Mil. Sabir Şahtahtı

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Mil - Sabir Şahtahtı страница 5

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Mil - Sabir Şahtahtı

Скачать книгу

sesinin ahengindeki şaşkınlık, samimiyet ve ciddiyet heyecanımı büyük ölçüde azalttı. Buna aldırmayarak sanki söz dinleyen ilkokul öğrencileri gibi ellerimi masanın üstünden çekmeden hareketsiz bir şekilde onu dikkatle süzüyordum. O ise başını azıcık yana eğip sanki sağ gözüyle okuyormuş gibi arada bir diğer gözü ile beni merakla süzüyordu. Tahminen iki dakikaya yakın bir zaman geçtikten sonra kâğıttan gözlerini ayırmadan devam etti:

      – Siz genç bir komünistsiniz. Sovyet devletimizin geleceği sizin gibi neferlere bağlıdır. Sizin yüksek zekânız, siyasi süreçleri tahlil kabiliyetiniz Sovyet eğitim sisteminin ne kadar doğru ve sağlam olduğunun göstergesidir. Şimdi benim karşımda kapitalizm dünyasının sadece para için yaşayan servet düşkünleri olsaydı hiç tereddüt etmeden sizi örnek bir Sovyet vatandaşı olarak onlara gösterirdim.

      Suslov sağ eliyle el yazmasının üstüne, sanki onu kutsuyormuş gibi zarif bir şekilde okşayıp sandalyesini beş altı derecelik bir açıyla bana doğru çevirdiğinde ben de istemsizce rahatladım. Ben gerçekten de böyle üst düzey bir görüşme beklemiyordum. Albina’nın tabiri ile Kremlin’e davet edilmemin sebebini doğru düzgün idrak edememiştim. Aksi hâlde şimdi daha hazırlıklı olabilirdim. Hayallerin beni nerelere sürüklediğini söyleyemem. Neyse ki Suslov’un sesi işitildi:

      – Sizi önemli bir misyonla Tahran’a bir iki yıllığına göreve göndermek istiyorum. Bu benim şahsi teşebbüsüm ve seçimimdir. Aslında sizin zekânız karşısında o kadar da zor bir iş değil. Sadece çok büyük bir hayati riski var. Bir de kısıtlamalar. Şimdi aile durumunuzu dikkate alıyorum, onlar devlet kontrolünde olacak. Bu yüzden de nineniz ve sevgiliniz için asla endişelenmemelisiniz.

      “Sonunu düşünen kahraman olamaz” diyerek sözünü kesmem saygısızlık olsa da Suslov bunu normal karşıladı:

      – Yerinde söylenmiş, güzel bir Doğu atasözüdür. Bir daha emin oldum, seçimimde yanılmamışım. Aferin, babanız sizi gerçek bir Sovyet vatandaşı gibi büyütmüş. Sağ olsun, komünist olmanız için yardımını esirgememiş.

      Ben Doğu değil eski Türk atasözü söylemiştim. Yüreğimden bunu da hatırlatmak geçti. Ama yersiz ve daha saygısız bir hareket olacağını düşünerek sustum. Suslov birkaç akıcı ifade ile şahsi durumumu yüzüme vurmuştu. İyi bilirdim ki, kapitalist ülkelerde devlet yetenek gerektiren işler için özel eğitim verdiği hâlde Sovyetler Birliği’nde bu işler kendi hâline bırakılmıştı. Tamam, ben babamın çabaları sonucu komünist olabilmiştim, ama benim terbiyem ve tahsilimde ne onun ne de devletin hiç rolü olmamıştı. Şimdi dünyaya meydan okuyan büyük bir devletin ikinci adamının karşısında kendi zekâmın gücü ile oturuyordum.

      Benim ilmim ve eğitimim sadece Arapça ve Farsçayı çok iyi bilmemle sınırlı değildi. Yoldaş Suslov’un elindeki yazı Ortadoğu’daki jeopolitik durumun analizinden bahsediyordu. “Batının Ortadoğu Planlarına Karşı Yerel Direnişin Yolları” başlığıyla kaleme aldığım bu analitik yazı gazetede yayımlanmadı. Makalenin nasıl olduğu sorulduğunda şube müdürü fikir ve görüşler temellendirilmemiş, cümleler arasındaki bağlantı kopuk vs. demişti. Onun özel bir ses tonuyla “Böyle yazılar Sovyet okuyucusunun ilgi alanına girmiyor.” sözünü ise Sovyet mahkemelerinde hakimlerin masum bir “sanığa” karşı yönelttiği utanmaz bir iddia olarak kabul etmiştim.

      Suslov yazıyı övdüğü sırada, şube müdürünün yaptığı kötü yorum karşısında “Öyleyse, geri verin.” diye ısrar edeceğimi düşündüm. Birden geri verseydi ne olurdu? İşte böyle olsaydı şimdi Suslov’un ofisinde ne işim olurdu ki? Bu iddialı ve faydasız meselelere dair soruya cevap aramanın faydasız olduğunu düşünüp makaledeki önemli görüşleri hatırlamaya başladım.

