyor fakat sıkıntıdan da çatlıyorduk. Bütün bu bekleyişimizin sebebi, deve satın almakla meşgul oluşumuzdu.

      Bizim namımıza deve satın alacaklar her tarafta, bilhassa Dış Moğolistan’da zengin deve satıcıları ile temas ediyor ve bunların binlerce deveye varan sürülerinden ihtiyacımızı temin etmek istiyorlar fakat muvaffak olamıyorlar. Nihayet bizim deve satın almak için gönderdiğimiz Moğollar, birkaç gün evvel dönerek, yüz tane birinci sınıf deveyi, yüzer dolar fiyatla tedarik ettiklerini söylediler. Yalnız deve sahipleri gümüş paraları peşin istiyorlardı. Zaman kötü idi. Deve sahipleri de develeri emniyet edemiyorlardı. Onun için evvela parayı göstermek gerekti.

      O hâlde biz bu yüz deveye sahip olabilmek için evvela on bin gümüş dolar saymak mecburiyetinde idik. Tereddüt etmedik ve paralarımızı adamlarımıza saydık. Fakat bu kadar parayı vermek de kolay değildi. Gümüşler sayıldığı zaman, gözümüze paradan birer dağ gibi görünmüştü. Moğollar ile Çinliler mütemadiyen paraları sayarak keselere atıyor ve keseler tahtadan sandıklara yerleştiriliyordu. Ertesi gün bunlar, Massenbach ile Mühlenweg’in muhafazası altında naklolunacaktı.

      16 Haziran günü yeni develerden bir kısmı ulaştı. Bunların hepsi semiz, iri ve güzel develerdi. Bunların yirmi dördünü birer birer muayene ettim. Hepsinin hörgüçleri iri, sağlam, konik ve dimdikti. Hayvanlar kış yünlerini henüz döktüklerinden çıplak gibi görünmekteydiler. Tepemizde Doktor Haude’un balonu, bir elmas parçası gibi masmavi semaya yükseliyordu. Develerle birlikte gelen yeni Moğollar, Cengiz Han’ın devrinden beri meşhur olan yakışıklı, sert suratlı insanlardı. Bunlar, uçan balonu, hayretle temaşa ediyorlardı.

      Bize ait olan develerin sayısı iki yüze varmıştı. Fakat bunların yalnız 104’ü karargâhta idi. Biz ise 294 deveye muhtaçtık. Eşyamızı ancak bu kadar deve taşıyabilirdi. Fakat biz tasarruf yaparak bu sayıyı 270’e indirdik. Bunların 73’ü binek develeri olacaktı.

      Seyahatimizde her üç günde bir deve serbest kalacak ve onun için Hami’ye vardığımız zaman develerimizin mühim bir kısmı yüksüz gidecekti. Fakat develer, bazen kazanç bazen zararla tekrar paraya çevrilebilir bir sermayedir.

      26 Haziran günü çadırlar şehri şenlik yapıyordu. Şehrimize dört-beş erkek, üç kadın ve bir sürü çocuktan müteşekkil bir topluluk gelmişti. Meğer bunlar, bir tiyatro grubu imişler. Bizim bir kısmımız bunların casus olduğunu ve birtakım eşkıya çeteleri namına bizi gözetlemeye geldiklerini zannetmişlerdi. Bir tiyatro grubunun bütün Çin diyarını görmeyerek bizi görüp bulması tuhaf değil miydi?

      Grup, hizmetçilerimizin çadırlarına girmiş, ağırlanmış fakat bunlardan bit geçmesi çok mümkün olduğundan onların nehir kenarına nakledilmeleri kararlaştırılmış, onlar da söz dinlemişlerdi.

      Aktörler sahnelerini kurmuşlar, hazırlanmışlar, sonra şarkılar okumuşlar, bağırıp çağırmışlar fakat bizimle beraber olan Çinliler bile onların ne dediklerini anlamamışlardı. Yalnız oyuncuların bir aşk hadisesi oynadıklarından şüphe yoktu.

      Oyunun dört perdesinde de iki âşık mütemadiyen kavga ettiler. Âşıklar ara sıra akrobatlar gibi sıçrıyor, bazen kedi gibi çömeliyor, homurdanıyor ve birbirlerinin üzerine abanıyorlardı. Fakat müzikleri fena değildi. Bunda Asya’nın yeknesak ahengi var. Onu dinlemekten katiyen yorulmuyorum. Bütün Asya’da bu musikiyi dinledim. Bu musiki kalbin huzursuzluğuna sükûnet veriyor ve fikirleri dinlendiriyor. İnsan bu musikiyi dinledikten sonra korkunç kobraların neden musiki ile teshir edildiğini anlıyor.

