Kuş Kanadı. Nağaşıbek Kapalbekulı

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kuş Kanadı - Nağaşıbek Kapalbekulı страница 9

Жанр:
Серия:
Издательство:
Kuş Kanadı - Nağaşıbek Kapalbekulı

Скачать книгу

bulur musun kızım!” dedi.

      Hemşire sert biri imiş:

      “Sizin sigara içmemeniz gerektiğini eşiniz söylemişti. Yasak!” dedi sert bir şekilde bakan olduğuna bakmadan.

      Oda arkadaşım biraz sakinleşmiş gibi göründü.

      “Hey gidi zaman!” dedi hayret edercesine, âdemelması aşağı yukarı hareket etti. “Beni şeytan azdırmıştır. Sen biliyor musun? Sen bilmezsin, bu mektubu aldıktan sonra ben hepsini özledim. İçimdeki pişmanlık göğsümü doldurarak kalbimi ağzıma getirir oldu. İçimdeki pişmanlık tutuşarak alev alev yandım sanki. Makam, görev, saygı ve ilgi deriz ya hep, ne için lazım onların hepsi, ne için ha? Eğer sen kendi yuvanda mutlu değilsen, soyunu devam ettiremiyorsan… Of, canım of! Evet, evet… Biliyor musun benim hiç çocuğum yok. Allah bana süt kokusu yayan bir bebek nasip etmedi, etmedi. Bir bebeği öpüp sevmeden, soyumu devam ettirmeden mi gideceğim bu dünyadan? Bunu kabullenmek istemiyorum. Ne yapabilirim? Of! İlçe başkanının kızı ile evlendikten sonra görevde durmadan yükseldim. Ne içeceğimizin, ne yiyeceğimizin endişesini duymadık, dünyanın yarısını gezip gördük, rahat rahat eğlendik. Ancak çocuk sahibi olamadık. Bir yıl geçti, iki, beş, on yıl geçti… Eşimin gitmediği doktor kalmadı, her çeşit tetkik yapıldı. Sorun bende gibiydi. Meşhur bir profesöre götürdü beni. Doktor, eşimle ikimizi iki-üç muayeneden geçirdikten sonra korkunç haberi duyurdu. Muayene sonuçları sorunun tamamen bende olduğunu gösteriyordu. Hayatta çocuk sahibi olamayacakmışım. Eşim sapasağlammış. Hamile kalmasına bir engel yokmuş. Bütün sorun bendeymiş. Ne yapacağım diye çıldırdım? Gerçekten de karım somun gibi tombuldur. Yanakları da pespembedir. Bense ölmek üzere olan deve gibiyim ve zayıfım. O kadar üzüldüm, o kadar gururum kırıldı ki… Karım, ‘Ben seninle öbür dünyada da birlikte olacağım. Allah vermezse yapabilecek bir şey yok. Böylece, anlayış içinde, birbirimizi üzmeden geçinip gidelim.’ dedi. Beni bir çocuğu sever gibi teselli etti. Ne yapabilirdim? Of! Çocuk evlat edinmek amacıyla yetimhaneye de gittik, cesaret edemedik. Anne babalarının nasıl insanlar olduklarını bilemezdik. İnsanın üç gün sonra mezara da alıştığını söylerler ya, o doğruymuş. İkimiz de durumu kabullendik ve güzelce yaşamaya devam ettik. Kaderimize razı olduk. Yaraya tuz basmamak için çocuk konusunu bir daha açmadık. Ya, ulu Allah, insanların tamamına verdiği küçücük bebeklerden birini neden bana, neden şu bedbaht kuluna vermemişti? Yaşıtlarımın aslan gibi oğulları ile ceylan gibi kızlarını gördüğümde için için yanardım. Kendi kendimi yemeye başlamıştım. Eşimin karşısında kendimi suçlu hissediyordum, yerin dibine geçmek istiyordum. Buna iyice inandırmıştım kendimi. Kötü kaderime bin defa lanetler yağdırarak dertten yanıp yakılsam da belli etmemeye çalışıyordum. Ancak tam da o dönemde, Aydolu’nun mektubunu aldığımda aklımı yitireyazdım. İnansam mı, inanmasam mı? Bir değil, bin defa okumuşumdur mektubu. İnansam mı, inanmasam mı? Oğlum varmış. O zaman ben baba oluyordum, baba! Soyum devam edecekti. Doğanın kanunudur bu. Ancak profesör baba olamayacağımı, doğuştan sıkıntım olduğunu söylememiş miydi? Ne bileyim, küçücük kafam kazan gibi oldu. Of! Allah’ım! Sonunda düşüne taşına gizlice doktora gittim muayene için… İnanır mısın, sapasağlammışım. Ona da güvenmeyip bir başkasına daha gittim. O da ‘Siz yüzde yüz sağlıklısınız!’ diyerek elime mühür vurulmuş bir kâğıt verdi. Gözlerim yuvalarından fırlayacakmış gibi olmuştu. O profesörü aradım. Kayınpederimin yakın dostu idi, yaşlanmış, hastalanıp yatalak olmuş. Aslında mühür vurulmuş kâğıdı gözüne sokmak için, sinirden tir tir titreyerek ortalığı yıkmak için yanına gelmiştim. Oysa beni görür görmez ‘Oğlum gel, otur!’ deyip ağlayıverdi. ‘Hayatımın sayılı günlerini yaşıyorum, senin hayatını kararttım. Eşinle kayınpederin yalvarıp yakardıklarından, çok istediklerinden sana yalan söylemek zorunda kalmıştım. Aslında kısır olan eşin. Kayınpederin kızının kocasız, kendisinin de senin gibi başarılı damatsız kalacağından korkarak üsteleyip beni ikna etmeyi başarmıştı. Ahrete gitmeden önce rica ederim beni affedebilirsen affet. Ya da şimdi kendi ellerinde boğ ve öldür. Ben buna razıyım. Ancak o şekilde mezarda rahat edebilirim.’ dedi iyice güçten kuvvetten olmuş profesör hırıldayarak, yataktan başını kaldırmaya gücü yetmeyip ağlarken.

