Beyaz Kelebekler. Rahimcan Otarbayev

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Beyaz Kelebekler - Rahimcan Otarbayev страница 3

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Beyaz Kelebekler - Rahimcan Otarbayev

Скачать книгу

yağdığı gün Koşalak›ın tepesini aşarken derenin dibinden çakalın sesini duymuştu. Dereye doğru inerek bakınca, çakallar yavrularıyla birlikte bir danayı ortalarına almışlar. Her taraftan delirilcesine cıyaklayıp zavallı dananın kuyruğuna yapışmışlar. Çaresiz kalan dana terlemiş vaziyette, gözleri fal taşı gibi açılmış haliyle mücadele veriyordu. Şimdi olmazsa… Atlı adamı gördüğünde çok mu korktu, evvela yere yıkıldı, sonra yeniden kendini kaybetmiş gibi ayağa kalktı. “Şeytana bak!” diyen avcı alelacele iki kere vurdu. Sonra kuyruğunu bağlayarak yerinden kayboldu. Karlı toprakta sürüne sürüne derisi yünden arıldı. Deriler kumaş gibi işlendi…

      “Pekala, bu zamana kadar ne kadar çakalı korkuttun?”

      “Sende hiç akıl var mı, lan? O kadar çakalı ben nerden sayayım, kardeşim!”

      “Ne oldu? Senin çakallarına mı acıdım diye zannetin? Senin ne büyük felakete duçar olduğunu söylemeye çalışıyorum, o kadar,” diyen Jetes bükülen kağıdını diğer dizinin üzerine koydu. “Cahilmişsin, öyleyse, çakalların tarihini dinle bakalım. Teknik ile teknolojisi geliştiği için ve insanların nüfusu arttığı için Amerika’nın toprağı daraldı ve çakallar yok olmasın diye Asya ile Afrika kıtalarına gönderdiler. Asya ise şu bizim bulunduğumuz Koşalak.”

      “E sonra?”

      “Ne sonrası? Amerika’daki sorunlar çözüldükten sonra ve buradaki çakalların sayısı çoğaldığında geri isteyecekler. Milli hazinelerini dışarıda bırakacak değiller ya!”

      “Allah Allah!”

      “Ya inanmıyorsun bana. Son on sene içerisinde burada kurt ile tilkiden başka hayvana rastladın mı, söylesene! Öyleyse bu kadar cayıklayan çakallar gökyüzünden düşmüş değiller ya!”

      “Sahi mi? Bunlar başka hazine bulamamışlar mı?”

      “Cehalet işte.” diye Jetes dizlerine vurdu. “Yahu onlar var ya, çekirgeleri bile milli değer olarak kabul ederler. Çok inceler, araştırırlar. Hatta yetiştirirler. Eğer kunduzun derisinden şapka takan, tilkinin derisinden yaka saran birini görürlerse hemen içeriye atarlar.”

      “Daha neler!”

      “Diri hayvanı öldürdüğü için atarlar. Çünkü onların da yaşama hakkı vardır. Esasında bu bir suçtur.”

      Kapar bu sözlerden sonra rahatsız oldu, panik içine düşmüş gibiydi. Jetes’in dizisindeki kâğıda göz attı, kâğıt yoktu. Cebine mi soktu, belli değil. Kalemin bulunmaması daha mı iyi oldu acaba? Yoksa… Hani Koşalak’ta avı kovalayarak atı terletip tepeden tepeye koşturan ihtiyar babası buna bazen kızardı ya: “İnce derilisin. Tam mücadele vereceğin anda pes ettin. Kırbacıyla dövüşmek yerine, korkuya sarılmış zavallı!” diye paylardı.

      Kocasına söz söylemeye cesaret edemeyen annesi ise, “Öküzü enendikten sonra güya gözlerimiz açıldı ya.” diye nazlanırdı.

      “Hayalin bir gün gerçekleşir inşallah.” derdi annesinin sözüne kulak asan babası kahkahayla gülerek. “Şu it oğlu itin askerlikten döndüğünde hepimize hava atması nerede? Hani cesurdu? Hani diriydi bu köpek? Ben onu kastettim.”

      “Jetes, sen saçmalamıyorsun değil mi? Afrika’ya nasıl gönderirler ya?” diyen Kapar, sohbetini Koşalak’tan uzak tuttu.

      “Deme ya… Geçende televizyonda izledim. Zencilerin neredeyse hepsini vurmuşlar. Sonra askerler helikopterlerle gelip yakalıyorlardı.”

