Dünya'nın İki Yüzü. Mebruh Mirtoski

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Dünya'nın İki Yüzü - Mebruh Mirtoski страница 4

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Dünya'nın İki Yüzü - Mebruh Mirtoski

Скачать книгу

style="font-size:15px;">      – Patronuna söyle, iki yıllık borcu var, hiç olmazsa yarısını ödesin. Parasını ödemeden süt almasını nasıl da biliyorsunuz.

      – Ne dedin sen? İki yıl mı?

      Sadullah şaşırmış gibi yapıyordu.

      – Evet ya sen ne sandın. Şu Goran var ya, içecek içkisi kalmadığı günlerde sabahın köründe gelip dedikodu yapıyor.

      – Gerçekten mi.

      – Evet, evet.

      – Ya Avrupa Birliğine nasıl üye olacağız böyle?

      – Avrupa mı? Viyana, Paris, Brüksel gibi metropollere varlıklı vatandaşlarımız her zaman gidebilecek durumda, bizler ancak televizyonda izleriz.

      – Bu ülke nasıl ülke o halde?

      Sadullah sorguya devam ediyordu.

      – Mükemmel beyefendi. Dünyanın en güzel Ülkesi. Sen ve senin gibiler, Batı Avrupa ülkelerinde çalışanlar, sürekli Makedonya’yı eleştiriyorsunuz, sonra gelip burada evler dikiyorsunuz. Beğenemiyorsanız neden burada tatil yapmaya geliyorsunuz? Nasıl olsa burada sizi seven bir kişi bile bulamazsınız.

      – Yeter. Kısar mısın lütfen?

      – Villalar gibi evler dikip, onlarla övünüyorsunuz, yılda bir geliyorsunuz. Nihayetinde tabut içinde getiriliyor yarısına kadar su dolusu mezarlara gömülüyorsunuz. Bu yüzden bu kadar alçak olmanıza bir neden yok. Sahip olduklarınızla yetinip, yoksullara ve ihtiyacı olanlara yardım edin. Şimdi de nereye gideceksen git…

      Müşteriler gelmeye başladı. Elif, Elvan, Derin ve Ediz de geldi. Geçen sene Elif’e babası tarafından tecavüz edildi. Üstelik hamile bile kaldı. Bunların hepsinin fiziksel ve ruhsal eksikleri vardı. Elif’in doğurduğu bebeği, yuvaya aldılar. Babası hapishaneye girdi. Elif ne kadar eksikleri olsa da bu durumdan sürekli kaçınıp konuşmak istemiyordu.

      Ardından yengeleri Şükriye de geldi. Dağınık saçı ve kirli ütülenmemiş elbisesiyle dikkat çekiyordu. Birkaç yıl önce onun da başına kötü şeyler geldi. Kocasıyla birlikte yedi yaşında bir kızını da kaybetti. Derneğimizin katkılarıyla onlara iyi yaşanabilecek küçük bir ev yapıldı. Elif’in ailesine ise köy evi verildi.

* * *

      Geçilmez köyü, Rujitsa Dağı eteklerinde, Studençitsa ırmağı vadisinde kurulmuş bir köy. Köyün yarısından fazlası dışarda, batı ülkelerinde çalışıyordu. İyi donanımlı bir ilkokul ve bir de kültür, sanat ve yardımlaşma derneğine sahip. Derneğin başkanı Cemil Karacandı. Cemil köyde unutulan Türk dili ve milli bilincin dirilmesine en büyük katkıda bulunan insandı. İlk okulu bitirdikten sonra, on dört yaşında iken Türkiye’de eğitimine devam etmişti. Her şey iyiye gidiyordu. Dernek her yıl bir grup öğrenciyi Türkiye gezisine götürüyordu, Türkiyeıden misafir öğrenciler de getiriyordu.

      Öğle namazından sonra, oğlum Ali ile Mert, Metin, Ayhan ve Salih bana geldiler. Kızım Nilbahar da gelmişti; on yaşında, mavi gözlü, güzeller güzeli bir kızcağız, bir gofretle meyve suyu alıp çıktı. Bıyıklı lakaplı köy berberi bir köşede oturmuş sessizce bizi izliyordu. Çocuklar futbol, okul gibi onları ilgilendiren konuları tartışıyordu. Onların motorları falan yoktu. Daha zengin ailelerin çocukları gibi, babalarının arabalarını kullanıp tiribe giren gençler gibi değillerdi. Bizim çocuklar zengin çocukları gibi alkol ve sigara tiryakisi de değillerdi, kulakları küpeli, saçları jöleli de değillerdi. Aksine sakin, anlayışlı, saygılı ve günümüzde görmeye alışık olmadığımız ama özlediğimiz çocuklardandı. Bana da çoğu zaman bakkala yeni gelen malları yerlerine dizmeme yardım ediyorlardı.

