Otlakçı. Мемдух Шевкет Эсендал

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Otlakçı - Мемдух Шевкет Эсендал страница 6

Otlakçı - Мемдух Шевкет Эсендал

Скачать книгу

Hancı da kapının yanında ayakta duruyordu. Ali, ona, “Dışarı çık.” demek ister gibi baktı, Hancı da dışarı çıktı.

      “Nasılsın Ali?” dedim. “Nerelerdesin? Aziz Bey’i gördüğün var mı?”

      Anlattı. Askerden bırakılınca Aziz’in yanına kapılanmış. Aziz tekaüt olmuş, tüccarlık yapıyormuş. Onun yanında şoförlük öğrenmiş, şoförlük de etmiş. Sonra Aziz’in işi bozulunca bunun da Aziz’le arası bozulmuş, dediğine bakılırsa Aziz bunu kovmuş, bu da buralara gelmiş.

      “Aziz Bey’e üç mektup attım, karşılığı gelip çıkmadı.” diyor.

      “E, şimdi burada ne iş tutuyorsun?”

      “Hiç.” dedi. “Adamı kendine koymuyorlar ki… Gene şoförlük ediyordum, elimden bir sakatlık çıktı, şimdi kaçak geziyorum!”

      “Hımm!”

      İşi anlar gibi oldum. Biz konuşurken kapının arkasında biri öksürdü. Ben, Hancı bizi dinliyor, sandım; kapıya baktım. Ali anladı:

      “Yabancı değildir.” dedi. “Kapıda adam var.”

      Belki benim yanıma gelirken Ali silahlarını, silahlıklarını çıkarmış. Omuzlarında çapraz fişeklikler yer bırakmıştı.

      Anlattığına göre, Niğde yakınlarındaki köylerden birindeymiş, sıkıştırmışlar. Candarmalarla vuruşmuş, buralara gelmiş. Bu son günlerde, benim Taşönü’nde olduğumu duymuş, görmek için iki gündür arkam sıra geliyormuş. Bu gece burada görmeseymiş kese4 yoldan önüme çıkacakmış.

      Konuştuk.

      “Olan oldu, beni bağışlasınlar, bıktım bu kaçaklıktan.” diyor. “İsterlerse ölünceye kadar askerlik edeyim! On beş-yirmi yıl hapislik versinler yatarım!”

      “E, teslim olsana!”

      “Teslim olsam, asacaklar.” diyor.

      “Sen biraz kıyak gitmişsin gibi.” dedim.

      “Kaçaklık.” diyor. “Ne istemezsen gelip adamın ayağına dolaşıyor!”

      Sözlerine bakıyorum; hiç eşkıyalık, haydutluk demiyor, kaçaklık diyor. Kendi anlattığına göre kaçaklığa başlaması da şöyle olmuş:

      Ereğli’de birine bir tokat vurmuş. İki gün sonra bu adam ölmüş. “Tokattan öldü.” demişler. Bu gidip teslim olacakmış, yanında bulundurduğu Karamanlı bir kadın, “Teslim olma.” demiş. Birkaç aylar Ereğli içinde kadın bunu saklamış. Duymuşlar. Şehirde barınamaz olmuş. Şehrin dolayında, kırda, köylerde, tanıdığı hancılar, değirmenciler yanında kendini gizlemiş. O kadın da bunu beslemiş, yardım etmiş. Gene de duymuşlar, artık ondan sonra iş azmış.

      “Şimdi.” diyor. “Sen beni kurtarırsan kurtarırsın. Sen teslim ol, dersen olurum. Yoksa ben sağ iken kendimi vermem.”

      Yanında yedi kişi daha varmış. Ben “Teslim olun.” dersem, onlar da teslim olacaklarmış.

      Biraz canım sıkıldı:

      “Senin gibi eli eren, bu kadar çalışmış, kanını vermiş adamdan da kaçak olur muydu?” dedim.

      “Sorma.” dedi. “Karı aklına uyduk.”

      Düşündüm.

      “Bakalım, bir çalışalım.” dedim.

      “Bana analık, babalık etmiş olursun; hakkın ölünceye değin boynumda kalır.” dedi.

      Sözleştik. Ben Konya’ya gideceğim, oradan buna mektup yazacağım, nereye dersem, gelip teslim olacak. Bana Ereğli’de mektup yazacağım yeri salık verdi. Kalktı, elimi öptü. Çıktı gitti.