      Oyun bittikten ve oyuncular hediyelerini aldıktan sonra her şey bitti…

      28 Haziran günü, iki Moğol, dört deve getirdiler ve bize satmak istediler. Bunları doksanar dolara aldık. Bunların yanında bir de siyah bir köpek vardı.

      30 Haziran’da Larson’un bir sürü deveyle geldiğine dair malumat aldık ve sevindik. Fakat develer çadırlara yaklaştıkları zaman çadırlardan ürktüler ve kaçtılar. Binicilerin mahareti sayesinde vaziyet kurtarıldı. Gelen develerin sayısı 24 idi. Hepsi de semiz ve kuvvetli develerdi. Bunlarla Urumçi’ye kadar gidebilirdik ve bunlar, oranın yazına tahammül edebilirlerdi.

      Norin, planımızı hazırladı. Gashun Gölü’nü üç cepheden keşfedecektik. Heyder, bu üçgenin ölçülerini hazırlayacaktı. Onun için ilgililer mütemadiyen çalışıyorlardı. Üç kol paralel hareket edecekti. Norin’in kolu, asıl kervana nazaran yirmi kilometre kuzeyden, Çinliler on kilometre güneyden, ben de ortadan gidecektim. Kuzey kolu Norin’in, güney kolu Yuan’ın liderliği altında olacaktı.

      Yuan, Temmuz’un üçünde hareket edecek, ona Arkeolog Huang ile yardımcısı Chuang Pai, bir aşçı, iki işçi, iki Moğol refakat edecekti. Bunlar dört haftalık tahıl ile 15 deveye yetecek kadar erzak alacaklardı.

      Kuzey koluna Norin ve benim liderliğim dışında, Bergman ona refakat edecek, Çin ona yardımda bulunarak arkeoloji ile meşgul olacak, Ting, tapneöntormi tetkikleri yapacak. Bu kol, 1 Temmuz’da hareket edecekti.

      Bu iki kol, asıl kervan ile yani bizimle temaslarını muhafaza edecekti. Bunun için Moğollardan kuryeler temin ettik. Bunlar seri develerle hareket ediyorlardı.

      Konak yerleri, sulu ve meralı yerler olacaktı.

      HUCHERTU-GOL’DA SON GÜNLER

      Hayatımız yeknesak fakat hoş geçiyor. Moğolistan’ın yaz mevsimi, bu kadar yükseklerde elbet güzel geçer. Deniz seviyesinden 1595 metre yüksekteyiz.

      8 Temmuz günü uzaktan bazı Moğollar gördük. Bunlar bir sürü deveyle bize geliyorlardı. Bunların getirdikleri on dokuz deveyle mevcudumuz 220’ye ulaşmıştı.

      İki Çinli bize, beş dolar mukabilinde bir geyik yavrusu satmak istediler. Geyik henüz sekiz günlüktü. Fakat Larson bunu satın almamıza razı olmadı. Çünkü bunu aldığımız takdirde yolda geyik yavruları etrafımızı sarardı. Biz yavruya süt içirdik ve ona elimizden geldiği kadar baktık. Sonra onu bir battaniyeye sararak çadırımın içine aldım. Hakikatte ben de bu yavruyu ne yapacağımı bilmiyorum. Fakat stepler geniştir ve geyiklerle doludur. Moğolların geyiklere verdikleri yeni bir isim var: Larson’un koyunları. Zaten Larson, Moğolistan prensidir ve geyikler onundur.

      Bizim hayvanat bahçemizde, bu geyikten başka bir de cırboğa (çöl sıçanı) var. Doktor Hummel, onu büyük bir kutu içinde besleyerek aşağı yukarı ehlîleştirdi. Doktor ara sıra onu kafesinden çıkarıyor, cırboğa onun omuzları ve kolları üzerinde dolaşıyor. Bir gün Doktor Hummel, bir kurbağa bularak cırboğanın kucağına atmış, ertesi sabah cırboğanın kurbağayı yediğini görmüştük.

      Конец

Скачать книгу