      Çok garip bir durum gelişti. Suslov “Niçin Avrupa ülkelerinin bize kıyasla Ortadoğu halkları üzerinde bundan sonra da engel olunamaz bir etkisinin olacağını düşünüyorsunuz?” diye soru yöneltirken ben bu cümleyi düşünüyordum. Ufak tefek düzeltmeler için karaladığım bu cümlenin altının tükenmez kalemle çizilmiş olmasından dolayı kağıtlara bakarken dikkatimi çekmişti. Bu yüzden de cevabım gecikmedi:

      – Çünkü Sovyetler Birliği büyük maddi imkânlara, askerî güce sahip olduğu gibi kuvvetli insan kaynağına da sahiptir. Biz Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgelerinde sosyalizm ideolojisini diriltmek için ülkemizde yaşayan Müslüman-Türk halklarının imkânlarından ustalıkla istifade edebiliriz. Avrupa ülkeleri ise bu imkânları çoktan yitirmiş. Osmanlı döneminden, hatta bu devletten de evvel Batı’da yaşayan Müslüman-Türkler zengin bir kaynak olmasına rağmen Avrupa için mücadele etmezler. Çünkü topluma yönelik mevcut ayrımcılık ve çifte standartlar ortada aşılamaz bir uçurum yaratmış. Bizde ise durum farklı. Sovyet Müslüman-Türk halkı ile bizim Hristiyan toplumu Sosyalizm ideolojisi etrafında çok sıkı bir şekilde birleşmişler. Tarihte ortaya çıkan Rus-Türk savaşlarının acı neticelerini devlet başkanları, siyasi çevreler akıllarından çıkarmasalar da halkları bunu çoktan unutmuş.

      Ben basit bir soru etrafında bir kitap konferansı vermiştim. Suslov temkinli bir şekilde beni dinliyordu. Fikrimi tamamladığıma emin olunca ağzını tuhaf bir şekilde büzdü ve başını ağır ağır sallayarak memnun olduğunu ifade etti. O anda makamdaki avizeden masanın üzerine düşen ışık dikkatimi nasıl çektiyse bakışlarımı yukarı çevirdim. Toplam birkaç saat önce ayrılsak da yıllardır görmüyormuşum gibi Albina’yı özledim. Odanın neresinde olursa olsun fark etmez, sadece burada olanları, Suslov ile sohbetimi görmesini çok istiyordum. Onun ateşli bakışları gözlerimin önüne geldiğinde hafifçe gülümsedim.

      Bir süre önce “Gaz-24”ün parlak ışıkları altında gördüğüm o güzelliği hatırlayınca birden iki duygu birden beynime dolup kafamı karıştırdı. Albina ile alakalı bütün hatıralarım bana ilham veriyordu. Şimdi sanki uykudan uyandım, yaşlı ninem bir yana, Tahran’a gitsem Albina ne olacaktı? Ben onsuz nasıl kalabilirdim? Peki o benden ayrılmaya katlanacak mıydı? Bu sorulara cevap bulma gücünü kendimde bulamıyordum. Suslov sanki içimden geçenleri okuyormuş gibi “Devletin çıkarlarını korumak bütün duyguların üstünde olmalıdır. Bizim bütün tedbirlerimiz, dış politikanın ana hatları ülkemizin ve vatandaşlarımızın, keza ailelerimizin güvenliği ve refahı içindir. Sınır komşularımıza Sovyet düşüncesini götürmek, Komünizm ideolojisine yeni bir soluk getirmek için özel bir görevdir. Bunun için ilk aşamada yerel vaziyetin öğrenilmesi, kamuoyunun gerçek durumunu bilmeliyiz. Siz gidebilirsiniz, belki tekrar görüşürüz. Benim halledebileceğim bir probleminiz var mı?” deyince kapı açıldı. Anlaşılan o, elinin altındaki zile basarak yardımcısını çağırmıştı… Gerçekten de Sovyet devletinin ikinci adamına söyleyecek bir problemim olmadığı için vedalaşarak odayı terk ettim…

* * *

      Kremlin’in uzadıkça uzayan koridorları bu görüşmeyle beni ben eden yollara kavuşup kaderime yazıldı. Bu koridor, sadece bir yol kavşağına, karayoluna, orman yoluna, dağ geçidine gidilebilen ve seni nereye götüreceği belli olmayan bir yol olarak düşünülebilir. Bu yol, uzun ve dolambaçlı olduğu için korkunç ve karışık idi. Bu yoldaki adımlar, nefes, mırıltılar ve sesler çeşitli olsa da milyonların kaderine sadece kara leke sürüyordu. Ben de şimdi bu yolun yolcusuna dönüşmüştüm. Beni bu yolda yolcu yapan sadece kader değildi, aynı zamanda kendimdim.

      Beni Kremlin’e “Volga” getirmişti. Yine “Volga” ile de geri dönüyordum. Sadece geldiğim arabanın

Скачать книгу