      – Bıyıklı berber Misafirlerin var diyerek kapıyı işaret etti.

      Andaçla birlikte Pirlepe’den Latifa isimli bir sokak satıcısı giriyorlardı.

      – Buyurun, diye karşıladım.

      – Oh ne kadar da yorulmuşum, dedi Latifa. Buzluktan bir dondurma alıp oturdu, sırtındaki büyük torbayı yere bırakarak. Dondurmayı iştahla yedikten sonra, getirdiği malları göstermeye başladı.

      – Ben iki tişört ve on çift çorap alayım. Bugün ilk emekli maaşımı aldım, dolabı gösterip buyurun bir şeyler içelim dedi Andaç.

      – Öyle mi, hayırlı olsun, diye hepimiz birden tebrik ettik.

      – Teşekkür ederim, darısı başınıza. İki poğaça ve bir çikolata alayım.

      Poşete koyup verdim, kasa da parayla dolmaya devam ediyordu. Karşıda bir bakkal daha vardı, fakat sahibinin kötü davranışlarından dolayı bizim kadar başarılı değildi. Sonuçta ne o ne de köydeki diğer patronlar acınacak durumda değillerdi. Hepsinin birkaç evi ve arabası vardı, isteseler sırf fakirlere inat helikopterle köyün üstünde uçabilirlerdi. Derken saate bir göz attım, Şerefsiz nerde ise gelecek, her zamanki gibi bir bahane uydurup en az iki saat gecikmezse eğer, o bahaneyi de iki litre Kola ile örtecek aklı sıra, oysa ben hep farkındaydım. Birkaç müşteri ile birlikte ayrıldım iş yerimden. Evimde güler yüzlü Gülden’im masayı kurmuş kızımla birlikte beni bekliyorlardı. Güzelce doyduktan sonra, birer yorgunluk kahvesi ile sohbete daldık. Yazın yaklaştığı gibi yakınlarımızın düğünleri de yaklaşıyordu, dolayısıyla da masraflarımız büyüyecekti.

      – Biliyorsun temmuz ayı kapıda, birkaç hediye almamız gerekecek, anlayacağın biraz dişimizi sıkacağız.

      – Canını sıkma, hallederiz, diye rahatlattım.

* * *

      Kısa bir süre önce oğlum Ali lise ikinci sınıfı bitirdi. Düzenli ve çalışkan öğrenci olduğu kadar iyi bir oğul ve arkadaştı. Önümüzde ki günler tatil olduğu için, havalar ne kadar da uygun olmasa, birkaç günlüğüne Ohri’ye gezmeye gitmeyi planlıyordu.

      – Abi! Orada mısın, nereye daldın böyle?

      – Buyurun, buyurun. Hayat işte, dalıyor insan bazen derinlere, sarınca düşlerini sorunlarla çileler. Nasıl yardımcı olabilirim?

      – Üç ekmek, on gevrek, bir zeytinyağı, bir de Rodeo sigaralardan alayım bir paket,

      – Buyurun beyefendi, hepsi iki yüz denar, bu da paranızın üstü.

      – Teşekkür ederim. İyi günler.

      – Yine bekleriz.

      Garip bir sessizlik bastı mekânı. Gelen giden yok. Ben varım, baş ağrım, bir de az sonra sessizliği bozacak olan buzlukların vızıltısı.

      Rahmetli babam, torunumu göreceğim diye Almanya’ya gittiydi. Aralık ayıydı gittiğinde, hastalanıp torununu görmeden, bir damla suya hasret öldü, söyleyecek daha o kadar şeyi varken… Arkasından yanıtlarını tahmin edebileceğimiz sorular bıraktı. Annesinin ve ölen gencecik oğullarının yanına defnettik. Oğullarının ölümünden sonra kahramanca yaşamaya devam etti, boyu kısa, kalbi büyük insandı. Duygu’ya gelince, benim biricik kız kardeşim, yaşanan bütün bu trajedilerin ortasındaydı. Belki de

Скачать книгу