      Delirecek gibi olmuştum. Ne eşime ne de kayınpederime bir şey diyebildim. Kendimi koyacak yer bulamayıp akşama kadar odamdan çıkmadım, kimseyi kabul etmedim. Akşam kafam karışık bir hâlde arabaya binerken düştüm. İşte kalp krizi dediğin sıkıntıyı yaşadığım an. Of! Canım benim… Ne diyeyim, buradan çıkayım, o kahpe sırrını öğrendiğimi anlamayacaktır. Oğluma bu mektubu göstereceğim! Bir çıkayım… Hey gidi günler! Oğlum var! Ben hızlıca oğluma gideceğim! Kendim evlendireceğim, masrafının tamamını kendim karşılayacağım. ‘Gençtik, akılsızdık, ancak sen benim kanımsın, ayrılamaz dostumsun.’ diyeceğim Abil’ime. Aydolu’nun gözlerini seveyim, bu haberi bana ilettiği için, ayaklarına kapanacağım, eteğini öpüp başımı eğerek özür dileyeceğim. Onun tırnağı bile olamam zavallı ben! Ben güzelce bir ağlayıp rahatlayamadım. İçimdekileri dışarı bir akıtabilsem kalbim yağmurdan sonraki çiçek gibi açılır, neşelenirdi. Ne güzel, Aydolu’mu görüp Abil’in yanağından öptüğümde hüngür hüngür ağlayacağım, o zaman içimde toplanmış sıkıntı sel gibi akıp gidecek, hepsi gözyaşlarımla birlikte akıp yok olacak. Ondan sonra sağlığıma kavuşacağım. Sen buna inanır mısın?” diye iki gözü alev gibi parlayarak baktığında kalbim hızlı hızlı çarpmaya başlayınca ilacıma sarıldım.

      “İnanıyorum, tabii inanıyorum!”

      O, gözlerini yukarı dikip rahatlamış bir şekilde sevgi dolu bakışlarla bakakaldı.

      “Oğlum bak, baban geldi huzuruna, şu Aydolu da annen, diyeceğim. Oğlum da hüngür hüngür ağlar herhâlde. İkimiz sarılıp içimizi döküp rahatlayana kadar öyle bir ağlarız. Ondan sonra sırtını sıvazlayıp kıvırcık saçını okşar, özlemimi giderene kadar öyle bir koklarım ki…” diyerek gülümsedi.

      İnce ve yumuşak bir sesle fısıldayarak konuşması ne güzeldi! Sesi titreyerek ağlayacak gibi olmuştu, ancak gözlerinden bir damla bile yaş akmamıştı. Delirmiş gibi kendi kendine fısıldayıp uzun oturdu ve:

      “Ben oğlumu ölesiye özledim.” dedi.

      Bunları söylerken ağzı kulaklarına gitmişti. Öyle dedikten sonra yan yatıp mektubu tekrar okumaya başladı.

* * *

      Geceye doğru kalbimin sancısı çok artınca sakinleştirici iğne yaptırıp zor uyuyabildim. Gecenin bir saatinde, bedenim üşümüş, tüylerim ürpermiş bir hâlde soğuk terler içinde uyandım. Kalbim kötü bir şey hissetmiş gibi sızlıyordu. Hemen pencereye baktım, camı yoğun kırağı tutmuştu. Rengi atmış Amir’in yataklarına gözlerim ilişti. Hızlıca yanına yaklaştım. Amir, sırtüstü yatmış, uzanıp gerildiği gibi donup kalakalmıştı. Gözü yuvalarından çıkmıştı. Kaskatı olan vücudu sopsoğuktu. Boyu çok uzamış gibiydi. Cansız ve sert bedenini kuvvetle sarsmış durmuştum.

      “A-a-a-a!” diye bağırıyordum güya, ama sesim çıkmıyor.

      Kalbimi tutarak koştum, odanın kapısını sonuna kadar açtım ve gerçekten bağırmaya başladım:

      “A-a-a-aa!”

      Birileri bana doğru koşuyordu. Beyazımsı silüetler yavaş yavaş yaklaşırken, gözlerim karardı ve bembeyaz bir perde

Скачать книгу