      “Çakalları mı?”

      “Ne çakalı? Zencilerden söz ediyorum.”

      “Zavallılar…”

      “Bir kavmin aksakalını ellerine kelepçe takarak, ‘Size emanet ettiğimiz milli zenginliğimizi yok ettiniz. Şimdi bizden çok şeyler göreceğiniz var. Köle olarak ne güzelsiniz ama insan olarak hiçbir değeriniz yok.’ dedi ve o aksakalın gözüne bir çarptı ki kalbim titredi valla.”

      “O kadar milletin içinden, her taşın altında bir ucubenin bulunduğunu uzaklardan nasıl bilmişler?”

      “Ne yapalım, cehalet işte,” diyen Jetes, cebindeki kâğıdı yeniden çıkarttı. “Uzaydan! Senin parmak oynattığına kadar tepeden izleyerek aynadan görüyorlar. Senin her malını sayıyorlar. Baksana! Yoksa o kadar para harcayıp her sene uzaya gemi boşuna mı gönderiyorlar sandın?”

      Az önce “Uzayda!” dediği anda Jetes’in işaret parmağı hava kaldı. Parmağa göz atınca hâlâ havada kaldığını gördü. Meselenin ciddiyetini yeniden kavrayan Kapar titredi:

      “Köle olayım, şu parmağını indirsene.” diye yalvardı. “Çakallar sana kurban olsun, hadi yatalım.”

      Şu baş belasına baksana, insanı ister istemez korkutuyor… “Zamanında dünyaya hükmeden Saddamı bile yılan gibi gizlendiği delikten çıkarabildiklerinde, sen de nice olursun? Helikopterle “Hadi Kapar! Elbiseni giy bakalım! Çakalların gerçek sahibi kim olduğunu hala bilmezmişsin. Elektrik sandalyeye bağlarız seni. Diri diri yan bakım. İşin bitmiştir senin!” diyerek götürseler, n’olacak? Çok şükür halim çok iyi.

      Henüz gelin olmadan annesiyle babasını dünürleyle kavga ettiren eşi de saçlarını ağartmıştı. Üç evladı da annesinin dediklerine inanır, babalarını karşılarına alırlardı. Şimdi baksana… Eşi, çakalın iki derisinden birisini Astana’da yaşayan kız kardeşine göndermiş, diğerini ise paltosunun yakasına diktirmiş.

      Astana’daki baldızından şubat ayında mektup gelmişti. “Çok ama çok değerli Kapar enişteme selamlar.” diyerek başlayan mektupta adeta kan kusuyordu. “Nasipse, eğitimimi tamamladıktan sonra burada kalırım diye düşünüyorum.” der. Niye yerin dibine gitmiyorsun? “Sahi, enişte, bana gönderdiğiniz deriyi aldım. Alev gibi göz önümde yanıyor. Kürkün yakasına diktirdim. Öyle yakıştı ki, anlatamam. Sokakta dolaşan yabancılar bile ellerini değdirmeden, kafalarını sallatmadan geçmiyorlar. Hayret içinde kalıyorlar. Bana nazar değmez bundan sonra. Mümkünse, bir-iki tanesini yine gönderirsiniz. Arkadaşlarıma söz verdim.” Yok canım, daha neler!

      Bu ne soysuzluk ya! Astana’da neyin peşinde bu kız? “Koşalak’ta avcı eniştem vardır, çakalları yakalar.” diye millete ilan edip çekirgeye bile insan gözüyle bakan yabancıların önünde hava atıyor demek.

      Allah canını almasın, şu hatun da birdenbire Kanışken’e kaçmış… Şu it oğlu it de habire kâğıdına bir şeyler not etmekle meşgul, boşuna değil herhalde? Amerika›nın gizli ajanı olmasın. Yine bedava can vermek var mıdır? Birkaç soruyla yine kurcalamayı arzuladı:

      “Jetescim, akıllı çocuğum, bana söyler misin? Yani şu çakallara göz yumalım, hayvanlarımızı göz göre göre mi verelim ha? Bu mahluk onların zenginliğiyse, şu kurban olan hayvanlar, bizim nafakamız değil mi?”

      Jetes bir tabak yoğurdu ağzını götürüp yudumladıktan sonra kenara koydu. Sonraki sohbete hazırlıklı gibi kendini dik tuttu:

      “Dışı boş, içi bok olan hayvanı mı kastediyorsun? Senin hayvanların sana avucunu yalatarak kuyruklarıyla petrolünü

Скачать книгу