      Konya’ya vardım. Arabacı Ali’ye verdiğim sözü yerine getirmek için tanıdıklarıma başvurdum. Ancak o sırada öğrenildi ki ben Konya’ya vardığım gece, bunu Ereğli yolunda basmışlar, candarmalarla çarpışmada vurulmuş, ölmüş.

      BİR EĞLENTİ

      Bir cuma günü iki arkadaş bağlara gittik. İlkyazın ilk sıcak günlerinden biri idi. Ortalık sessiz, yeni çiçeklenen, yapraklanan dallar uzanıyor. Kerpiç duvarların güneşli yüzünde kertenkeleler koşuyor. Böğürtlenlerin dibinde böcekler uyanmaya, yollar tozlanmaya, kırlar çiçeklenmeye başlamıştı.

      Çayın kenarından gidip eski taş köprüden geçtik. Yol bizi bir ufacık kahveciğe götürdü. Yer güzel, önümüz su, gölge ılık, hava sakin, yaprak kımıldamıyor. Kahveci bize iki tahta iskemle verdi. Arpa kahvesi pişirebileceğini de söyledi. Ne yapalım, katlandık. Bizi getiren araba çayın ötesinde duruyor, arabacı atlarını alıp gitmiş. Ağaçların arasından bağ evlerinin damları görünüyordu. Konuşmuyorduk, gözlerimiz suya dalmış, belki de düşünmüyorduk da! O dalgınlık içinde, havada asılmış öten tarla kuşunu dinliyordum. Yanımıza bir adam geldi. Uzun boylu, zayıf, uzun bir fes giymiş; üstüne koyu renkli beyaz çiçekli bir yemeni sarmış, dizinde elifli şalvar, ayağında beyaz çoraplar, belinde ince şal kuşak, ipekli Hama kumaşından dar bir mintan giymişti. Gülerek:

      “Efendi, Hacı Ali Efendi mahsus selam etti, buyursunlar.” dedi.

      Ben arkadaşımın yüzüne baktım. O, Hacı Ali Efendi’yi tanıdı. Bana:

      “Gidelim.” dedi.

      O adamın arkasına düşüp gittik. Bağ uzakça imiş. Bizim buraya geldiğimizi nereden öğrenmişler, bilmem! Kapıdan girdik. Ufak bir aralık, bir kapıdan daha geçip büyük bağa geçtik. Asma çardağının altında üç-beş kişi oturuyorlardı. Bizi görünce ayaklandılar. Selamlaştık, birlikte oturduk. Yanımızda, geniş bir havuzun suları bir köşeden gelip karşı köşeden gidiyordu. Ev sahibi Hacı Ali’yi tanıdım. Gençten bir adamdı. Zengin çocuğu! Babası şehrin hemen yarı dükkânlarını, birçok evlerini, tarlalarını almış; buna bırakmış. Bu da oturmuş yiyor! Onu, çok istedik kumara alıştırsınlar; bu malları, dükkânları elinden alsınlar. Alıştıramadılar. Onun işi gücü, hastalığı, rakı! Babası hacca giderken bunu da alıp beraber götürmüştü. Hacdan dönüşte daha pek gençken hemen evlendirdi. Evlendikten sonra da bir dava vekilinin yanına çırak verdi. Babası ölünce Hacı Ali, İstanbul’a gitti, gezdi. Bir aralık oralarda oturdu, bir kadın daha aldı, döndü buraya geldi. Her gün başına üç-beş kişi toplayıp içer. Sarhoşluktan başka işi de yoktur.

      Havuz başında oturanlar ile göz aşinalığım var. Bunlar dükkân, tezgâh, iş güç sahibi adamlar. İşte şu bir tanesi, büyük bir bakkaldır. Onun yanındaki de manifaturacı. Her gün gelip geçerken dükkânının loşça köşesinde bir ufak halı seccade üstünde diz çökmüş, terbiyelice oturmuş görürüm. Hemşehrileri buna Kahveci’nin Emin derler. Bu kahveci onun üvey babasıymış. Mektuplarında imzası Kahvecizade Emin Efendi’dir. Uzun boylu, kısa çember sakallı, cübbeli, şalvarlı, fesinin üstünde üç parmak abani sarıklı, güler yüzlü bir adam.

      Ötekilerini

Скачать книгу


<p>4</p>

Kese: Kısa, kestirme yol.